Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
FUAT SEVİMAY’DAN ‘BENDEN’İZ JAMES JOYCE’ ‘James Joyce, anlaşılamazmış! Hiç öyle değil!’ Sevimay, Joyce’u, İstanbul’da Gezi Direnişinin göbeğinde çevirmeni ile karşılaştırıyor. Ve ortaya ‘yazarın çevirmene, çevirmenin okura, okurun kitaba dönüştüğü bir şey’ çıkıyor. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr n Roman 16 Haziran 2013’te Galata’da başlıyor. Kendini Gezi Direnişinin ortasında bulan Joyce’u çapulcu kardeşimiz kılıyorsunuz. Bu sayede onunla düşsel boyutta kolayca özdeşleşiyoruz. Okuruyla zamanda ve mekânda birlikte kırılıyor, omuz omuza bir serüvene davet ediyor Benden’iz James Joyce. Romanın bu büyülü gerçekçi yapısını açar mısınız? Metinlerimin zaman ve mekânının, beynimizin kıvrımları olduğunu düşünürüm. Yani o kıvrımlarda dolaşmaya elverişli her tür büyü veya gerçek, Joyce olup İstanbul’a gelip ete kemiğe bürünebilir. Yeter ki inanmasını bilelim. ‘BENDEN’İZ JAMES JOYCE, YENİ BİR TÜR!’ Romanın temel derdi, Joyce’a dair dillendirilen “çok değerli ama anlaşılamaz” algısını yıkmak. Çünkü aslında hiç öyle değil. Hayatı, Britanya tacından papalığa, İrlanda milliyetçiliğinden edebi tahtlara kadar her tür iktidar fikrine karşı mücadeleyle geçmiş, metinlerini bu doğrultuda kaleme almış adamı dar bir zirveye hapsedenler var. Oysa başta Ulysses halk ile sanatı/sanatçıyı buluşturma fikri üzerine kurulu. Dolayısıyla Joyce’un Gezi Direnişinde belirmesinin, sanatın şiirin sokağa indiği günlerde İstanbul’a gelmesinin, kendi derdini o ortamdan başlayarak dile getirmesinin uygun olacağını düşündüm. n Öte yandan yazarından esinli Çevirmen ve James Joyce resmen birlikte yazıyorlar romanı: “Metni ben Biauthoraphy diye yeni bir türe sokmak isterim. Türkçesiyle Çifteyazar.” diyorsunuz. Bunu anlatır mısınız? Bunu ben değil, kitabın sonsözünü yazan TanrıOkur diyor. İşin şakası bir yana, sırf edebi türlere bakış açımız genişlesin diye bile, Benden’iz James Joyce yeni tür olarak ele alınabilir. Çünkü biyografi değil, kurgu ama tam o da değil, deneme hiç değil. ÇOKSESLİ BİR ROMAN Romanda çok fazla Joyce cümlesi var ama öteki yazarın, yani Fuat’ın öngördüğü şekliyle. Sanki birlikte yazmışlar ama zaman zaman, ruh hallerine göre kendilerine yontmuşlar gibi. Üstelik bu iki yazar dışında da bir dolu yazar cümlesi dolanıp duruyor metinde. Bazı yerde Joyce’un bazı yerde çevirmenin sesi baskınken, kimi bölümlerde İstanbul’u veya bizzat okuru duyuyoruz. Bunu da belki yazar ile çevirmenin ve her ikisiyle okurun buluşması gerekliliği diye düşünebiliriz. Velhasıl iki zihinden süzülen, çifte kavrulmuş bir metin söz konusu. n Joyce’tan rol çalan çalana! Sizden esinli çevirmen ve dipnotlarda metne günlük konuşma diliyle dahil olan, çevirmenin başında adeta Demokles’in kılıcı gibi dikilen “sağlamacı” editör de az değil! Kurguda benimsediğiniz, metni geçişli ve çok boyutlu yapan bu katılımları değerlendirir misiniz? Romanlar artık, satın alınıp okunan, fotoğrafı paylaşılıp rafa kaldırılan metalar olmaktan çıkmalı. Sanat aslında hepimiz üstüne konuşup tartıştığımız sürece değerli. Ben de bu konuşma ve tartışmayı ilk elden, romanda başlatmaya çalıştım. Joyce ile Çevirmen konuşsun ama sonra editörün ve dipnotları veren akademisyenin ve hatta okurun da düşüncesini okuyalım. Dahası ki bu bence önemli, sokaktaki teyzenin, parktaki berduşun, taksicinin de dahil olduğu bir çokseslilik yakalamaya çalıştım. Sanırım Joyce da böyle arzu ederdi. Joyce; Uydurdun gene. Ne biliyorsun? Çevirmen; Yani bana öyle geliyor. Editör; Ben bunların hangisine güveneyim arkadaş. Akademisyen; Joyce sorusunda haklı gibi ama Çevirmen de sanki… Okur; Bir karar verin de okuyalım. Kabaca böyle bir şey. n Joyce’un roman karakterlerinin özgün ve özgür diline ilişkin yorumlarınız nelerdir? Hayatta hepimiz, yazar, çevirmen, okur, dahası memur, işçi, tüccar veya varsıllar, yoksullar, orta halliler, hepimiz ama hepimiz, kendi sesimiz ve sözümüzle varız. Hayat bu çok dilliliğiyle güzel. Joyce da her karaktere uygun üslup yaratmanın ustası. Gerty’nin neden Gerty olduğunu bu sayede kavrarız. Biz, Gerty’e arzu ettiğimiz dili biçmek yerine, onun dilini anlamakla yükümlüyüz. ‘METİNLERİNDE KADIN ÖN PLANDADIR’ n Romanda Joyce’un “mizahı, hayatın ağırlığı karşısında denge unsuru şeklinde kullanmak” diye yorumladığı üslup parodileri konusundan hareketle sorarsam: romana günlük dil veya argoyla yansıyan; Joyce’a ve onu referans alan yazarının duygusuna da hayli yakın o mizahın okumaya katkısına ilişkin neler söylersiniz? Daha önce çok dile getirdim; edebiyatın derdinin olması gereğinin, edebiyatın dertli olması gibi bir zorunluluğa dönüşmesinden, bu yanlış anlayış sonucu kasvetli ve arabesk metinlerin gırla gitmesinden okur olarak rahatsızım. Oysa mizah, ele alınan derdi sarsmak, gücü ele geçirmek adına müthiş bir enstrüman. İroniyi Joyce da çok kullanır. n Romantik Joyce’u da sormalı. Kadınlarına hep iç çekerek dikkat kesiliyor. Joyce metinlerinde kadın ön plandadır. Dublinliler bir kadının, eşi tarafından anlaşılmaması üzerine sonlanır. Portre’de Dedalus, sanat imgesine kadın üzerinden ulaşır. Ulysses boyunca iki adamın sözü edilir ama çok değerli sonsözü, hiç eğip bükmeden Molly, yani kadın dile getirir. Finnegan’ın özü hayat kaynağı kadın yani Anna Livia’dır. Joyce’un, baskın eril düşünceye, erkek iktidarına karşı kadın merkezli düşünceyi öncü kılması çok değerli. Hem de yüz yıl önce. Romanda da Joyce, konduramadığı Latife’nin sade görüşü karşısında sus pus olur, en büyük derdi onu gereğince anlayamamaktır. ‘JOYCE, HER METNİ AŞILACAK ESER OLARAK GÖRÜR’ n Joyce’un Shakespeare yapıtlarına bakışındaki temkinli saygıyı nasıl yorumluyorsunuz? Joyce, her metni aşılacak eser olarak görür. O nedenle Shakespeare veya başka yazarlar üzerinde yaratılmış uzman kültünden rahatsız. Belki işin içine biraz Britanyaİrlanda meselesi de giriyordur ama Joyce aynı tutumu kendi eserlerine karşı da sergileyecek kadar dürüst bu konuda. Finnegan’da düpedüz Ulysses ve Portre ile eğlenir. Bize, oku anla ve saygı duy ama hiçbir eseri veya yazarı puta dönüştürme diyor. n Romanın çizimlerinden de bahseder misiniz? Kapak resmini ve iç sayfalarda, Joyce’un İstanbul’da dolaştığı sokakların haritalarını Ayşegül Sevimay çizdi. Çünkü evet, Joyce o sokaklarda gerçekten dolandı, çay içti, boğazı seyretti. Resimlerde görüldüğü üzere tanığız. n Benden’iz James Joyce / Fuat Sevimay / İthaki Yayınları / 512 s. / Temmuz 2020. 4 23 Temmuz 2020