Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
NURCAN BAYSAL’DAN “O SESLER” ‘Sur’da yaşananlar yuvanın yıkımıydı’ “O Sesler”, bombardıman altındaki bir şehri, Diyarbakır’ı anlatıyor. Nurcan Baysal, yüz gün boyunca Sur’da yaşanan çatışmaların şehri nasıl etkilediğine, bombardıman altındaki şehirde gündelik yaşamın nasıl aktığına, farklı kesimlerin bu dehşeti nasıl deneyimlediğine odaklanıyor. Baysal’la süreç boyunca hem ülkenin batısında hem de bölgede ön plana çıkan değerlendirmeleri konuştuk. MELISA BULUT O Sesler, hangi duygularla yazıldı? ‘Sur’a ve Sur’da yitirdiklerimize’ adanmış kitap... Bu bağlamda ‘kayıp’ duygusu elbette kitabın duygusal merkezini meydana getiriyor. Bunun yanına başka neleri koyabiliriz? n O Sesler’i yazarken anlatmak istediğim temelde şuydu. Bir savaşın içinde yaşamın nasıl devam ettiğini göstermek ve bunu yaparken “görünmeyeni görmek”, “görünmeyeni” yeniden düşünmek ya da insanları “görüneni” farklı açılardan görmeye davet etmek. Elbette ben de yazar olarak bu savaş sırasında her şeyi gördüğüm iddiasında değilim, sadece belli karakterler ve hikâyeler üzerinden insanları tekrar düşünmeye davet etmek istedim. Tabii ki en büyük acıyı yaşayanlar yakınlarını, sevdiklerini yitirenler. Kitabı yitirilenlere adadım çünkü biz bir şekilde yaşamlarımıza devam ediyoruz, onlarınki son buldu. Onları unutamayız. n Duyguların yanında siyasetin de içinde önemli yer kapladığı bir dünyayı anlatıyorsunuz. Şunu hatırlayalım istiyorum: Nasıl bir siyasi süreç Sur’da yaşananları getirdi? n Aslında Sur’da ve diğer Kürt kentlerinde yaşanacaklar geliyorum diyordu. 2015 bahar aylarında bölgede yaşayanlar olarak bunları hissetmeye başlamıştık ancak bu noktaya gelebileceğini düşünmüyorduk. 28 Şubat Dolmabahçe süreci, daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dolmabahçe’yi tanımadığını söylemesi, Nisan’da Ağrı Tendürek’teki çatışma ve askerlerin yaralanması, 5 Haziran’da Diyarbakır’da HDP mitinginde patlayan bomba, Suruç ve sonra IŞİD’le mücadele diye başlatılan hava operasyonunun, İŞİD’le mücadele eden Kürtleri vurması. Tüm bunlar zaten başka ve daha şiddetli bir döneme gireceğimizin habercisiydi. Diğer Kürt illerinde olduğu gibi Sur’da da evlere gece baskınları ve yoğun gözaltılar başlamıştı. Ağustos 2015’te Sur’da kazılmaya başlayan hendekler, bu gözaltı ve ev baskınları furyasına karşı yapılıyor görünüyordu. O dönem konuştuğumuz mahalle sakinleri ev baskınları ve gözaltılardan şikâyetçiydi. Sonra Ağustos’ta özyönetim ilanları oldu. Özyönetim ilan edilen yerlerden biri de Sur’du. Devletin özyönetim ilanlarına verdiği cevap, sokağa çıkma yasakları ve şiddet oldu. Devlet şiddetine paralel hendekler de çoğalıp farklı bir boyut kazanmaya başladı. “TARİHE NOT DÜŞME ZORUNLULUĞU HİSSEDİYORUM” n Gündelik yaşamın tarihine ‘acı’ bir katkı aynı zamanda kitabınız. Bombaların patladığı bir şehirde hayatın nasıl devam ettiğine dair can yakan bir tecrübeler toplamı. Siz de oradaydınız. Nasıl bir yaşamak isteğiydi çevrenizde gördüğünüz, biraz bahseder misiniz? Bir şehir yıkılırken bir can neleri taşıyor yüreğinde, zihninde ve yaşamında? n En çok sarıp sarmalayan duygu utanç oluyor. İnsanlar ölürken hiçbir şey yapamamanın utancını yaşıyorsunuz. Elbette çabalıyorsunuz; protes tolara katılıyorsunuz, Sur’a girmeye çalışıyorsunuz, Sur’daki insanlarla dayanışmayı örgütlemeye uğraşıyorsunuz ama yetmiyor. Ölümü ve yıkımı önleyemiyorsunuz. Ölüm çok yakınınızda, bazen sadece 100 metre ötenizde. Öte yandan kendinizin de öldürülebilir olduğunu biliyorsunuz. Her gün, “Çocuğu okula yollasam mı, yollamasam mı?” ya da “Yollarsam akşam eve dönebilecekler mi?” diye düşünüyorsunuz. Çocuklar her şeyin farkında, her bombayla irkiliyor, “ölmek istemiyoruz” diyor. Onlara “ölmeyeceklerini” söylüyorsunuz. Bir yandan onların ruh sağlığını düşünüyorsunuz, yaşamla bağlarını devam ettirmeye çalışıyorsunuz, öte yandan da “Ya Sur’un çocukları” diyorsunuz... Bombardıman altında bile olsa yaşam devam ediyor, etmek zorunda kalıyor. Çocuklar okula, hastalar hastaneye götürülüyor, doğum oluyor, ölüm oluyor. Akşam eve gelip çocuğa hiç değilse bir tas çorba yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bu size çok ağır geliyor. Sonra nasıl bir insanım ben diyorsunuz, Sur’dakiler ölürken ben yemek mi yiyorum şimdi! Hayat durmalıymış gibi geliyor ama durmuyor ve bu çaresizlik etrafınızdaki herkese ve kendinize karşı da büyük bir öfke beslemenize yol açıyor. n Hem yaşayan hem yazan tarafta olmak nasıldı peki? Zor olsa gerek... n Çok zordu. Yazma sorumluluğu hissediyordum. Bir yandan da Sur’la dayanışma kampanyalarını örgütlüyip insan hakları kurumlarıyla birlikte yerdeki cenazeleri kaldırmaya çalışıyordum. Oradan oraya koşturduğum bir dönem yaşadım. Dursam, kalbim de duracakmış gibi geliyordu. O dönem öfkeyle yazıyordum, çığlık çığlığa... Bugünden o dönem yazdılarıma baktığımda öfke görüyorum; Batıya, Türklere, kendimize... Fakat zamanla çığlık atmayı bıraktım. Belki çığlıklarımın karşılığı olmadığını hissettim, belki ben de herkes gibi ölümlere alıştım, bilmiyorum ama çığlık atmayı bıraktım. Yazdıklarıma da bu yansıdı elbet. Ama bugün hâlâ zaman zaman yazmayı sorguladığım dönemler oluyor. Bazen susmak, bazen de yazmak beni utandırıyor. Yine de yazma isteğim daha ağır basıyor çünkü geriye resmî tarih değil, hakikatin tarihi kalsın istiyorum. Tam da bu nedenle tarihe not düşme zorunluluğu hissediyorum. “İNSANLAR SINIRLI KATEGORİLER İÇİNDE YAŞAMAZ” n Meselenin bir de Sur’da bunlar yaşanırken ülkenin batısında neler yaşandığı, konuşulduğu ile ilgili kısmı var. O Sesler, buna bakarak nasıl bir hesaplaşma ya da iç hesaplaşma imkânı verdi size? Dahası okurlarına bu hesaplaşmalardan geçerek nasıl bir anlayış kanalı açmayı amaçlıyor? n Kitap boyunca hem batıyla hem de bölgenin kendi içindeki algı ve kategorizasyonlarla bir hesaplaşma var. “Görmezden gelmenin” bir aracı olarak sömürgeleşmenin getirdiği hegemonik ilişki, diğer aracı ise kategorileştirmektir. Hem Batı hem de Kürt hareketi bu kategorileştirmeyi yoğun olarak yaptı. Oysa insanlar sınırlı kategoriler içinde yaşamaz. Hendek kazanlara kızan dükkân sahibi sadece kendi çıkarını düşünen bir “kapitalist” ya da hendekteki gençlere yemek veren yaşlı bir anne YPJ’li midir? Bir taraf yaşananı “terörist, hendek...” diyerek kategorileştirmeye çalışırken, diğer taraf ise “şanlı direniş” diyerek bu kategorileştirmeye yöneldi. Oysa hayat böyle değil. İnsanlar sınırları net çizgilerle ayrıştırılmış kategoriler içinde yaşamaz. Batı da Kürt hareketi de aynı hatayı zaman zaman yapmakta. Öykülerle şehrin bu savaşı nasıl yaşadığı üzerinden bu kategorizasyonu da aşmak istedim. Okurlara da bu anlayış kanalını açabilirsem ne mutlu bana. n Oya Baydar’ın Surönü Diyalogları kitabını da anmak gerek sanıyorum bu noktada. Baydar’ın kitabında verdiği ses ile ‘O Sesler’in kesiştiği noktalar neler? n Oya Baydar’ın Surönü Diyalogları bir Türk ve bir Kürt’ün diyalogları üzerinden bu yakıcı savaşı anlama çaba >>sıydı. Kesişilen noktalar ve ayrışı lan noktalar var elbet. Oya Baydar 12 28 Haziran 2018 KITAP