Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HASAN ERKEK’TEN ‘LAL DESTAN’ VE ŞİİR ÜZERİNE... ‘Şiir yazınımın temelinde, harcında!’ Hasan Erkek’in beşinci şiir kitabı Lal Destan (Kırmızı Yayınları); otobiyografi, öykü, roman, destan, fars, taşlama, anı, yazıt gibi türlerle, resim, müzik, sinema gibi sanat biçimlerini dayanak yapan şiirlerinden oluşuyor. Lal Destan, isminin aksine iç çığlığını yüksek sesle duyuran, duygusal şiddeti al, kırmızı, kızıl renklerin simgeselliğiyle yansıtan masal tadında bir yapıt. GENCER AYTÜRE ‘ŞİİR VE FELSEFE İÇ İÇE’ n Lal Destan’ı okuduğumuzda eski çalışmalarınızdan renkler gördüğümüz gibi daha çok özgün bir sıçrayış ağır basıyor. Bitmesi bu nedenle daha uzun mu sürdü? Bu tür sanatsal yaratımlarda süreden çok süreç etkili oluyor. Kitaptaki en eski şiir 2012’de yazılmıştır. Demek ki 9 yıl olmuş. 9+40 demek belki daha doğru olur. Şiirler biriktikçe onları toplayıp bir kitap haline getirmiyorum. Öyle “yığma” kitaplardan pek hoşlanmam, doğru da bulmam. Bence, her şiirin olduğu kadar her kitabın da bir yapısı ve kişiliği olmalı. n Şiirin edebiyat çalışmalarınızdaki yerini nerede görüyorsunuz? Temelinde, temelindeki harcında görüyorum. Ortaokul ikideyken, öğretmenlerimin girişimiyle basılan ilk şiir kitabım Biz Çocuk Değildik Çocukluğumuzda kitabımı saymazsak, şiir kitaplarımı öteki kitaplarımdan geç yayımladığımdan yanıltıcı değerlendirmelere neden oluyor. İlk tiyatro oyunumu 1996’da, Beyaz Menekşe, Hayat Yenile Beni adlı şiir kitaplarımı ise 2013’te yayımladım. Arkasından Sevdadan Kanadım (2015) geldi. Gerek radyo oyunlarım, gerek sahne oyunlarım gerekse film senaryolarım incelendiğinde, hepsinin temelinde şiir olduğu görülecektir. ‘ŞİİR BİR VAROLUŞ SAHNESİ’ n Lal Destan, zamanı anlama çabası taşıyan bir felsefi yana da sahip diyebilir miyiz? Çocukluk, aşk, pişmanlıklar, ölüm ve yeniden başlangıcın imgesel renklerini görebildiğimiz bir anlatım söz konusu. Şiir ve felsefe insana, hayata, nesnelere, olaylara, olgulara farklı yollardan yaklaşmaya çalışırlar. Ama birbirlerinden çokça yararlanırlar. Kimi zaman iç içe geçerler. Birçok filozun metinlerini şiir olarak da okuyabiliriz. Bazı şiirleri de felsefi metinler olarak okumak olanaklı. Felsefe gibi şiir de dar alana sıkıştırılmamalı, sınırlandırılmamalı, her alana girebilmelidir… n Her kelimenin insanın iç dünyasında bir “bedel” ile kaleme alındığını düşünürsek sizce şiir nasıl bir sahne? Kuşkusuz, şiir kurmacadır. Ancak kurmaca olması, onun sahiciliğini ortadan kaldırmaz. Şair her sözünün bedelini mutlaka ödemiştir. Şiirlerini ömründen toplar. O şiirlerin karşılığında ömrünü verir. Hayli acı dolu bir takastır bu. Şair bu takasa razı olandır. Çünkü şiir, bir varoluş sahnesidir. Sanat yenilikçidir, devrimcidir. Kendinde devrim yapmayan bir sanatın, zihinsel ve toplumsal devrimlere katkıda bulunması düşünülemez. Her şiirin istediği sözcükler, beklediği sesler kendine özgüdür. n Masal şiirinizde “Geceden bir giysi nasıl biçilir” dizesindeki gibi devamında da “Hangi sönük yıldızlarla dikilir” dizesinde kelime seçim estetiği şiirinize oyun yazarlığınızdan mı sızıyor yoksa şairliğiniz mi oyun yazarlığınıza derinlik kattı? İkisinin de birbirini beslediği olasıdır. Oyun yazarlığının kökeni dramatik şiirdir. Kişileri içtenlikli konuşturduğunuz zaman lirik şiirden de yararlanırsınız. Ayrıca hem şiirin hem tiyatronun atası epik şiirdir. n Şiirinizde hem Ece Ayhan kapalılığı, hem Oruç Aruoba derinliği hem de Shakespeare’i görebiliyorum. Bu görüşüme katılır mısınız? Şiirimin kapalı olması, derin olması ya da tiyatral olması için özel bir çaba içinde değilim. Zaten böyle bir çabanın ürünleri sahicilikten uzak ve gösterişe yakın olur ki gerçek anlamda şiir denemez onlara. Yakından baktığınızda, insanın karikatür yüzeyselliğinde olmadığını, yaşamın melodram sığlığında akmadığını görürsünüz. İnsan derin, hayat örtük, zaman sırlı ve uzam çok katmanlıdır. Şiirle onlara uygun bir estetik dil yaratmaya gayret ederiz. n AYTEKİN KARAÇOBAN’DAN ‘ÇATLAK ÇAN’ Çatlak Çan’ın sesi... Aytekin Karaçoban’ın sekizinci şiir kitabı Çatlak Çan. Yaralı bir ses. Zamanın yaraladığı bir ses. Her çan sesinde (her şiirde) bir kapı aralanıyor. Sisler içindeki çocukluğunun salıncağından, yaşlılığa doğru, yaşamla iç içe... A. KADİR PAKSOY S evgili ozan dostum Aytekin Karaçoban, sağ olsun, “diyârı küffar”dan Ankara’ya, anacığının yanına her gelişinde Kadir kardaşına da bir merhaba der. Çantası da hep kitap doludur. Çantası biraz da benim yüzümden ağırdır. Bordeaux’dan yola çıkmadan önce, bir isteğim olup olmadığını sorar, ben de fırsatı ganimet bilip birkaç Fransızca kitap isterim. Bu kez Fransızca kitapların yanında bir de Türkçe şiir kitabı sundu: Çatlak Çan. Yeni çıkmış, Karaçoban’ın sekizinci şiir kitabı. Kitabı elime alıp da kapaktaki Çatlak Çan’ı okuyunca, takılmadan edemiyorum dostuma. Yine bir ozan dostum Kirkor Yeteroğlu’nun Kırık Çan adlı yapıtını anımsatarak kitabının adını koymadan önce keşke Kadir kardaşına bir sorsaydın, sana daha güzel bir ad önerirdim, “Çatlak Çan” çatlak adamı çağrıştırıyor bana, diyorum. Dostum hemen yanıtlıyor: “Kırık çan ses vermez, çatlak çan ses verir!..” Sevgili Murat Koçak’ın kurup yönettiği Ahmet Erhan Hatıra Evi’ndeyiz. Çatlak Çan’ı çantama atıp evde okurum diyerek konuyu değiştirdim. Üstelik, Murat, Ayışığı adıyla (Ahmet Erhan’ın köpeğinin adı) çıkarmaya başladığı derginin ilk sayısını önümüze koymuştu. Onu kutlamak gerekiyordu… Evde, ertesi gün sabah şiir saatinde dostumun yapıtını sindire sindire okuyunca, kitap adı konusunda ne kadar patavatsızlık ettiğimin, bu kitaba en uygun adın Çatlak Çan olduğunun ayrımına vardım. Şöyle ki, söz konusu bir kilisenin çatlak çanı değildi, ozanın göğsündeydi bu çatlak çan: “Ah, göğsümdeki çatlak çan, / kuruntularımın kan kardeşi”. Ozanın göğsünden geliyordu sesi. Yaralı bir ses. Zamanın yaraladığı bir ses. Her çan sesinde (her şiirde) bir kapı aralanıyor, yüreğini biraz daha açıyor bize ozan. Kâh sisler içindeki çocukluğunun salıncağında, kâh gençliğinin “yanardağından akan lavlar” içinde, yaşlılığa doğru, yaşamla iç içe görüyoruz ozanı. “Rimbaud, sözüne uydum / beni bir başkası yaptım” diyor, Yunus’un “Bir ben vardır benden içeri” sözünü anımsatarak. Ozana şiir yazdıran da içindeki o bir başkasıdır: “Ben bitirmek isterken şiiri / sürdürmek istiyor bir başkası”. Her şiir ozanın bir olguyla diyaloğu: İnsanlıkla, yaşamla, ölümle, aşkla, sevgiyle, sevinçle, kederle, umutla, umutsuzlukla, savaşla, barışla… Bu şiirlerden birinde geçen iki dizeyle bitireyim sözümü: “Kıskanmamak elde mi şu erkek sığırcığı / sevdiğime onun gibi şakıyamadığım için.” Ve ben de şöyle diyorum kendi kendime: Bu iki dizeyi yazan ozanı kıskanmamak elde mi!... n 10 18 Şubat 2021