Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Dil ve Söylemde Sıkışan Eleştiri Siyasetten felsefeye, güzel sanatlardan edebiyata, her alanda eleştiri dil ve söylem analizine sıkışmış durumda. Moda düşünürler idealizmi yineleyip dururken dil ve söylem analizinden ivme alıyorlar. Edebiyat da, “her şeyden önce dil sorunu” Sdeğil, “her şeyden önce edebiyat sorunu”dur. iyaset bilimi alanındaki çalışmaları ülkemizde de ilgi görmüş olan Ernesto Laclau ve Chanthal Mouffe, Hegemon Berkeley’in “dış dünyanın öznenin algıladığından başka bir gerçekliği bulunmadığı” tezi, zaman içinde kimseyi kandırmadığı için, “varlık fenomen epistem” zinciri, epey “loji” (ontolo nelemekle sınırlı kaldığını anımsatıyor. Aynı Mach, Paul Feyerabend’in, Türkiye’de de ilgi gören Akla Veda kitabında önemli kaynaklar arasındadır ve adı Einstein’ın adının yanına ya ya ve Strateji adlı kitapla ji, fenomenoloji, epistemoloji...) ürettik zılmıştır! rı çerçevesinde gelişen tartışmalarda, ten sonra, dil ve söylem analizlerinde Cornforth da, mantıkçı pozitivizm Marx’ın felsefî anlamda “idealist” yön sıkışmış bulunuyor. Laclau ve Mouffe ve pragmatizmin, eninde sonunda an leri bulunduğunu öne sürecek kadar ikilisinin Saussure ve Wittgenstein’den lambilimden ve semiyolojiden, yani dil keskin “materyalist” bir görünüm ser medet ummaları, bu yüzden. Aslında, ve söylem analizlerinden medet umar gilediler. Marx’ın tezlerinin süreç için tarih tekerrür etmiyor ama felsefe hep duruma düştüğü saptaması yapıyor. de sürekli değerlendirilmesi ve eleştiril tekerrür ediyor. Lenin, Rusyalı “ampi Dünyada ve kırk yıldır da ülkemizde et mesi, bizzat Marksizmin bir gereği ise, riokritisist” teorisyenlerin 19. yy. Al kin olan yapısalcılık ve onun “loji” eki neden olmasın? Gel gelelim, “Marx’ın man düşünürü Ernst Mach’ın dış dün almış biçimi olan, yanlış bir adlandır idealizmini saptamak için” başvurulan yanın varlığını öznenin “duyum”larına mayla “göstergebilim” denilen yakla “materyalist” kaynaklar ilginçti: Saus sıkıştıran tezlerinden bir adım öte şım tarzı, köklü ve sağlam argüman sure, Wittgenstein, Popper! “İdealist” de olmadıklarını savunmuştu. Mauri larıyla değil, “zararsız” sayılmasının Marx’a karşı çağdaş idealizmin ağa ce Cornforth da Pozitivizme ve Prag sağladığı “meşruiyet”le materyalist fel babaları! matizme Karşı Felsefeyi Savunmak ki sefe karşısında yer tutmuştur. Onun tabında, Viyana Çevresi düşünürleri cephaneliğinden alınan kavramlarla FELSEFE TEKERRÜR EDER nin ve onlardan etkilenmış olan Bert Marx’ın teorisi bile bir “dil olgusu”na, Laclau ve Mouffe’a göre, söylem sa rand Russel’ın “dış dünya bilgisi” ko bir “text”e indirgeniyor, hakkında “ana dece dilsel olan öğeleri değil, dildışını nusunda savunduklarının, Mach’ı yi liz” destanları diziliyor. Herkes Marx’a da içerir. Nesneler, “salt varolan şey ler” değildir, onları her zaman “söy lemsel eklemlenmeler” içinde buluruz. Nesnelerin çıplak varlığı sadece bir so yutlamadır, bu varlık ancak “söylem sel bütünlük” içinde ve açık uçlu bi çimde kendisini ortaya koyar. “Söy lem Çözümlemeleri ve Edebiyat” baş lıklı yazımda (Edebiyat ve Öteki Alan lar, İkaros Y. 2015) bu yaklaşımı eleş tirirken, şöyle demiştim: “Bu yaklaşım la, sözgelimi kedinin ‘ciğer’i herhan gi bir ad koymadan nasıl bilip tanıdığı nı saptamak güçleşiyor; önce dillerini geliştirmeleri, söylem çalışmaları gere kiyor!” İki akademisyen, Marx’ın tarih sel öznesi “proletarya”yı da bu görev den azledip, yerine “marjinallerin kitle hareketleri”ni yerleştiriyorlardı. Bu du rumda, “Biz Marx’ı terk edip idealizmin safına geçtik” demeleri dürüstçe bir davranış olurdu ama idealizmin şöhreti artık o kadar kötüydü ki, o yüzden ide alizmi Marx’a yakıştırmayı, kendilerine de geçip onun “post”una oturmayı uy gun buldular. Ernesto LaclauChantal Mouffe 14 4 Temmuz 2019 karşı Laclau ve Mouffe gibi insafsız değil, Derrida’dan Zizek’e, Marx’ın teorisi, Olimpos tanrıları Saussure’larla, Freud’larla, Lacan’larla tartılıyor, armut ile elmayı kıyaslamaktan öteye geçmeyen kimi benzeşmeler üzerinden ona “öncülük” bile bağışlanıyor. Örneğin, hiper aktif bir tarzda ortaya koyduğu yığma ve eklektik görüşlerinde kerametler aranan Slavoj Zizek, Marx’ın meta analiziyle Freud’un rüya analizi arasında parallellikler üzerine döktürürken ya da Marx’a Lacan’ın kimi tezlerinin öncülü olmayı (!) lutfederken, sonsuz benzeşmeler alanını haliyle dil ve söylem üzerinden kat ediyor. “HER ŞEYDEN ÖNCE” EDEBİYAT Peki, bu kendi hüsnüne hayran, hiper aktif bir koşuyla yoklamadık (acaba ilk harfi değiştirip yerine alfabenin ikinci harfini mi koysaydık?) alan bırakmayan, “sonsuz”un betimlemesine girişmiş süslü yazılar, hangi dertlere derman oluyor, hangi pratik soruna çözüm getiriyor? Kuşkusuz, insanlık tarihi boyunca “bilme” süreci de gelişir ve paylaşılır, bu her kuşağın dinmek bilmez bir dinamizm ile yaşadığı doğal süreçtir. Ancak bu bile, “üretim biçimi”nden arınık değildir ve sürekli gerekli gereksiz “meta” üretmesi, sürekli “yenilik” yapması doğası gereği olan kapitalizm çağında “bilgi”nin de metalaşması ve benzer süreçleri izlemesi kaçınılmaz olmaktadır. Eğitim sisteminin akademisyenleri “performans”a şartlandırması, araştırmaların amacından saparak, eski bilgileri tekrarlayan ya da kılık değiştirerek dolaşıma sokan sözde teoriler üretmelerine yol açmakta, dahası pek çok akademisyende bunları akademi dışı alanlarda da değerlendirme hevesi uyandırmaktadır. Hatta çoğu, bu alanın sağladığı ego tatminine daha fazla ağırlık verir durumdadır. Oysa teori, pratikte karşılaşan sorunlara çözüm bulmak içindir ve beylik deyişle, pratikte sınanır. Gel gelelim, ömrü eviyle kampüs arasında geçen akademisyenlerin dil ve söylem alanı dışında bir pratik bulma şansları yoktur; o zaman gelsin betimleme ve benzeştirme labirentlerinin sonsuz döngüsü... 1980’lerin başında, ilgili ilgisiz herkesin ağzında yer tutmaya başlamıştı, “edebiyat her şeyden önce dil sorunudur” sözü. Edebiyat nasıl “her şeyden önce” ruhbilim sorunu, tarih sorunu, felsefe sorunu, sosyoloji sorunu... değilse, “her şeyden önce” dil sorunu da değildir, çünkü edebiyat her şeyden önce edebiyat sorunudur. Evet, dil belki öteki disiplinlerden daha fazla girer edebiyatın içine, çünkü edebiyatta içerik olmakla kalmaz, aynı zamanda ona taşıyıcılık da yapar, başka deyişle dıştan da edebiyatı çerçeveler, ama edebiyat salt dile indirgenemez, salt dil üzerinden değil, çok daha fazla olarak içeriğinin gönderimleri üzerinden “değerleme”ye tabidir. Gel gelelim, ülkemizde ve dünyada, alanında uzman ama edebiyat kültürü fakir bir çok dilbilimcinin edebiyat eserlerine salt dilin kullanımıyla sınırlı yaklaşımları, “edebiyat eleştirisi” işlemi görmekte. Oysa, eski alaylı eleştiri bile, bu mekanik eleştiriden çok daha dirimseldi. n