25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

LEYLA NAVARO’DAN ‘DILE KI UZUN SÜRSÜN YOLUN’ Fark etme sanatı DilekiUzunSürsünYolun,LeylaNavaro’danyolculuküzerine bir çeşitleme. Bir psikoloğun kişisel ve mesleki yolculuğu olduğu kadar psikolojinin ve psikoterapinin de yolculuğu. ZEHRA CUNILLERA B ugün bize modern bilimlerin kısıtlarını görmek çok bariz geliyor. Gezegenimizin yok olma tehlikesi karşısında gelişen çevre bilinci az çok hepimizin “ilerleme”, “ekonomik büyüme”, “ultra modernleşme” gibi konularda kuşkucu olmamızı sağlamış ve psikoloji de dahil, modern bilimler bu yıkıma “katkıda bulundu mu yoksa” sorusunu artık rahatça sorar olmuşuz. Ancak Leyla Navaro ve yol arkadaşları birkaç on yıl öncesinden başka türlü bir psikoterapi, ekoterapi ve sanat terapisi gibi “insanolmayan”a da açılan ve oradan da beslenen bir bireysel gelişim yöntemi arayışına başlamışlardı. Psikoloji dahil modern bilimlerin çoğunun bağımsız, kendi kendine yeten bir özne, bir eyleyici olarak “insan” tanımına çok büyük katkılar sağladığı malum. “İnsan eşrefi mahlukattır” diyen tek tanrılı dinlerdeki anlayışla olan benzerlik de cabası. Tabii ilerlemeye, fethetmeye odaklı “müstakil özne” olarak ötekini insan olmayanı kendimiz den aşağı ve bize bağımlı varlıklar olarak düşünegeldik. Kendi zekâmıza, yarattığımız dillere tapınarak gezegeni har vurup harman savurduk. İnsanın ruhsal, psikolojik gelişimi için doğaya açılma, lisanımız dışında “sözsüz” ifade biçimleri oluşturma çabaları, klasik psikolojinin de körüklediği bu “insan” tanımına duyulan kuşkuyu açığa çıkarıyor. Bu bağlamda Anna Lowenhaupt Tsing’in önerdiği “fark etme sanatı” ile bu kitapta ekoterapi, ekofeminizm, ekoeleştiri vb. çerçevesinde arayışına çıkılan kişisel gelişim teknikleri arasında ilişki kurmak mümkün. Tsing’e göre, çevre sorunları ve çevrecilik bilinci modernleşme ve ilerleme hayallerimizin çoktan suya düşmüş olduğunu gösterse de hâlâ “insan”ı ve “öteki”ni on dokuzuncu yüzyıldan kalma kategorilerle tanımlamakta direniyoruz. Tek Tanrılı dinler kadar modern bilimin de beyinlerimize, benliklerimize kazıdığı düşünceden vazgeçemiyoruz: “İnsan ileriye baktığı için, sadece gün be gün yaşayan öteki canlılardan farklıdır ve organikinor ganik tüm öteki varlıklar insana bağımlıdır.” İnsanı ve insanolmayanı bu ilerleme var sayımıyla tanımlayıp hep ileriye bakarken şimdi ve burada etrafımızda olanları fark etmeyebiliyoruz. Bir psikoloğun ekibiyle, katılımcı grubuyla yeni bir farkındalık arayışına çıktığı bu kitapta ileriye değil etrafa bakmanın çeşit çeşit örneğini bulmak mümkün. Kendi bilincine varmak için şimdi ve burada etrafı, kendimizin dışındakini, fark etmenin farklı coğrafyalar, farklı kültürler, farklı tatlar, başka başka kadınlar ve erkekler, çalı çırpı, dağ taş, ağaç, çiçek, çakıl taşı, bulut yolculuğu heyecan verici ve tazeleyici olduğu kadar zorlayıcı ve kafa karıştırıcı da olabiliyor. Yolculuğa çıkmak, ben’in “saflığını” bozmak, ötekine yer açmak, ötekine bulaşmak da demek tabii. Yeni farkındalıkları, fark etme sanatını, insanı öteki canlılardan ve evrenden ayıran en temel evrim merhalesi sayılan insan yaratısı dilin dışında, sözsüz teknik lerle, organikinorganik nesnelerle, dansla ve hareketle ifade yollarını ararken ilk anda tekinsiz görünebilecek yollara sapmak da mümkün. Bu yüzdendir ki, arada hem insan kibrinin kaynağı hem de dünyayı algılamasının yine de biricik yolu olan dile, kavramlara ve kavramsallaştırma girişimlerine ihtiyaç duyuyoruz. TİNSELLİK DURAĞI Bu kitapta yolculuğun nefes ve zihin açıcı, statükoyu altüst eden sapaklarında en genel anlamıyla ötekine yer açıp yumuşak karnımızı dönüşüm rüzgârına verirken bir yandan da bu dönüşümlerin yeni sorularıyla cebelleşip yeni ve yeniden kavramsallaştırma duraklarında soluklanıyoruz. Benim en etkilendiğim duraklardan biri, tinsellik durağı oldu. Yirmi birinci yüzyılın hem dinlere hem modern bilimlere kuşkuyla bakan kişilerinden biri olarak kendi kendine yeterli, bağımsız bir özne olmadığımı kavrarken nasıl bir anlayışa sarılacağım sorusunu hep yanımda taşıyorum. Metindeki satırlarda bu soruya cevap bulamasam da bu yolda başka sorular sorma cesaretini buldum. n Dile ki Uzun Sürsün Yolun / Leylâ Navaro / Remzi Kitabevi / 272 s. / 2020. EDUARDO GALEANO’DAN ‘ATEŞ ANILARI III’ Baş eğmeyenlerin tarihi Eduardo Galeano’ya göre tarih tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü... Biraz roman, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı… Güney Amerika’nın yüz yılı, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi. SEVDA FİDAN sevda.fidan@cumhuriyet.com.tr O bjektif olayları bir tutam öznel sosla anlatırken nasıl alternatif bir tarih yaratılabileceğini kanıtlamış adeta Eduardo Galeano. Ona göre tarih, deneyimlenebilen, tanıklık edilebilen bir insanlık yürüyüşü... Biraz deneme tadında, biraz roman havasında, çokça kronolojik bir tarihin itinalı anlatımı, 20. yüzyılın başlarından neredeyse koca bir yüzyılın sonlarına kadar geçmişten günümüze kurulan bir köprü adeta. Bu köprü, bazen ayna işlevi de görüyor, bire bir yansılayabiliyor günümüzü. Güney Amerika’nın yüz yıla yakın kesiti, tüm insanlık tarihinin minik bir özeti gibi. Tarihe dönük anlatılar da mevcut, sinema ya dair izlenimler de... Şarkılardan bozma hüzünlü dörtlükler de isyankâr Zapata’dan izler/sessizlikler de... Kiminin kimine istilası da, başkasının başkasına eziyeti de... Eğitimin eğitilemezliği de, devrimin aldığı bir milyon can da... Frida’nın acıyla yoğurulmuş kahkahalarıyla harmanlanan olağanüstü yağlıboya tabloları da... “Kunduracı devrimci” Miguel Marmol’ün yeniden doğuşları da... 1930 Buhranı da... General Maximiliana Hernandez Martinez’in komünist partinin kazanmasıyla oyların sayımını sonsuza ka dar askıya alması da... “Siyah” ve “Kızıl” tehdidine karşı izlenecek yol da... Albert Einstein’ın atom bombasını bulmak istemeyişi de... Picasso’nun Neruda’ya saygılarını sunması da... Marilyn Monroe’nun vaftiz edilmesi de... Tüm bunlara dahil... Fidel’in köleliğe isyanı ve onun güçlerine katılan Che de... Eğer onları ciddiye alsaydı, Küba tuvalet cennetine dönüşebilirdi onun deyişiyle... “Aradığım bu değil ama olasılıkların mantıksal hesabında bu da var” diyor üstelik Che Guevara, anne ve babasına veda ederken de... Astronotlar Armstrong ve Aldrin’in dünyaya farklı bir açıdan bakan gözleri de konuşuyor sanki: “Yeryüzü bizi süt ve zehirle emziren bir meme değil, evrenin ıssızlığında dönen, muhteşem bir donmuş kütle.” Gabriel Garcia Marquez’in Nobel alıp yüz yıllık yalnızlığa mahkum topraklardan bahsetmesi de... “Dinmeyen acılar eksik olan özgürlüklerdir” ve tüm bunların toplamıdır öznesi insan... n Ateş Anıları III, Rüzgârın Yüzyılı / Eduardo Galeano / Türkçesi: Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık / 375 s. / Haziran 2020. 16 17 Eylül 2020
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear