05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

>> dolu bir biçimde değindiği İspanyollara özgü uslanmaz bir “hayatı trajikleştirme” eğilimine sahipti. Italo Calvino’nun Gelecek Binyıl İçin Altı Öneri’sini biliyor musunuz? “Hafiflik, hızlılık, kesinlik...” diye sıralamıştı. Hafiflik en başta geliyordu. Calvino’nun kitabı İtalya’da 1985’te yayımlandı, yani benim İspanya’da Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi’ni yayımlamamla aynı tarihte. Calvino’yu okumamama rağmen ben Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi’nde hafifliğe dair bir tez ortaya koyuyordum; çok önceleri Quijote’de mevcut olan bu unsur, Cervantes’in kitabından sonraki dönemlerdeki İspanya edebiyatında arka plana itilmişti. “YAZARLARA ŞEFKAT BESLİYORUM” n Ve bu topluluğun kahramanları aslında dünya edebiyatının da önemli isimleri. Bununla beraber yazarlara olan tutkunuzu da konuşmak isterim. Paul Auster de aynı noktaya temas etmiş sizden bahsederken. Sadece yazdıkları değil az önce sözünü etiğim gerçekkurmaca ikilemi doğrultusunda biyografileri de ilgi alanınızda yazarların... n New York’ta izleyicilerin karşısına çıktığımız bir buluşmada Paul Auster bana “yazarlara şefkat beslediğimden” kuşkulandığını söylemişti. Bence tam üstüne basmıştı. Yazarlarla ilişkim daha iyi açıklanamazdı. Hayatlarını sürdürmek uğruna neler yaptıklarını anlamak için yaşamlarını gözlemlerim. Yazın aracılığıyla hayatımı sürdürmek benim için hep zor bir şey olduğundan başkalarının bunu nasıl başardığını görmek ilgimi çeker. n Kendi entelektüel biyografiniz ne kadar kaplıyor peki metinlerinizi? n Kendi entelektüel geçmişim, tahminimce metinlerimde hayati önem taşıyor. Bir yazarın yaşamöyküsünün en ilginç kısmının, yazarın başından geçen maceraların kronolojik hâlde yazıya geçirilmiş tarihçesinden ziyade üslubunun tarihçesi olduğunu söyleyen Nabokov’a katılıyorum. n Yazdıklarınızda gerçek ve kurmaca arasındaki alışveriş aynı şekilde türler arasında da mevcut. Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi örnekse; denemeyle kol kola ilerleyen bir roman. Yazacaklarınızı nasıl yazacağınızı belirleyen ne? Metin mi size yol gösteriyor, yani siz mi metnin peşine takılıyorsunuz? Yoksa metne yön veren siz misiniz? Yazdıklarınızla kurduğunuz ilişkiyi merak ediyorum... n Kitaptan kitaba değişen bir ilişki bu. Ama genelde kendimi gidişata bırakıyorum. Bir müsvedde meydana getiriyorum. Ardından da müsveddelikten çıkana kadar düzeltiyorum, yani ilk başta amaçladığım anlamı kazandırmayı başarana kadar. Bu anlam bildiğim bir şey olmaktan çıkana dek kitabı bitmiş saymıyorum. n Okurluğunuz hakkında ya da okuma matematiğiniz hakkında da bir şeyler öğrenmek isterim. Çünkü kaleminizden çıkanlar bir yazardan önce bir okurun verimi her zaman... n Benim yazan bir okur olduğumu söyleyebiliriz. Gerçi bu esnek bir ifade. Belki de ben aslında günün birinde iyi bir okur olmayı başarabilmek için yazan biriyimdir. “AMACIM; BİR ‘YAZAR ESERİ’ MEYDANA GETİRMEKTİ” n Sizi yazmak için harekete geçiren dürtü nedir? Türkçede yeni yayımlanmış romanınız örneğin ya da daha önce okuduğumuz Dublinesk ya da Kessel’de Mantık Aramak veya Montano Hastalığı... Hangi refleksle sizi yazı masasına oturtan romanlar bunlar? n Yine genelde denemeci ve şairlerin işgal etmesine alıştığımız bir yerden yola çıkarak kurmaca yazan sese döndük; kendini düşünmeye adayan yazarla yeniden buluşuyoruz. Bu sesin size şimdi söylemek istediği şey, benim meselemin aslında hayli basit olduğu: İlk andan itibaren, amacım başta mantık açısından epey kusurlu olsa da bir “yazar eseri” geliştirmekti. 1960’larda sinemaya, resme, şiire tutulmuştum ve o dönemde sürekli “yazar eserleri”nden bahsedilirdi (yani yeni yolları keşfe çıkan eserlerden, keşfe çıkmayanlardan farklı olarak). Zamanla, yazın aracılığıyla, kendimi daha iyi tanıdım, iç gözlem yaparak ve benliğimi idrak ederek kendi gerçekliğimi mutlak biçimde benimsedim. “Bu benim öğretim değil, çalışmam ve dersi çıkaracak olanlar başkaları değil, benim,” diyordu Montaigne. Bana göre, insanın başlıca ahlaki yükümlülüğü kendisi olmaktan geçer. n Yavaş yavaş kaybolan bir dünya sizin başkentiniz; kitapların ve yazarların dünyası... Yazdıklarınızı, kitaplardan ve edebiyattan “modern” zamanın saldırılarına karşı inşa edilmiş kaleler gibi okumak mümkün mü? n Şayet eserlerim beklenmedik bir mucize sayesinde zamana yenik düşmemeyi başarırsa büyük ihtimalle edebiyatın nihayet kendi kendini amaçlayan şeye dönüştüğü bir döneme dair tanıklık olarak görülecek: Tanrı’dan muaf, dış dünyanın mazeretlerinden muaf, kendisini besleyecek ideolojiden muaf, özerk bir alan gibi; bu görüş vücut bulmaya Flaubert, bilhassa Mallarmé ile hatta onlardan önce başlamıştı. Edebiyatın gücü de en azından Mallarmé’den beri buradan gelmiyor mu zaten? Çıkış noktası, gücün kendisinden öte bir yetkinlik iddia edemeyecek kişiler olan özel bir güç bu. Hayatta kaldığı takdirde, yazınım bir dönemin tanığı sayılacak; yok oluşun kıyısındaki edebiyatı canlı tutmanın tek yolunun onu her şeyden arındırarak tam da bu amacı güden bir bilinçle yazmak ve her şeye rağmen edebiyat bilincini genişletmeye çalışmak olduğu bir döneme. n Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi / Enrique VilaMatas / Çeviren: Emrah İmre / Can Yayınları / 104 s. Söyleşinin çevirisi için Emrah İmre ve Murat Erşen’e teşekkür ederiz. KItap 1117 Ocak 2019 Edebiyatımızın usta kalemi Refik Durbaş’ın anısına… Zuzu tatlı mı tatlı meraklı mı meraklı bir çocuk. Babasıyla birbirinden güzel maceralar yaşıyor. Zuzu’nun maceraları devam ediyor. Mahallenin kedisiyle tatlı bir dostluğa, bir çocuğun babasıyla ilişkisine dair sımsıcak bir hikâye… Usta şairin en yaramaz ve muzip şiirleri Deniz Üçbaşaran’ın çizimleriyle hayat buluyor. Efsane bir kentin köşesini bucağını, geçmişini, tüm renkli hikâyelerini merak eden herkese… hepkitap hepkitap hepkitapp hepkitap.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear