Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 NlSAN 2005 / SAYI 994 ULAŞ İNAÇ'IN İLK UZUN METRAJLI FİLMİ TÜREV Gerçek, yalanla türevi ise... laş înaç, senarist, yönetmen, opera sanatçısı ve de fizikçi. Fransa'da fizik eğitimi almış. Eşzamanlı olarak da, Paris Devlet Yüksek Konservatuvarı Şan Bölümü'nü bitirmiş. Altı yıl Paris Devlet Operası'nda opera sanatçılığı yapmış. Bir yandan da uzun metrajlı film senaryoları yazmış, kısa metrajlı filmler çekmiş. "Türev" Ulaş'ın ilk uzun metrajlı filmi. tstanbul Film Festivali kapsamında yarın 21.30'da Beyoğlu Beyoğlu sinemasında gösterilecek. Iki kadın ve bir erkek üzerinden, sadakati, sevgiyi, ihaneti, dostluğu sorguluyor. Edebiyatçı olmayı isterken reklam yazarı olan Nâzım, onunla evlenme planları kuran ve ailesinin maddi desteğiyle yaşamını sürdiiren Süreyya ile üniversiteden mezun olmak için bitirme ödevi hazırlayan genç bir kadın Ulaş İnaç, Türev ile Burcu... Yalanlar, Süreyya'nın Nâzım'ın sadakatini sınamak için Burcu'dan onu başkadınerkek tan çıkartmasını istemesiyle başlıyor. Ve her akşam bitirme ödevi için kamera karşısınilişkilerini da itiraf ediliyor. sorguluyor. Film, Cervantes'in Don Kişot'undaki "Münasebetsiz Meraklı" bölümünden Toplumda iyi uyarlanmış. Bir düşünürün "însanlar birtanıdığı insanlara birlerinin gerçek duygu ve düşüncelerini bilselerdi dost kalamazlardı" ve "Gerçek, ayna tutuyor. yalanların türevidir" sözlerinden yola çıkıSeylrciye sert larak kaleme alınmış. Inaç, yurtdışındaki festivallere de başvurduğu filmi için "Kendavranmaktan da dimi hiç bu kadar gerçekleşmiş hissetmeçeklnmiyor. Çünkü miştim" diyor. Fransızca yazdığı ve "bir Tiirk"ün gözüyle Avrupa'yı ironik bir biona göre birileri çimde, kara mizah kullanarak anlattığı "Pibunu yapmalı... casso, c'est nul!" (Picasso Kötüdür) senaryosu ise bir Fransız yapım firması tarafından satın alınmış ve bu yıl çekilecek. tnaç ile Türev, kadınerkek ilişkileri ve sinemanın gerçek ve yalanları üzerine konuştuk. Türev nasıl gerçekleşti? Yazmaya bir sene önce başladım. Cervantes'in Don Kişot'unu tekrar okuyunca birinci cildindeki "Münasebetsiz Meraklı" hikâyesi beni çok etkiledi. Sürekli dönen yalanlar üzerine kurulu bir hikâye bu. Hikâyedeki iki adam bir kadını, Türev'de iki kadın bir adam olarak görüyoruz. Neden iki kadın ve bir erkek? Esra Açıkgöz U "Kadın ya da erkeği daha ön plana çıkarmak" diye bir şey söz konusu değil. Ama iki erkek ve bir kadın toplumsal yapımız açısından inandırıcı olmayabilirdi. Evlenmek üzere olan bir adamm karısının sadakatini anlamak için en yakın erkek arkadaşına onu baştan çıkarmasını teklif edeceğini sanmıyorum. Cervantes, Freud'dan 300 yıl önce bilinçaltını sezen dehalardan biri. Bilinçlerimizden ziyade bilinç altımızın hâkimiyetindeyiz, farkına varmadan takip ettiğimiz bir yol var. Bu yol bazen yapıcı, bazen yıkıcı oluyor. Batı sanatında bilinçaltı epeyce açılmış, kullanılmış. Ancak Türk sinemasında bilinçaltının açımlandığı bir örnek bilmiyorum. Türev hikâyesini dogma tarza yakın bir şekilde günümüz Türkiyesi'ne uyarladım. Çünkü Türkiye'nin gerçekçi bir sanatsal yaklaşıma ihtiyacı var. Bu filmdeki karakterler ne kadar gerçekçi? Mesela, kadın karakterlerin özgürlüğü... Toplumun ufak kısmını oluştursa da, böyle insanlar var. Ben en çok tanıdığım insanlara ayna tuttum. Filmde bazı yerlerde erkek gözüyle bakmaktan kaçınamamışsınız... Evet, ama bu kaçınılmaz. Aslında Kerem karakteriyle, yaygın olan erkek mantığını vermeye çalıştım. Erkekliğin sırlannı açıklıyor, sınırlarını anlatıyor, erkekler için tekeşliliğin uyumsuzluğunu ispatlıyor. GÜNÜMÜZÜN YEL DEĞİRMENLERİ... Filmdeki karakterlerde Süreyya yalnız, kaybolmuş; Burcu da korkularını bastırmaya çalışan biri. Toplumda böyle insanların oranı ne? Gitgide çoğalıyorlar. Bunda tuketimin de payı büyük. Buradaki yalnızlık da bundan kaynaklanıyor. Scvgisizlik, sevgiyi bilememe durumu, son derece benmerkezci yaklaşmak ve paylaşımdan uzaklaşmak. Egoya odaklanmış durumdaki bu sanayi toplumunun yüreğinde her şey çok çabuk parçalanabiliyor. Bir güvensizlik söz konusu. Rekabetin bu kadar desteklendiği bir ortamda güvensizlik özel ilişkilere, aile ortamlarına da yansıyor. Türkiye hedeflediği şeyi mesela hedeflerden biri kişi başına düşen milli gelirin 20 bin dolar olması gerçckleştirdiği takdirde sadece bu tür insanlardan ibaret olacak. Bu yüzden Don Kişot gibi insanlara ihtiyacımız var. Ulaş tnaç'ın ilk uzun metrajlı fîlminin kahramanları Don Kişot'un "Münasebetsiz Meraklı" hikâyesinden izler taşıyor. Sizce günümüzün yel değirmenleri neler? Birisi para. Insani değerlerin tekrar sorgulanması lazım. Benim de birçok defom var. Ama hiç değilse onlan sorgulamaya çahşıyorum. Bazen üstesinden gelebiliyorum, bazen gelemiyorum. Bunlar yel değirmenleri. Dışarıdan gelen pek çok mesaj ister istemez benim ruhum tarafımdan da hazmediliyor. Tüketim de yel değirmenlerinden biri. Bu çabuk tuketimin altında yatan ne? Tanzimat'tan beri aşamadığımız büyük bir kimlik sorunumuz ve bilinçaltımıza yerleşmiş bir aşağılık kompleksimiz var. Coğrafi olarak da iki ara bir deredeyiz. Önce kimliğimizle barışmamız gerekiyor. Sinemanın burada bir ayna vazifesi görmesi, bizlere gerçek yüzlerimizi, kimliğimizi göstermesi gerekir. Bunun filmin bütçesinin büyüklüğüyle ilgisi yok. Sadece 5 milyon doları bir araya toplayabilen çok ufak bir kesim, parası olduğu için sinemacı olmamalı. Sinema sanatının endüstrisinin değil paradan bir şekilde kurtulması gerekiyor. Sinema sizin kendi kendinizle hesaplaşma ala nınız mı? Biraz öyle. Hem de seyreden insana bir parça sert davranmak gerekebilir. Seyredilsin diye demagojik tavır sergilemek, prodüktörden başka kimseye bir yarar getirmez. Picasso Kötüdür'de anlatılan sizin hayatınız mı? Hayatımdan anekdotlarla beslenmiş bir öykü, a |ma tamamen benim hayatım değil. Fransa'da 4 yıl 1 kalan, kültürel anlamda Avrupa'nın tam merkezinde bulunan bir Türk'ün gözünden Avrupa anlatılıyor. Bu Avrupalıların çok ilgisini çekiyor. Çünkü bizi çok merak ediyorlar, bizim onlan nasıl gördüğümüzü de. Filmin, ön hazırlıklarına başlandı. " Yönetmek ister misin?" diye sordular. Ama şu aşamada henüz kimin çekeceği belli değil, bekliyorum. Konservatuvarda flüt, opera, senaristlik, şimdi de yönetmenlik... Bu bir arayış mı? Hayır. Sanat dalları birbirinden kopuk değil. Biraz heterojen, biraz eklektik bir süreç söz konusu, ama sürekli gelişiyor. Bu bir rotasızlık değil, kaçınılmaz olan. Tabii hepimizin şahsi arayışları da var. • Özgür Erbaş KADININ FERYAD B ehiye, Cennet, Fatma F, Fatma K., Nesime, Saniye, Ümmü, Ümmüye ve Zeynep... Toros dağının eteklerinde bir köyde yaşayan, günlerini tarlada, inşaatta, evde çalışarak geçiren bu dokuz kadın, öykülerini bir araya getirerek bir oyun yazdılar ve sahneye koydular. Okumak isteyip de okuyamamak hepsinin en büyük ortak derdi. Içlerinden biri babasının şu sözleriyle anlatıyor öğretmen olma hayalinin kaybolup gidişini: "Oğlaklara öğretmenlik yapıyorsun ya! Daha ne istiyorsun" Bir başkası, ağabeyinin kaçırdığı 13 yaşındaki kıza karşılık berdel olarak verilmiş, 2 ay bir odaya kilitlenmiş, ama direnmiş. Bir başkası hem kocasından dayak yemiş hem de Yönetmen Pelin Esmer, "Onlar beş hafta sonunda 'hayatlarının oyununu' ortaya çıkardılar, ben de iki yıl sonra 'Oyun' filmini" diyor. Â onu çok sevmiş. Kocasının içkiye olan düşkünlüğünden şikâyet ederken kendini de eleştiriyor: "Ben de istiyorum canım deyip sarılmak olmuyor. Onu güzel giydirmek içimden gelmiyor. Güzel olursa başkalarına gider diye korkuyorum" Bir diğerini, sevmediği bir adamla zorla nişanlamış babası, ama o gözünü karartıp kaçmış sevdiğine, "Mersin'e gelince aklım başıma geldi. Bu adam kim ki ben bunun elinden kaçtım gidiyorum, dedim. Allah'tan iyi çıktı" diyor. Âşık olduğu adamla evlenen bir diğerinin en büyük acısı ise çocuğu olmadığı için kaynanasının sofraya oturmasına izin vermeyip "Sen yesen de olur, yemesen de" demesi. îşte bu hikâyeler bir araya gelip "Kadının Feryadı" oyununu ortaya çıkmış. Belgesel Yönetmeni Pelin Esmer, bir gazete haberinde gördüğü bu kadınlarla tanışmak, en azından onlan tebrik etmek için köye gittiğinde, kadınlar işte bu oyunu çıkarmaya karar vermişjer. Pelin Esmer'in "Ben de bu oyunun filmini çekeyim" teklifini kadınlarm kabul etmesinin ardından Esmer Istanbul'a dönmüş ve üç kişilik ekibini kurmuş. Çekimleri 5. 5 hafta süren "Oyun" filmi zorlu geçen 2 yılın ardından Istanbul Film Festivali'nde 12 Nisan'da izleyicinin beğenisine sunulacak. Filmin galası 8 Mart'ta Arslanköy'de yapıldı ve Kadmlar Günü okulda yapılan şarkılı türkülü etkinlikle kutlandı. Biz de Pelin Esmer'le "Kadınların Feryadı"mn "Oyun"a dönüşme sürecini konuştuk: Filmi izleyince sizin buradan oraya giden biri olduğunuzu değil, oradan biri olduğunuzu hissediyor insan. Ekibe nasıl bu kadar dahil oldunuz? Öncelikle böyle hissettiyseniz gerçekten çok mudu olurum. Gerçekten oranın bir parçası gibi hissettim. Tanışmak için gittiğimde bile derhal alışmıştık birbirimize. Çekim için gittiğimizde de bize de birer şalvar ve yemeni verdiler. Ben köyün içinden geçerken elimde kamera olmasa ayırt edemeyeceklerdi. Zaten kanştırdıkları da oldu... Ama bence temel mesele güven ilişkisini yaratmaktı. Onlan istemediği hiçbir şeyi çekmemekti, ama zaten böyle durumlar çok az oldu. HERKES KENDİ DOĞUSUYLA... Peki siz kendinizi nasıl hissettiniz? Zaten yaşamla baş etme yöntemlerinden etkilenmemek mümkün değil. Biz buradan bakınca, orada ezilen, çaresiz insanlar var gibi görüyoruz, oysa gerçek bundan çok farklı. Kendi hayatlarını oyunlaştırma cesareti göstermişler sonuçta. Üstelik bunu kendi köylerinde oynadılar. tlk oyunlarını Mersin'de oynamışlarörneğin. Köydeki ilk oyundu bu. Orda bir köy var uzakta, diyoruz ya. Film o köyler hakkında önyargılarımız olduğunu da göstermiş oluyor sanırım. Avnjpa'yı, Doğu'yu "diğer" olarak nitelediği için eleştiriyoruz, ama biz de kendi içimizde kendi doğulanmızı yaratarak kendimizi yukarıda tutuyoruz aslında. Oryantalist bakış açısı olması için illa da Avrupa ya da Amerika'dan Doğu'ya bakmak gerekmiyor. Bu da kendi içinde mini oryantalizm aslında. Şehırli dediğimiz kadınlar için bile çok zor cesaret edilecek bir iş yaptıkları. Peki kim bu kadınlar? Bu kadınlar 8 saat çapa işinde, inşaatta, evde çalışan kadınlar. Bahçe işi değil, fabrika gibi 10'ar dakika iki çay molası, yanm saat de yemek molası var. Sonra kamyonun üstünde köye geri dönüyorlar. Kamyonun arkasında otururken çapanın sapıyla şoförün camına vurup çaldırdıkları şarkılarla göbek atarak yorgunluk atıyorlar. Ben bunu gördüğümde hayatla nasıl baş ettiklerine hayran kaldım. Bir de bunun arkasından eve gidip yemek yapıp, çocuklannı doyurup akşam 10'a kadar da provalara gidiyorlardı. Burada pek çok erkek için o saate kadar eşine izin vermenin de güçlük yaratacağını söylemcliyim. "Ben tiyatroya başladıktan sonra duygularım çok değişti. Artık lastik ayakkabıyla Mersin'e de gidebilirim" dikkat çeken bir söz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Evet bence de çok önemli bir söz o. Aslında tiyatro bahane, asıl dert bir öykü anlatmak ve hayatı değiştirmek. Bu çok önemli. Tabii bu süreçte, her biri kendi içlerinde büyük değişimler yaşadılar. Bu hayatlarının her alanına yansıyor. Bu sözde "Ben buyum, başkalarının beni nasıl gördüğü de beni çok ilgilendirmiyor" tavrı var. Yani "bu benim kimliğim" tavrı. Burada bizler için bile çok zor böyle şeyler yapmak. Belki kim olduğumuzla da çok ilgilenmiyoruzdur... Bence de öyle. Çünkü bu benim demek için önce onu yaratmak gerekiyor. Bu kadınlar, bir oyunla hayatlarını ortayakcyyd\ı\aT \c şu anda da eşleriyle birlikte bir oyun hazırlıyorlar. Onlardan çok şey öğrendim ve onlarla tanışarak çok güçlendim. Kendilerini çok rahat ifade ediyorlar. Sizi nasıl etkiledi bu? Tanımış olmaktan gurur duyduğum kadınlardan onlar. Hayatın ta kendisi bu aslında. Kabuksuz, kılıfsız, doğrudan... Bunun verdiği güçle filmi bitirdim diyebilirim. •