Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
NİLGÜN ÇELİK’TEN ‘GELENLER’ Edebiyatımızda yeni bir kadın sesi Gelenler (İndie Kitap), Nilgün Çelik’in ilk verimi olmasına karşın, belli bir yaşam ve duygu olgunluğunu yansıtıyor. Kendine özgü bir öykü dili oluşturabilmiş bir yazar var karşımızda. Kalemi kısa, kesik planlarla bir mekânın tümünü izleyiciye gösterebilen bir kameraya benziyor. Yazarımız kamerasını ailenin kapalı kutusuna ve bu kutunun uzantıları olan yakın ilişkilere çeviriyor. Öyküler kimi kez bir uçlarıyla ve kadınların açısından toplumsal / siyasal dertlere dokunuyor. ERENDİZ ATASÜ A ile… Sevginin dayanışmanın mekânı, insanı hayata hazırlayan koza… Ve isteyerek istemeyerek açılan yaralarla sızılı bir yer… Kim ailenin kapalı kutusundan hiç yara almaksızın çıkabilmiş ki… Nilgün Çelik, Gelenler (İndie Kitap) isimli öykü kitabında; dar gelirlerin, ailenin ve yakın ilişkilerin dar alanını büsbütün daralttığı toplum kesimlerinden seçmiş öykü kişilerinin çoğunu ve ne görüyorsa onu cesur ama zarif bir dille canlandırmış. Bu iyice daralmış alanda şiddetin eli kulağındadır; etkinlik imkânı neredeyse yaşamın her alanında kısıtlanmış erkek bedenler, varlıklarını en yakınlarındaki dişi bedene dayatmakta sakınca görmezler. Ataerkil kültürün en yoz halidir yaşanan! KAPALI KUTU; AİLE Bu ortamda hayat her an trajediye dönebilir, masum bir ergen oynaşması cinayetle bitebilir (Acur); anaların eli ve dili bağlı, insestin ise eli kulağındadır! (Kaç Ölüm). Taciz ve tasallutun da, ama erkek erkeği tutar, ya da erkek erkeğe boyun eğer; ve suç, kayınpederin tecavüz ettiği gelinin hanesine yazılır, babasına karşı çıkamayan koca tarafından (Sürgün Yeri ). Aile, sırların saklandığı kapalı kutudur; gerçekler yalanlarla örtülür, kimi kez bu yalanlar gereksiz öçlere yol açar (Öç); kimi kez bastırılan nefret öyle sinsice büyür ki bir de zorunlu ağır hasta bakımıyla birleşti mi, iş cinayete kadar varabilir, kapalı kutuda gizlenecektir suç (Çatışma). Mahalle, tutucu ortamlarda ailenin biraz geniş şeklidir; dayanışma vardır elbette, ama tutucu ahlaka sığınarak baskı koyma, birbirini gözetleme, birbirini engelleme de vardır. İki özgür yetişkin bir türlü gönüllerince bir “vuslat gecesi” geçiremeyeceklerdir, “yeni parlattığı bıçağını kapıp da” (s.23) hırsız avına çıkan komşular yüzünden; hayat trajikomediye döner, kimse yaşamına sahip çıkamaz! (Ödünç Yaşam). Yaa çocuklar… Bir çocukta yara açan nedir, kestirmek o kadar da kolay değil; yara acıtmaz olunca kapandı mı demektir, yoksa açılan yara yetişme çağındaki çocuğun kişiliğini mi biçimlendirmiştir? Öykülerle tema bütünlüğündeki kapak tasarımı bize, saklıda yürüyen birtakım işleri, yarım yamalak tanık olduklarına kim bilir ne anlamlar yükleyerek izleyen küçük bir çocuğun meraklı ve afallamış yüzünü göstermektedir. Anneye duyulan ihtiyaç tam doyurulamazsa ne olur?... Zihin ve duygular, sinir sistemine neyi nasıl kaydeder? “Anneyi kan kırmızı belliyor. Kaydediyor.” (s.60). En güzel ve en cesur hikâyelerden biri Geri Alma, hep görmezden gelinen kadın eşcinselliği üzerine; sınıf atlama tutkusu yüzünden kopan ve gene de kopamayan bir ilişkiyi anlatıyor. Kahramanlardan Ecem’in cinsel yönelişi bellidir, ne istediğini bilen bir kişidir, ama âşık olduğu kadın yani yoksullukla varsıllık arasında, lezbiyen aşkla evlilik arasında kararsız salınan Aslı da öyle midir? Aslı, para karşılığı cinsellik sunan bir annenin küçük kızı olmayaydı, yalnız ve ürkütücü gecelerde arkadaşı Ecem’in sıcaklığına sığınmayaydı, Ecem’e âşık olacak mıydı? Çamur aile içi şiddet ve tecavüzün erkek çocuktaki etkilerine bakan ilginç bir öykü. Dededir tecavüzcü; ve annedir kurban; erkek çocukta ise ataerkil kültür geri teper, yetişkinliğinde erkeklere karşı kavgazan ve saldırgan olacak; kadınlara ise eli kalkmayacaktır. AİLE İÇİN ŞİDDET VE TECAVÜZ! Aile sevginin ve şefkatin de ocağıdır, ama yaşam acımasızdır, ölüm ve ayrılık vardır, özlem vardır; sevilen teyze gurbete gider (Özlem); sevilen baba yitecektir (El Feneri), acıyan yürekleri kederin karanlığında bırakarak… ‘gün susuyor, toprak konuşuyor’ (s.91). Öyküler kimi kez bir uçlarıyla ve kadınların açısından toplumsal / siyasal dertlere dokunur: Gelenler öyküsünde, ölüm acısına mahalle hocasında derman arayan kadın şehit duludur; Özlem’deki teyzenin kocası, ya ülkede karnını doyuracak bir iş bulamadığından, ya da siyasi mülteci olarak gitmiştir yurtdışına, vs. Konular ve yaklaşım önemlidir tabii, ama asıl önemli olan insan acısının derinliğini, şiirsel dokunuşlarla birkaç sözcükte verebilen dildir. n AYÇA ERKOL’DAN ‘BİR KIŞ GECESİ MİSAFİRİ’ Bir Kış Gecesi Misafiri, Erkol’un üçüncü öykü kitabı. Yazarın özgün biçemde Yalnızlaşan kalabalıklara... soruları, kısa çıkarımları, incelikli psikolojik tahlilleri ve atmosferiyle örülü altı öyküsünden oluşuyor. ÖZGÜR ÇIRAK A yça Erkol’un Hiç Aklımda Yokken, Sonra Sincaplar Geldi’den sonra yayımlanan üçüncü öykü kitabı Bir Kış Gecesi Misafiri (Alakarga Yayınları), özgün, altı öyküden oluşuyor. “İki Çiçek Bir Ardıç Kuşu” kitabın ilk öyküsü. “Terliklerin üstünde altın rengi işlemelerle, havada olan ayağını istemsiz sallıyordu. İşlemede iki çiçek, bir ardıç kuşu. Ayakla birlikte onlar da sallanıyordu.” Bu iki çiçek ve ardıç kuşu öyküdeki sıkışmışlığın, kurtulamamanın imgeleri. Arada bir sallanan terlikle canlanır gibi olsalar da aile ilişkilerinin içinde bir desene dönüyor hatta karikatürleşiyor. Atmosferiyle beni saran bu öyküden karşımda arada sallanan bir ayak, iki çiçek ve ardıç kuşu kalmışken ikinci öyküsü “Saklambaç”ı okumaya başladım. İlişkileri tersyüz eden kapitalist çağın, insan insanın kurdudur dedirten yalnızlaşmanın hatta insanı gezegendeki canlıların en zararlısı olarak gören gözün hikâyesi “Saklambaç”: “Yalnızlığı sevmekle kalmıyorum, başkalarının yalnızlığını da seviyorum. Yan komşularım fazla kalabalık. Evden her daim, buram buram yanık et kokusu yükseliyor.” Bu öykü aslında okuru sırasıyla; konu insansa ondan her şey beklenir, dedirten iki öyküye “Alain Delon” ve Bir Kış Gecesi Misafiri” öykülerine hazırlıyor. İNSAN, HAYVAN, TOPLUM! “Alain Delon” isimli öyküde bir grup lise öğrencisinin sırf kızlara “hava olsun” diye bir sokak köpeğini sahiplenmeleri ve peyderpey hayvan hakları aktivisti olmalarını okuyorsunuz. Kitaba ismini veren “Bir Kış Gecesi Misafiri”nde ise güçlü bir kadın, toplumun kabullerini gülerek sarsıyordu. “Karı gibi gülmek” diye hakaretin olduğu bir dilde ince iğneler batırıyordu bu bilinçli seçim. En sevdiğim öykü “Çay Saati” oldu. Fırından yeni çıkmış ıspanaklı böreğin bir öyküye de lezzet katabileceğini hiç düşünmemiştim. Ayça Erkol, kulağı dolduran, öykü kâğıt üzerinde bitse de akılda devam eden öyküler yazıyor. “Bir Kış Gecesi Misafiri” kapınızı çalsın, anlatacakları var. n 6 17 Aralık 2020