Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
NECATİ TOSUNER’DEN DERİN VE İRDELEYİCİ BİR YENİ Sürekli bir sorgulama! Nasıl adlandıracağız Sen ve Kendin’i? “Psikolojik roman” olarak mı? Elbette! Romanımızın bu tür yönünden fazlaca varsıl olmadığını anımsarsak, yeni bir kazanım saymalıyız Necati Tosuner’in Sen ve Kendin romanını. Necati Tosuner’de “sen” ile “kendin”, destek olmak, dert ortaklığı etmek bir yana sürekli birbirini sorgular, iğneler. Bu sürece, kesintisiz bir kavga hali de diyebiliriz ADİL İZCİ KESİNTİSİZ BİR KAVGA HALİ “Ey dil! Sensin bana bu dem hemnefes!” Baki’nin ünlü Kanunî Mersiyesi’nden, “Ey gönül! Bu (kederli) zaman(ım)da bana dost olan sensin!” anlamına gelen bu dizeyi Necati Tosuner’in yeni yayımlanan Sen ve Kendin (Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) romanının daha ilk sayfalarında anımsadım. Baki, söz konusu mersiyeyi, Kanuni’nin Zigetvar’dan ölüm haberinin gelmesi üzerine kaleme alır ve gönlünü (öteki benini) büyük yasına ortak etmek ister. Biri, öbürünün deyim yerindeyse dert ortağı konumundadır. Necati Tosuner’de ise “sen” ile “kendin”, destek olmak, dert ortaklığı etmek bir yana sürekli birbirini sorgular, iğneler. Bu sürece, kesintisiz bir kavga hali de diyebiliriz belki. Peki, nedir bunun nedeni? Romanın öznesinin dur durak bilmeden kendisini gözlemlemesi, dinlemesi ve irdelemesi, daha da ötesi didiklemesinin hemen her sefer bir eksiklik, bir yetersizlik, bir hayıflanma, bir bezginlikle sona ermesi mi? NECATİ TOSUNER ÖZNESİ Biz okurlar, roman boyunca olan bitenleri yani bu sürekli sorgulama, iğneleme, yer yer de kavgayı izler dururuz. Haliyle bizler de kendimize göre yargılar belirleriz: Romanın öznesi kiminde haklıdır, kiminde haksız görünür. Evet, özne, sosyal / toplumsal kaynaklı mutsuzluklarında, yakınılarında haklıdır; ama bireysel olanlarda sanki fazlasıyla duyarlı, hatta alıngandır. İster istemez, böyle bir birliktelik varsayarız: Romanın öznesi, herhalde yazar Necati Tosuner olmalı. Bu varsayımla onun da en azından biz okurlarca değerli bir yaşamı sürdüregeldiği ortadadır. O yaşamın yazınsal toplamı da ortada olduğuna göre, özne neden bunca olumsuz yargıya eğilimlidir? Neden kendisini hırpalar durur böyle? Binlerce, on binlerce, milyonlarca insanın elinde avucunda sözü edilecek bir zerre olsun yokken, yazarın kendisi varsaydığımız öznenin avucu dolu doludur. Akaduran zamana, gitgide azalan, azaldığı duyumsanan ömre, yanı sıra süreğen bir yalnızlığa bundan iyi bir avuntu olabilir mi? Avuntudan da ilerisi demek olası: Esenlik ve mutluluk. Haydi, her zaman değilse de zaman zaman esenlik ve mutluluk, diyelim. Baki’nin yasına gönlünden bir destek umması gibi, biz okurlar da, öznenin mutsuzlukları, eksikliğini duydukları (sözgelimi kendisini sevecek birini bulamaması) ile elinde avucundakiler arasında bir denge kurmasını bekliyoruz ama… o kadar… Kısacası, kendisini sorgulama, ötesi hırpalama, roman boyunca sürüyor. AKAN ZAMAN Akaduran zaman, gitgide azalan, azaldığı duyumsanan ömürler, bilinci belirli bir düzeyde kimi mutsuz etmez ki? Öznenin de mutsuz olması, kederlenmesi olağan. Bu keder ve mutsuzlukla ömrün bir muhasebesini yapması da o derece olağan. Onca yapıt sahibi bir yazar olduğunu varsaydığımız öznenin (bilinci sürekli devinen, sürekli sorgulayan bir insanın), sıradan bir halk insanı gibi, tevekkülle boyun bükmesi olası mıdır? Elbette kendince ön planda duran ne varsa tartacak, irdeleyecek, arada katılıkla sorgulayacak, yargılayacaktır. Öznenin bir yakınısı da yalnızlıktandır. Her zaman yerinde bir yakını mıdır bu? Hele özne, varsaydığımız üzere bir yaratıcı ise? Bu yaratıcılık sürecinde hayat elbet yalnız kalmak yoluyla da sık sık yitir(il)ecektir de. Belki tam anlamıyla yitirmek de değildir o. Kendine sözcükler aracılığıyla daha nitelikli, daha değerli bir hayat kazan(dır)maktır. Yoğunlukla dile getir(il)mese de öznenin sürekli kendisini didiklemesinde sosyal / toplumsal ortamların da önemli bir payı olduğu söylenebilir. Özne, gerekli olmadığı sürece kimsenin kimseyle ilgilenmediği, kimsenin kimseye rahatsız edici gözlerle bakmadığı sosyal ortamlarda, sözgelimi öyle bir İstanbul’da ömür sürebilseydi, sanıyorum ki roman yer yer de apayrı diyemesek bile farklıca bir düzlemde ilerleyebilirdi. Oysa günler geceler, aylar, yıllar neredeyse her zaman dört duvar arasındadır! Umulan, aranılan nasıl bulunacaktır bu durumda? İRDELEYİCİ ROMAN Roman, okura sık sık sorular da sordurur. Örneğin yaşamın tadına ağırlıklı olarak hangisiyle ereceğiz? Bedenlerimizle mi, yoksa edim ve eylemlerimizle mi? Ya aradıklarımızı bulamadığımızda pes mi edeceğiz, diretecek miyiz? Diretecek ve doğuracağı bezginlik ve mutsuzluklara katlanacak mıyız? Yoksa bazen de oluruna bırakmak, en doğrusu mu? Bizde roman algısı hemen her zaman bu yöndedir: Zaman zaman düğümlenen, gize bürünen, okurun merakını canlı tutmayı gereksinen bir olaylar zinciri… Sen ve Kendin’de o bağlamda olaylar zinciri falan yok. “Sen” ve “kendin” kavramları üzerine, bu kadar kapsamlı ve derin bir irdeleme, irdeleyici roman kotarma da kolay değil doğrusu. Üstelik yalın ama bir o kadar da yazınsal bir dille… Okurun olaylar zinciriyle merakını ayakta tutmaksızın… Fakat “usta” nitelemesi de durduk yerde verilmiyor bir yazara. Bu özellikleriyle nasıl adlandıracağız Sen ve Kendin’i? “Psikolojik roman” olarak mı? Elbette! Romanımızın bu tür yönünden fazlaca varsıl olmadığını anımsarsak, yeni bir kazanım saymalıyız Sen ve Kendin’i. n KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. MERHABA B u hafta kapağımızda; Ulysses, Finnegan Uyanması, Sanatçının Gençlik Portresi, Dublinliler gibi kült yapıtların usta yazarı James Joyce yer alıyor. Joyce’un; büyük yapıtlarına zemin hazırlayan, bir kısmı zamanın gazetelerinde yer bulan, bir kısmı daha sonra gün ışığına çıkan, yine dilin derinliklerinde dolaştığı yazıları, İthaki Yayınları’nca Denemeler, Makaleler, Eleştiriler ismiyle yayımlandı. Ülkemizde yazarı en iyi bilenlerin başında gelen ve kitabın da çevirmeni olan Fuat Sevimay, James Joyce yazınını Cumhuriyet Kitap okurları için değerlendiriyor. Bu hafta üçüncü sayfamızda Adil İzci; edebiyatımızın usta kalemlerinden Necati Tosuner’in içsel ve toplumsal sorgulamaların bileştiği yeni romanı Sen ve Kendin’i irdeliyor. Alev Coşkun; İlhan Selçuk’un kült yapıtlarından; Kuvayı Milliyecilerin gerçek öyküsü ve bir kuşağın romanı niteliğindeki, Cumhuriyet Kitapları’nca 17. Baskı olarak iki ciltte yayımlanan Yüzbaşı Selâhattin’in Romanı’nı inceliyor. Miyase İlknur; Çağhan Uyar’ın, Altan Öymen’in sadece kişisel yaşamına değil Türk siyasi tarihi, özellikle de CHP’nin tarihine ilişkin pek çok bilinmeyene ışık tuttuğu Yaşamıyla ve Türk Siyasi Hayatında Altan Abi kitabını değerlendiriyor. Öner Kemal; Onur Öymen’in özellikle 1 Mart tezkeresi, AB ile ilişkiler, Kıbrıs ve Ermeni sorunu eksenlerinde son yirmi yılın siyasal gelişmelerini ele aldığı Baskılara Direnirken kitabını merceğe alıyor. Onur Bilge Kula; ‘Hellas özgürdür artık!..’ başlıklı yazısında, Türk karşıtı imgelerle dolu olduğunu imlediği Victor Hugo’nun Oryantaller’ini, Y. Bekir Yurdakul; Süleyman Bulut ve Hacı Bulut’un Pullarla Atatürk kitabını; Bahar Gedik; Tülin Kozikoğlu ve Deniz Üçbaşaran’ın buluştukları, Aman Nazar Değmesin ve Bir Tanecik Oğlum kitaplarını ve Mehmet Utku, Kadir Serkan Selçuk’un Ayrık Otu Mümin Karaoğlu İle Söyleşi kitaplarını değerlendiriyorlar. Vitrindekiler ve Mustafa Başaran’ın hazırladığı Bulmaca köşelerimizde keyifli bir düşün trafiği daha sizleri bekliyor. Sağlıklı bir yeni yıl dileğiyle... İyi okumalar... Editörden... cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap