Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
PAZAR EKİ 12 CMYK 12 Yaklaşık üç yıl boyunca her gece idama götürülmeyi bekledi Sinop Cezaevi’nde Yılmaz Sezgin. Fareler ve tavandan akan sudan korunmaya çalıştı. Şimdi 1.50 YTL’ye giriyor aynı mekâna, çünkü cezaevi artık bir müze; incir ağacıyla, mazgalları, hücreleri, demir parmaklıkları, denize bakan pencereleriyle... Girişte, içinde büyüyen “ya çıkamazsam” tedirginliğini gizlemiyor. Gardiyanıyla da karşılaşıyor, kitabını imzalayıp armağan ediyor: Sinop’ta İdam Geceleri... 12 KASIM 2006 / SAYI 1077 İki incir, 1000 idam gecesi Vecdi Erbay K apıda durduruyorum Yılmaz Sezgin’i, heyecanı biraz yatışsın düşüncesiyle, ama aslında benim de içimde tuhaf bir tedirginlik beliriyor demir kapıyı görünce. Yolun öte yanında akıp giden günlük hayata arkamı dönerek ve elimdeki bileti göstererek berbat bir soru sordum Yılmaz’a: “Yıllar önce zorla getirildiğin ve türlü sıkıntılar yaşadığın bir mekâna, şimdi, 1,50 YTL’lik bir biletle giriyorsun. Neler hissediyorsun?” Yılmaz burada, Sinop Cezaevi’nde üç yıla yakın hapis yatmış, üç yıl boyunca idam edileceği günü beklemişti. Diyarbakır’daki yargılanma süreci tamamlanıp hakkında idam kararı verildikten sonra Sinop Cezaevi’ne sevk edilmişti. Sorumu berbat bulmam da işte bu yüzdendi, gözlerinin dola cağını ve aşağı yukarı neler anlatacağını da biliyordum. Çünkü daha önce, “Sinop’ta İdam Geceleri (Aram Yayınları)” adlı kitabının her sayfasını ürpererek okumuştum. Ürpertici olan, o sayfalarda anlatılan vahşet değildi sadece, aynı zamanda, insanın duygusal ve fiziksel yapısının kendini onarma, zorluklarla başa çıkma yollarını bulma gücüydü... Yine de bu berbat soruyu sormalıydım. Bir tek gazetecilik dürtüsüyle ve görev anlayışıyla değil, hiç hapis yatmamış bir insanın merakıyla sordum. Yılmaz, ilk hapse düştüğü günden başladı anlatmaya: 12 Eylül’den hemen önce, on sekiz yaşında bir çocukken hapishaneyle tanıştı Yılmaz. Beş yıl boyunca Diyarbakır Cezaevi’nde her türlü işkencenin mağduru, açlık grevlerinin müdavimi, ölümlerin tanığı olarak yaşadı. Okuyup yazmayı öğrenme isteğini de bu koşullarda duydu. Sinop’a geldiğinde, mektup kaleme alacak kadar yazmayı, Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanını ağır aksak, birkaç haftada bitirecek kadar okumayı sökmüştü... YA ÇIKAMAZSAM... Biraz sakinleştik, artık içeri girebiliriz. Demir kapının yanındaki kulübemsi yerde bilet satan genç adamla bakışıyoruz. Boynundaki kolyeyi fark ediyorum birden: Che Guevara. Hayatın bir oyunu gibi, boynunda Che kolyesiyle bir genç adam, artık müze işlevini yüklenmiş hapishaneyi ziyaret edenlere bilet satıyor... Kapıdan içeri girerken ellerini nereye koyacağını şaşırıyor Yılmaz. Gözleri dolmuş, bu kapıdan arkadaşlarıyla ilk girişini anlatıyor. Kapıaltı denilen yerde uygulanan karşılama törenini anlatırken, endişesini gizle Yılmaz Sezgin Sinop Cezaevi’nin avlusunda... yemeyen bir gülümsemeyle, “İçeri girdiğim gibi rahat çıkamayacağımı hissediyorum buradan” diyor. Endişelenmekte haksız değil. Cezaevinin diğer bölümlerini, özellikle hücreleri gezerken dehşete düşüyor insan. Duvarlar kuru ve tavandan su damlamıyor. İçeri girerken nem ve küf kokusu çarpmıyor insanın yüzüne. Yılmaz da buna şaşırıyor önce, sonra, “Elbette” diyor, “bütün pencere ve kapılar açık olduğu için duvarlardan nem akmıyor.” Yılmaz’dan çok önce Sinop’taki hücrelerde kalan ve daha sonra anılarını yazanlar da aynı nemden korkuyla söz ediyorlar. Yılmaz’ın sesi titriyor, dev farelerden ve tavandan damlayan sudan korunmak için ancak gözlerini açıkta bırakacak kadar yüzlerini nasıl örttüklerini anlatırken: “Gardiyanlar konuşmazdı bizimle. Delikten yemek kabını uzatıp giderlerdi. Günlerce yalnız ve konuşmadan kalmıştım hücrede. Müşahedeye götürüldüğümde artık konuşamıyordum. Kaşığa, çatala her şeye, şey diyordum.” Yılmaz’ın fare, Eşber Yağmurdereli’nin akrep korkusu... Sinop’taki günlerini “Akrep” adıyla oyunlaştıran Yağmurde reli, bir siyasi mahkumun ruh halini anlatmakla kalmamış, bütün bir insanlık halinin tahlilini de yapmıştı. Müşahede denilen bölümdeki hücresine giriyor Yılmaz. Kapıyı üstüne kapatıyor. Sonra demir parmaklıklara tırmanarak anlatmaya başlıyor: “Buradan gemilere bakardım, türlü hayaller kurarak. Geceleri ışıl ışıl yanınca gemi ışıkları, dayanılmaz oluyordu hücre. O kadar yakın ve o kadar güzel görünüyordu ki gemilerin ışıkları, insanı bir tünel kazıp firar etmeye tahrik ederdi.” Bir klip: Sinop Cezaevi Bengü Çetinkaya eslendirme sanatçısı ve belgeselci Sacit Onan, Sinop Cezaevi’nin belgeselklibini çekti... Yakında televizyonlarda yayımlanmaya başlayacak klibin müziği Gündoğar’a, kurgusu ise Oktay Ünlü’ye ait. Onan, belgeselkliple ilgili sorularımızı yanıtladı: S Bir Bastil Hapishanesi dünyada çok tanınıyor, bir dönemle anılıyor. Sinop Cezaevi yeterince biliniyor mu sizce? İnsanlar siyasi öneminin belki farkında olmayabilirler, ama Sinop denince akla ilk cezaevi geliyor. Cezaevi henüz kültürel değerlerin yok edildiği, karanlığa gömüldüğü anlamıyla ortaya çıkmadı. Sinop Cezaevi’nin ilginizi çekme nedeni kalenin binlerce yıllık tarihi geçmişi mi, yoksa bu yalnız kenti daha da trajik hale getiren siyasi konumu mu? Sinop o kadar özel bir yer ki, ben oraya “Kuzey Yıldızı” diyorum, ama cezaevinin tabii ki çok önemli bir konumu var. Çünkü orası Türk aydınlarının, gazeteci, yazar, şair, romancıların sürgün edilerek, yıllarca düşünce suçlusu olarak mahkum edildiği bir edebiyat hapishanesi. Ayrıca ürkütücü bir yapısı var, Evliya Çelebi 1790’lı yıllarda anlatırken; “Martılar hapishanenin üzerine gelir, konacak yer bakarlardı ve oradan ürkerlerdi. Tekrar, bir an önce oradan kaçar giderlerdi” diyor. 11 burç, her biri 22 metre,18 metre normal duvarlar, eni üç metre... Hapishanede nereye gitseniz duvar. Sacit Onan Sinop Cezaevi’nin belgesel klibini çekti... Ne kadar zamandır bu konuyu araştırıyorsunuz? 2025 yıl öncesine gidiyor. Yıllar önceden Kerim Korcan ağabeyimin oradaki günlerini anlatması, Sebahattin Ali’nin: “Aldırma Gönül” şiirinden türkü yapılması, 12 Eylül’de tutuklanmam, düşüncelerimden dolayı hapis yatmam, sorgusuzsualsiz tutuklamalar, işkenceler... Dolayısıyla Sinop Hapishanesi’ne karşı sürekli birikmiş bir konsept vardı kafamda. İki ay gibi bir sürede de çekim ve kurgu gerçekleşti. Burada hangi “ünlüler” yatmış? Klipte Yılmaz Güney’in adı geçiyor, ben bunu bilmiyordum. Yılmaz Güney orada yatmadı. Biz, klipte, düşüncesinden dolayı hapis yatmayı, Sinop Hapishanesi’yle simgeleştirdik. İsimler arasında Deniz Gezmiş de var mesela, ayrıca “...daha niceleri” diyoruz. Orada gerçekten yatmış insanlar içerisinde ise; bir İslam sosyalisti olan Ahmet Bedevi Kuran, Sabahattin Ali, Kerim Korcan, Ahmed Arif, Necip Fazıl Kısakürek, Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, Refik Halit Karay ve diğerleri var. Çalışmanızı, belgeselklip diye adlandırıyorsunuz, bu yeni bir tür mü? Mantık olarak bir şiir klibi ama, bir belgesel boyutu da var. Baktığınız zaman hapishaneyi görüyorsunuz, hapishanede yatanların adlarını duyuyorsunuz. Böylece ortaya belgeselklip diye, kendine özgü bir çalışma çıkıyor. ? MAHKUM VE GARDİYAN BULUŞMASI Bitti. Yılmaz’ın üç buçuk yıl yattığı eski cezaevi, yeni müzeyi birkaç saatte gezip bitirdik, ama anılar bitmiyor. Soluklanmak için gölgesine oturduğumuz incir ağacı, başka bir anıyı çağrıştırıyor Yılmaz’a. Günün birinde bir gardiyan ağaçtan kopardığı dört inciri veriyor Yılmaz’ın bir arkadaşına. Arkadaşı ikisini yiyor, diğer ikisine dokunmuyor. Gardiyan bir anlam veremiyor, ama nedeni birkaç gün sonra anlaşılıyor. Arkadaşı, hücresinin önünden revire götürülen Yılmaz’a uzatıyor incirleri. “Bizi bu dayanışma, bu yoldaşlık ruhu ayakta tuttu” diyor Yılmaz, bir kez daha gözleri dolarak. İçeri girerken sormuştum Yılmaz’a, “Gardiyanlardan biri çıkarsa karşına ne yaparsın?” Yanıtı çok yalındı, “Bazıları iyi niyetliydi gardiyanların, ama bazılarının tutumu düşmancaydı ve çok kötü davranırlardı mahkumlara” dedi; “Şimdi görsem ne yapabilirim ki? İçimde o günlere ait bir nefret kalmadı artık.” O işte orada! Devlet memuru! Birbirlerini tanıyorlar. Gardiyanın ilk tepkisi biraz telaşlı: “O zaman farklıydı, biz de görevimizi yapıyorduk”. Yılmaz rahatlatıyor adamı, “Haklısınız” diyor. Geçmişi yad ediyor, Sinop’a kurulması planlanan nükleer santraldan konuşuyorlar. Ayrılırken Yılmaz, “Sinop’ta İdam Geceleri” kitabını imzalayıp veriyor eski gardiyanına. Sinop’tan ayrılmadan önce denize karşı duruyoruz Yılmaz’la. Denizin sesini dinleyerek, demirlemiş gemilere bakarak konuşuyoruz. Sinop, bir tek kötü namlı cezaeviyle anılmayı hak etmeyecek kadar güzel. Bir ortak temennimiz daha var, F tipi cezaevlerinin de ibret olsun diye günün birinde müzeye dönüştürülmesi... ?