Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
26 EYLÜL 2004 / SAYI 966 HER YERDE DA Özlem Altunok T an Sağtürk 8 yaşından beri dans ediyor. îzmir'den Ankara'ya, Ankara'dan Fransa'ya, oradan da Istanbul'a uzanan bedeni, öncelikle dans için var. Fransa Devlet Balesi'ne kabul edilen ilk yabancı balet olması, Fransız vatandaşlığına alınması ve devlet balesi tarafından ömür boyu kontrat hakkı verilmesi, onu yatıştırmadı. 2500temsilin ardından 1998'de Türkiye'ye döndü. Eyliil 2000'den beri Bale ve Dans Eğitim Merkezi'nde dans dersi veriyor. Bununla da yetinmeyip Diyarbakır, Samsun, Gaziantep, îzmir ve Ankara'da bale ve dans okulları açtı. Şimdi sıra 29 Eylül'de Mardin'de açdacak okulda... Neden kendinize baleyi ve dansı Türkiye'nin çeşitli kentlerine taşımayı dert edindiniz? Amactm her şeyden önce insanların dansı tanımasını sağlamak. Hemen hemen herkesin aklına bale deyince sadece "Kuğu Gölü Balesi" geliyor mesela, insanlar doğal olarak gördükleri kadar biliyorlar. Bunun kırılması için çaba sarfediyorum, doğuya ulaşma çabamın nedeni de bu. Bu yargılan yıkmak, oradaki potansiyeli görmek için... Doğu'da birçok şeyden bugüne kadar mahrum kalmış, zor koşullarda yaşamış insanlar var. Onlarla birlikte böyle bir işi yapıyor olmak çok heyecan verici. Sizce Türkiye'nin doğusunda nasıl bir enerji var ve bunun Mardin'de okul açmanıza etkisi ne? Oradan görünmüyor olabilir ama kocaman, ilginç, güçlü şehirler var bu ülkenin içinde. Bugüne kadar kendi olanaklarıyla ayakta durmaya çalışmışlar. Başlangıçta belirli bir kesimin; elit tabaka ya da memur çocuklarının başvuracağını düşünmüştüm. Ama ilgi çok daha fazla ve her kesimden insanı içine alıyor. Bir de şu var; biz de onlara yabancı kalmışız, yabancılaştırılmışız, gayet ilgili ve meraklılar. Kendi açımdan oradaki enerjiyi şöyle açıklayabilirim: Samsun'daki okul 7. senesinde, Antep'teki 5. yılına giriyor. Mardin'in nüfusu fazla değil, bu okul orada sembolik görünse de, kendi kendimizi geliştirecek, yağımızda kavrulabilecek kadar yeterli. Amacım böyle bir ambiyans yaratmak. Girişimlerinizin dansa nasıl bir katkısı olacağını düşünüyorsunuz? Biz devlet desteği beklemeden çabalıyor, hatta onları da arkamızdan sürüklemeye çalışıyoruz. Türk balesi 60 yıldır varsa, ben Tan Sağtürk olarak 8 yaşımdan beri dans ediyorsam, dans sevgimi, tutkumu insanlara anlatmam gerekiyor. Bunun yolu da entelektüel bir yaklaşımdan önce, samimiyetten, içtenlikten geçer. Kendi çocuğuna yaklaşır gibi, inançla yapınca gerisi geliyor. Gösteriler ilgi görüyor, katılım artıyor, çocuklar başka dünyalara açılıyor, dans ediyor... GİTMEK... Dans yolculuğunuz bir hayli uzun. Şimdi yolunuzu Doğu'ya çevirdiniz, ama ilk durağınız Fransa... Gidişiniz bir giin buraya dönmek üzerine mi kuruluydu? Gitmek, kendinizi biraz daha görebileceğiniz bir yer. Türkiye'nin bale konusunda kısır olması nedeniyle dünyanın üzerinde nerede olduğumu anlamak, öğrenmek için gittim. Çoğumuzun hevesidir gitmek, ama korktuğumuz için kendi denizimizde kalırız. îzmir'den Ankara'ya, oradan Fransa'ya giderken kafamda hep bu heves vardı. Geriye dönüş nedenim ise en başta, mesleğimizin çabuk tükeniyor olmasıydı. Dansçılık kariyerimde ulaşmak istediğim noktaya ulaşmıştım, daha fazla ne yapacağım konusunda önümü göremiyordum. Ne yaparsam ilk oluyordu, ancak yaptıklarımı tekrar edebilirdim, aynı Romeo'yu defalarca oynamak gibi. Fransa Devlet Balesi'ne giren ilk ya bancı balet, ömür boyu kontrat hakkı ve bunun yanındaki başarıları bırakmak... Ashnda bu haklar, çok büyük avantajlar olarak dönmedi. Dünyanın hangi ülkesine gidersek gidelim bu, Fransa'da bulunuşumun görüntüsüydü. Sürekli vizeyle uğraşmak zor olduğu için, ben talep etmeden Fransa hükümetinin bana verdiği bir haktı bu. Ayrıca yurtdışında tek başına yaşayan biri buradakinden daha düşkün oluyor ülkesine. Kazıyınca nasıl bir milliyetçilik çıktı sizden? Tamamen özlemle, geleneklerle ilgili. Büyüdüğünüz kültüre, ortama açlık çektiğiniz için daha fazla bağlanma ihtiyacı duyııyorsunuz. Çok saf bir duygu. Yani kendinizi hiç oraya ait hissetmediniz? Ait hissettim, ama sonuçta oraya yerleşmiş bir turisttim. O yabancdık halini her zaman, her yerde hissediyorum zaten. Bence, bulunduğu her yerde başını kaldmp binalara bakan bir insan hayattan zevk almasını biliyordur. Dönüş, yeni arayışlar için miydi? Biraz da kolaya kaçmaktı, çünkü burada kurulacak bir dans grubu çok fazla reklama ihtiyaç duymadan kendini gösterebilirdi. Yurtdışında, 'Türkiye'de bale yapılıyor mu?', 'demek sen orada bale okudun!' gibi tepkilerle çok karşılaştım. Kuracağımız grupla yurtdışına taşınarak festivallerle kendimizi gösterebiliriz diye düşündüm. Teknik kalite anlamında olmasa da, koreografi bazında kendimizi perçinlemek özel olabilirdi. Buraya geldim ve Istanbul Devlet Opera ve Balesi'ne girdim, bir yıl başdansçı olarak görev aldıktan sonra istifa ettim. Bir memuriyet söz konusuydu ve o yolun yolcusu olmak istemedim. tkinci Bahar'da oyunculuk ve yarışma programı sunmak gibi farklı işler de yaptınız... 28 sene boyunca aynı işi yapınca insan değişik nefeslere, farklı alanlara da ilgi duyuyor. Dış dünyayı görmeyi biraz da Ikinci Bahar'da keşfettim. Koşullar beni başka şeylere de itebilirdi, çok fazla teklif vardı. Geçinmekte zorlandığınız için olabilirmi? Ben çok kolay kurdum düzenimi ve belki de danstan en çok para kazanan insan haline geldim. Devlet Opera ve Balesi'nde kalıp maaşımı almayı sürdürerek, dışarıda yaptığım işlerle geçinebilirdim. Onun yerine baleyi Türkiye'nin çeşitli yerlerinde sevdirmeye çahştım. Doğu'ya da sadece gösteri vermeye gitmedim, orada okul kurdum. • Çanakkale Savaşı'nı bir de siperden izleyin Çanakkale Savaşı'nın anlatıldığı pek çok film, belgesel izledik. Ama Tolga Ömek'in çektiği "Gelibolu" belgeseli siperdeki askerlerin gözünden bakiyor savaşa. Bu kez günlükler, mektuplar anlatıyor... Esra Açıkgöz Hem askerlerin yaşamları üzerine bir belgesel kurup, hem de tarafsız olmak... Bu sorun olmuyor mu? Hayır. Çünkü ben insana tarafım. Bugün Türkiye bir savaşa girse, ölen Türk askeri kadar karşı tarafın askeri için de üzülürüm. B ir belgesele daha konu oluyor Çanakkale Savaşı. Ama bu sefer, başarı destanlarıyla savaş çığırtkanlığı yapdmayan, savaşın insanlar üzerindeki etkilerini anlatan bir belgesele. Amaç bu, araç ise askerlerin o zamanlarda yazdıkları günlükler, mektuplar, fotoğraflar... Böylece savaşa siperdeki askerlerin gözlerinden bakılacak. Hem de sadece Türklerin değil, Avustralya, Ingiliz, Yeni Zelandalı askerlerin gözlerinden de. Atatürk ve Hititler gibi başarılı belgesellere imza atmış Tolga Örnek'in senaristliğini ve yönetmenliği yaptığı Gelibolu Belgeseli'nde "savaş anlatılmıyor, yaşayanlara anlattınlıyor". Altı yıllık bir çalışmanın ürünü olan belgeseli, Çanakkale'de yapılan basın toplantısıyla tanıtan Örnek, siperdeki askerlerin duygularını, acılarını, endişelerini, özlemlerini, dil, din, ırk farkı gözetmeksizin aktarabilmek için binlerce mektup, günlük ve belgeden; îngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Avusturya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Türkiye'deki 70'den fazla arşivden yararlandıklarını söylüyor. Senaryosu "uluslalararası dengeyi sağlamak" için Türkiye'den de dahil olmak üzere Çanakkale uzmanı 16 tarihçi tarafından denetlenmiş. Filmin, Avustralya ve Yeni Zelanda çekimleri bitmiş, son aşaması Gelibolu'da çekiliyor. Belgesel, nisan ayında Türkiye'nin yanı sıra Yeni Zelanda ve Avustralya'da da gösterime girecek. Örnek'le belgeseli üzerine konuştuk. Çok işlenmiş bir konu Çanakkale Savaşı. Neden bu konuyu seçtiniz? Çanakkale hakkında pek çok kitap yazddı, belgesel çekildi. Ama hep bir eksiklik vardı, karşı tarafın ve siperdeki askerlerin yaşadıklarının atlanması. Oysa 1. Dünya Savaşı'nın tek süngü savaşı diyebileceğimiz bu savaşını, kişisel hikayelere inmeden anlamak ve gelecek nesile aktarmak mümkün değd. Yani belgesel askerlerin yaşamları üzerine kurulu. Evet filmin ana teması siperdeki askerlerin yaşamları. Senaryo belirlediğimiz 10 ana karakterin o zaman yazdıkları günlüklere, mektuplara dayanıyor. Savaşın gidişatını, dünya tarihine yön verişini, stratejisini, generallerini, politikacdarını bu askerlerin yaşadıklarıyla anlatıyoruz. Sipere girip yaşananları görüyor, DENGELİ BİR FİLM... Evet, ama insan hayatı ne kadar tarafsız olabilir? Hele de bir savaşta... Isterseniz, buna tarafsız değil de, dengeli diyelim. Iki tarafın hakkını veren, kimseyi ön plana çıkarmayan bir denge. Bunu sağlamak için de durmadan anlatımı değiştiriyoruz. Olaya bir Ingiüzlerden bakiyor, sonra hemen Türklere, Avustralyaldara dönüyoruz. Bir koşulu bir asker tanımlamaya başlarken, bir diğerine bitirtiyoruz. Zaten ikisi de aynı şeyi yaşıyor: sinek, dizanteri, kopan bacaklar, en yakın arkadaşını kaybetmek, ailesine dönememe korkusu... Senaryoyu denetleyen uluslararası tarihçilerin onaylamadığı bölümler girmiyor. Böylece tarafsız ve dengeli bir film yapmaya çalışıyoruz. Bu kesinlikle bir Türk ya da Yeni Zelanda, Avustralya, Ingiliz filmi değd. Ya savunan ve saldıran çizgisi... Bu denge günlüklerle sağlanıyor. Çün Tolga Örnek belgesel çekimlerinde.. Fotoğraf: Hilal Köse sonra Londra'da politikacdara bakıyoruz. Iki taraf var, işgale gelen ve ülkesini savunan. Ama kimseye kötü adam muamelesi yapmıyoruz. Ulusal ayrımcılık yapmaya, "onlar daha çok üzüldü", "biz daha çok çektik" tartışmasına gerekyok. Herkes kaybetti. Bu filmde kötü adam savaşın kendisi. kü ülkesini savunan askerin sabrı ile işgale gelenin farklı oluyor. Biri "hadi artdc aüeme döneyim" diyor. Oysa ötekisinin dönecek yeri yok, hattın arkasında ailesi, tarlası var. Karakterlerin seçimini neye göre yaptınız? Filmin en zor kısmı buydu. Çünkü baŞardı ya da başarısız olmamız karakterlere bağhydı. 8'i Türk, 350 karakter arasından seçim yaptdt. Bazı kıstaslarımız vardı, yazdı belge bırakmış olmaları gibi. Öyle karakterler seçmeliydik ki, 400 milyon askeri temsd etsin. Bunlar arasında postacısı, mühendisi, subayı, zengini, cahdi var; savaşa kralı için ya da macera için geleni var, her dakikasından korkanı veya zevk alanı var... O yüzden geneli temsd edebdecek değişik karakterler olmasına özen gösterdik. Kaynaklara ulaşmakta zorluk çektiniz mi? Yurtdışında çekmedik, ama Türkiye'de çektdt. Çünkü kaynakların toplandığı bir merkez yok. Bir de hala bazı arşivlerde Osmanlı belgelerinin saklanması gibi bir durum var. Ya kaynakların tarafsızlığı... Sonuçta bu bir savaş ve savaşlar ne kadar kırmızıysa, her ülke o kadar aktır kendi tarihinde... Tarafldık sorunumuz olmadı. Çünkü öteki devlederin bizden farklı olan yanı arşivlemeyi, olayları anlamak, değerlendirmek ve deriye taşımak için yapmaları.«