Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
PAZAR EKİ 9 CMYK 12 KASIM 2006 / SAYI 1077 PAZAR SÖYLEŞİLERİ “Turkey”... Ataol Behramoğlu H erhangi bir araştırmaya gereksinim duymaksızın dört yabancı dilde Türkiye adının hangi sözcükle karşılandığını biliyorum: İngilizce “Turkey”, Almanca “Türkei”, Fransızca “Turquie”, Rusça “Turtsiya”. Bunlardan “Turkey” dışında hiçbirinin “Türkiye” dışında bir anlamı yok. İngilizce sözcük ise bilindiği gibi aynı zamanda “hindi” anlamına geliyor. Daha doğrusu sözcüğün asıl anlamı zaten bu. Daha sonra “Türkiye”ye de yakıştırılmış. Epeyce bir zaman önce İstanbul Valiliği Protokol Müdürü Melih Akgüngör imzalı bir elektronik mektup almıştım. Sayın Akgüngör bu görevini halen sürdürmekte midir, bilmiyorum. Fakat mektubundan bu konuda ilginç bilgiler edindim. Buna göre, “Turkey” sözcüğü Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında ilk kez İngiliz kaynaklarında, “biraz da alay ifade ederek” kullanılmış. Bu bilgi tarihsel gerçekliğe ne kadar uygundur bilmiyorum. Fakat “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” örneği, konu Türkiye olunca “İngiliz” ve “alay” sözcükleri bana hiç de yadırgatıcı gelmedi. (Aynı şeyi Fransızlar bakımından da söyleyebilirim.) Bir dildeki bir sözcüğün (imlası ya da ses benzerliği ile) başka dillerde bambaşka anlamlara gelebileceğinin sayısız örneği olduğu kuşkusuz. Manilerimizde örneklendiği gibi, bu aynı dil içinde de söz konusu… Aslolan, anlamı belirleyen sözcüğün hangi bağlamda kullanılıyor olması. Sözünü ettiğim elektronik mektupta, “Mısır” sözcüğü buna örnek olarak “Ya bireysel bir yaşam sürdürecektim ya da ‘ötekiler’ için bir şeyler yapacaktım.” Ercan Tutal, Alternatif Yaşam Derneği'ndeki Alternatif Kamp ve Engelsiz Turizm çalışmalarının nedenini böyle açıklıyor. Ötekiler mi? Engelliler, kronik hastalık grupları, dezavantajlı gençlik. Kısacası sosyal yaşamdan eşit yararlanamayan herkes. Ercan Tutal (solda)... ‘Yürü be korkusuz sakat, ecel seni bulacağı yeri bilir’ Yonca Karatoprak ki el ve ayağı kas gücünü kaybetmiş omurilik felçli (Tetrapleji) Gökhan Ayık, kendi tabirince “görselliğin doruğa çıktığı” otuz dakikayı şöyle anlatıyor: “Acaba yapabilir miydim? Biraz yüksek gibi gözüküyordu ama neyse... Hiç düşünmeden tamam demiştim, atlayacaktım. Ertesi sabah erkenden atlayacağımız yere doğru yol aldık. Tahminimden çok daha yükseğe çıkıyorduk. Atlayacağımız yere varmamıza 100 metrelik bir mesafe kala yol bitmişti. Araç gitmiyordu. Ercan Abi, beni sırtına alarak atlama noktasına götürdü. Yamacın kenarına geldiğimizde gözlerime inanamadım. Çok yüksekti. İşte o an tereddüt ettim... ‘Yürü be korkusuz sakat, ecel seni bulacağı yeri bilir’ dedim içimden... Oturma yeri, iki koltuk şeklindeydi. Öne ben, arkaya eğitmen oturdu. Ercan Abi, benden sonra atlayarak benim atlamamı ve havadaki pozisyonumu çekecekti. Evet, artık eğitmen koşuyor, iki kişi de beni kaldırarak ona yardımcı oluyordu. Yamacın ucunda bizi bıraktıkları an paraşüt havalandı, artık gökyüzünde uçuyorduk. Vücuduma vuran rüzgâr bunun rüya olmadığını söylüyordu. Kuşlar gibi süzülerek bir sağa bir sola kıvrılıyorduk. Yaklaşık otuz dakika kaldık havada.” Paraşütle atlamayı görüntüleyen Ercan Tutal, 2002’den beri, fizikselzihinselişitme ve görme engellilere, kronik hastalık gruplarına ve dezavantajlı gençliğe “Alternatif Kamp” projesiyle bu unutulmaz dakikaları yaşatıyor. Alternatif Yaşam Derneği (AYDER) ücretsiz olarak sadece gönüllülük temelinde hizmet veriyor. Tutal, öncelikle bir bilinç yaratmayı hedefliyor. Bu hedefine henüz ulaşamasa da, dikkat çekmeyi başarmış. Şimdi, engelsiz turizm projesi için Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) ile kolları sıGökhan Ayık... vamış. Fotoğraf: Ş. Ayhan Tünel İ Sanırım çevrenizde engelli bir insan hiç olmamış. Peki, AYDER’i kurma fikri nasıl doğdu? Almanya Tübingen Üniversitesi’nde “İngiliz ve İtalyan Dili Edebiyatı” okudum. Engellilerin toplumsal yaşama tam ve eşit katılımını ilk orada gözlemledim, onlarla ilişki kurdum ve üzerinde kafa yordum. Avrupa ülkelerindeki kurumları, projeleri inceleyerek, tanıklıklarımı Türkiye’ye taşımaya karar verdim. Asıl idealim çevirmenlik yapmaktı, fakat bu çok bireysel bir şeydi. Bir yol ayrımındaydım. Ya bireysel bir yaşam sürdürecek ya da “ötekiler” için bir şeyler yapacaktım. İkincisini seçtim. Şu an Uluslararası Dalgıçlar Federasyonu temsilcisi ve dalgıç yetiştiricisiyim. Ümit Akar (Elektrik Mühendisi): Alternatif Kamp’a başvurduğumda uzun, zorlu bir yolculuğuna bilet aldığımın farkında değildim. Güzel bir tatil yapıp normal yaşantıma döneceğimi düşünüyordum. Evet, harika bir tatil yapacağım fikrinde yanılmamıştım; çeşitli ülkelerinden gelen gönüllülerle paylaşımlarımız, kamp katılımcılarıyla kurulan dostluklar, sanatsal çalışmalar, spor, çeşitli aktiviteler, kısacası her şey kusursuz ve güzel bir tatil için bir araya gelmişti. En önemlisi ise, gönüllülerin tek hedefi vardı: Toplumda adeta kanayan yara olan engellilik olgusundaki engellerin kaldırılması. Ben de alternatif yaşam dostlarıyla gönüllü olarak bu zorlu serüvene katılmaya karar verdim ve bu mücadelenin içinde yer almaktan çok mutluyum. veriliyor. Gerçekten de, ülke anlamında kullanıldığında kimsenin aklına “buğdaygillerden tarım bitkisi” gelmez. Bunun gibi, “Türkiye”den “Turkey” olarak söz edildiğinde de kimsenin aklına büyük olasılıkla Noel sofralarının baş konuğu kümes hayvanı gelmiyordur. Fakat yine de bu özdeşlikte tedirgin edici bir yan yok mu? Aynı elektronik mektupta, İngilizcenin yaygınlığı nedeniyle, “Turkey” sözcüğünün çoğu kez Türkiye’nin uluslararası adı olarak kullanıldığı belirtiliyor ve uluslararası resmi adımız da neden “Türkiye” olmasın diye soruluyor. Böyle bir girişim ne ölçüde gerçekçi olur, ne ölçüde gerçekleşir, bilemem... Fakat kendi payıma, son zamanlarda katıldığım uluslararası toplantılarda, genellikle ortak dil İngilizceyle hangi ülkeden olduğum sorulduğunda, “Türkiye”den diye yanıtlar oldum ve hiç de yadırganmadığını gördüm... Yanıtımı anlamayana, ya da neden “Turkey değil” Türkiye diye sorana rastlamadım… Elektronik mektubun yazarı Sayın Melih Akgüngör nasıl bir kişilik sahibidir, bu konuda başlatacağını söylediği kampanya ne durumdadır bilmiyorum… Konunun birçok kimsece “abesle iştigal” olarak görüleceğini tahmin ederim… Doğrusu bu konuda ben de kuşkuluyum… Fakat öte yandan, “Turkey” mi “Türkiye” mi konusunda bir fikir jimnastiği yapmanın da ilginç sonuçlar vereceğini düşünmekten kendimi alamıyorum... “Turkey” sözcüğünün ilk kez ne zaman kullanıldığının araştırılmasını uzmanlara bırakalım. Fakat ülkemizin dünyadaki imajıyla az çok ilgili böyle bir araştırma mutlaka yapılmalıdır diye düşünüyorum. Çeşitli ülkelerde ülkemiz hangi adla anılıyor? Bu da yine çok ilginç bir araştırma konusu olabilir… Kendi adıma, böyle bir araştırmanın dökümünü ve olası sonuçlarını merak ediyorum... Yine kendi adıma, İngilizce konuşup yazarken, yeri geldiğinde “Turkey” yerine “Türkiye” sözcüğünü kullanmaya kararlıyım… “Turkey” sözcüğü “biraz da alay”la icat edilmişse eğer, biz de neden, hiç değilse kişisel ilişkilerimizdeki İngilizcede, hem ülkeyi hem kendimizi adlandırırken “Turkey” yerine “Türkiye” ve “Türk” sözcüklerini kullanmayalım?.. Belki başka hiçbir görünür sonucu olmasa bile, “biraz da alay” olsun diye… ? [email protected] “Alternatif Kamp”ın da koordinatörüsünüz. Proje, sosyal yaşamdan bazı nedenler dolayısıyla eşit yararlanamayan herkesi hedef grubu olarak görüyor ve onları bu unutulmuşluk ve izole edilmişlikten çıkarıp sosyal yaşamla buluşmalarını sağlıyor. Gönüllülük temelinde yürüyen bir çalışma. Her yaz dörtbeş yüz kişiye, elli kişilik çoğunluğu yabancılardan oluşan gönüllülerle hizmet veriyoruz. Sporu hızlandırıcı ve özgüven kazandırıcı bir araç olarak gördüğümüzden “Dalmak özgürlüktür” projemizi ürettik. Avrupa ülkelerinden birçok engelli, Türkiye’deki engellilerle buluşuyor. Kamp, kendi başına ayakta kalmayı başarabilen bir proje. Bu özelliğimizden dolayı Sivil İnisiyatifi Geliştirme Programı tarafından projelerimiz yenilikçi bulundu ve “Sosyal Girişimci” seçildim. Kamp engellilerin hayatında neleri değiştirdi? Sağlıklı bir yaşam ve edindikleri sosyal çevre onlara özgüven verdi. Sokağa daha fazla çıkıyorlar. Onlarca engelli yarım bıraktıkları yaşamlarına geri döndü. Kendilerini geliştirmek için kurslara başladı. İş başvurusunda bulunanların sayısı arttı. Seyahat etmeye ve kulüpler kurmaya başladılar. Hedefleri büyüdü. Bunlardan gurur duyuyoruz. Birinci projeniz Türkiye’de engelli insanlara karşı bir bilinç yaratmak... Evet, nüfusumuzun yüzde on beşini engelli insanlar oluşturuyor ve bu insanlar evlerinden çıkamıyor. Çünkü mimari yapılar engellilere uygun değil. Avrupa sosyal bir devlet olma gereği olarak, engelli sorununu çözdü ve bu kitleyi üretim sürecine başarılı şekilde kattı. Türkiye bu konuda sınıfta kaldı. Çevrenizde engelli bir yakınınız yoksa, onların sorunları sizi ilgilendirmiyor. Bir de “Engelsiz Turizm” projeniz var. O proje için neler yapıyorsunuz? Avrupa’da tüm engelliler rahatça tatillerini yapabiliyorlar, fakat Türkiye’de bu durum söz konusu değil. TÜRSAB ile engelsiz turizm adlı bir komite kurduk. Komite engelliye uygun yapılmış eğlence merkezleri, tatil köyleri, otelleri ve spor merkezlerini tespit ederek bir katalog hazırlayacak. İstanbul Engelsiz Gezi Rehberi hazırlandı. Bu rehber önümüzdeki günlerde basılacak. ? Uçlarda yaşarken... Aylin Kotil D üşünüyorum da galiba uçlarda yaşamayı seviyoruz. Son günlerde yaşadıklarımıza bakın… Hâlâ selde ölen çocuklar var ülkemizde. Çamurlu bedeni çarşaf çarşaf yayımlanan. 1.5 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edebilenler var. Annesi buna göz yumduğu halde serbest bırakılan. 15 yaşında bir kız var tecavüze uğrayan, bu yetmiyormuş gibi töreye kurban giden. Daha da acısı onu her iki durumdan da koruyamayan bir devlet var. Daha basitmiş gibi duran bir başka örnek vereyim size. Artvin’de barajlar yapıldı. Artvin’in doğasının güzelliğini duymayan kalmamıştır sanırım. Bu barajlar dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yüksek fiyata ihale edildi. Sonuç: Artvin’in doğası bir daha düzeltilemeyecek şekilde tahrip oldu. İhalenin yüksek olduğunu sonradan fark eden DPT ne yaptı? Vah vah dedi. Vah vah, çok yüksek fiyata ihale olmuş! Uçlarda yaşamayı seviyor olduğumuzu düşünmem garip değil sanırım. İhaleler bir türlü yer alamıyor basın da, gündeme gelemiyor. Bunları gündeme taşıması gereken ana muhalefet partisi ne yapması gerektiğini hâlâ kestiremiyor. Kestirebilirse bir şeyler yapıp bu konuları gündeme getirme gayretinde olacak. Bütün bunlar tartışılamazken, Hülya Avşar İbrahim Tatlıses buluşması insanların gündemine girebildi. Evlensinler mi evlenmesinler mi diye anketler yapıldı büyük gazetelerde! Gösteri dünyasının iki ünlü oyuncusu sahneye çıktı gösterilerini yaptı, medya bunu pişirip sundu ve yorum yapmayan kalmadı. Artvin mi, töre cinayeti mi, sapıklar mı? Bunlar bir türlü toplumun gündemine gelemedi. Sonra araba fuarı oldu. Ertesi gün basında resimler çıktı, ilk sayfalarda. İlk sayfada, çünkü haber değeri büyüktü! Güzel bir araba ve ünlü bir futbolcu yan yana gelince birinci sayfa haberi olurdu. Demin adını andığım iki sanatçı gibi o da topluma örnekti. En azından birçok gencin örnek aldığı biriydi. Bunun sorumluluğuyla olsa gerek şöyle bir laf etmiş basın mensuplarına: “Bu araba 100 bin Avro’ysa çok ucuzmuş!” Okuduğum an, acaba onu seyretmek için 10 YTL’lik açık tribün biletini denkleştirmeye ça Artvin. lışan gençler bu yazıyı okuduğunda ne hissetmiştir diye düşünmekten kendimi alamadım. Her konuda görüşlerini bildirmeye bayılanlar acaba topluma örnek olduklarının ne kadar farkındalar? Uçlarda yaşamayı severken aynı ülkeyi paylaştığımız ve ortak geleceği de paylaşacağımız diğer insanları ne kadar umursuyoruz acaba? Birbirimizi unuttuk. İstanbul için Artvin çok uzak, ancak televizyonlarda görünen herkes aileden biri ve günlük hayatımızın merkezini oluşturdular. Uçları sevdik nedense. Orta yoldan uzaklaştık. Sizce ne zaman başladı bu durum? 12 Eylül bir tarih olabilir mi?? [email protected]