Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
BEDİA CEYLAN GÜZELCE’NİN YENİ ROMANI “SOYKA” ‘İnsanın suçla ilişkisini samimi bulmuyorum’ “Soyka”, Bedia Ceyla Güzelce’nin ikinci romanı. Güzelce, bir sorgu odası hikâyesi anlattığı yeni romanında, sevmenin öğretilmediği insanların trajedisini kelimelere bölüyor. Güzelce’nin kendine has üslubuyla gerçek hayatların gerçeküstü anlatımı var romanda. İlk romanı “1473” ile bir tarih sahnesini romanların dünyasına taşıyan yazar, bu kez toplumun kanayan bir meselesini edebiyat sahnesine taşıyor. Güzelce ile romanını ve hikâyenin hangi fay hatları üzerine kurulduğunu konuştuk. ıtır şen S oyka için kadın meselesinin merkezde olduğu bir suç romanı diyebilir miyiz? n Merkezinde kadına karşı işlenen her tür sözlü ve fiziksel şiddet adına; ailesinden, çevresinden sistematik bir şekilde kötü muamele gören bir kadının olduğu bir suç romanı Soyka. Önce bir lakap olarak söylenen ama sonra ona kendi adını bile unutturacak bir kader hâline gelen “Soyka” olmanın, zamanla soykalaşmanın hikâyesi. n Suç kavramını didiklemeye ne yöneltti sizi? n İnsanın suçla ilişkisini samimi bulmuyorum. Suçla kurduğunuz iletişim çok sancılı ve tamamen kendimizi kandırmak üzerine. En büyük suç bile en hızlı şekilde meşrulaştırılabiliyor. Yeter ki siz suçu “ne uğruna” işlediğinizden haber verin. Suçun tanımına baktığımızda; “Yasalara ya da ahlaka cem tükel törelere aykırı davranış, tutum” şeklinde bir açıklama ile karşılaşırız. Suç da dâhil, dünya üzerinde insana dair hiçbir şeyin standardı yok. İnsan öldürmekle birlikte her tür vahşi eylemin suçtan sayılmadığı koşullar oluşturuluyor. Oysa çocukluktan itibaren bizi suçtan arındırmak için çok çelişkili bir yöntem kullanılıyor: Suçlu hissettirme. Yani zaten çocukluktan itibaren başlayan bu suçluluk duygusu ilerleyen zamanda gerçek bir suç işlendiğinde daha fazla aşınmak yerine pekişiyor çünkü zaten kopma noktasında seyreden bir ruh hâli var. “HEM YAPISAL HEM DE DUYGUSAL BİR BOZGUN ZAMANI” n Romanda zanlıya değişik bir sorgu tekniği uygulanıyor. Kelimeler veriyor başkomiser, zanlı kelimelerin çağrıştırdığı şekilde sorgusunu gerçekleştiriyor. Hikâye boyunca bu kelimelerin eşyalaştığını fark ediyoruz. “Hayatın eşyalaşması” desek, ne anlatırsınız? n Babamı kaybettikten sonra bir terapiste gittim. İşte “Öyle oldu böyle oldu” diye anlatırken terapist sözümü kesti ve beni durdurup “Farkında mısınız, yaşadıklarınızı bir başkasının hayatını anlatır gibi anlatıyorsunuz” dedi. O zamandan sonra bu sözü çok düşündüm. Anılarımın benden uzaklaşması hatta eşyalaşması, bir zamanlar yaşadığım hayata bugün duyduğum yabancılık bendeki “eşyalaşma” hissini yarattı. Aşk da dâhil olmak üzere her şey eşyalaşıyor ve bunu biz yaratıyoruz. Duygular evreninin karanlık çağındayız bana göre. Hem yapısal hem de duygusal bir bozgun zamanı, elbette bunun roman ve her tür üretime yansıması kaçınılmaz. Eşya bana göre hiç olmadığı kadar güçlü artık; canlı ve cansız arasındaki ayrımın yavaş yavaş ortadan kalkması bunda etkili tabii. Birçok insanda eşyalaşma hâlini gözlemleyebiliyorum. “BİRBİRİMİZİ BİRAZ DİNLESEK...” n Sevilmemiş insanıları anlatmanın nasıl bir yükü var? Sevmek, sevgi öğrenilebilirse suç azalıyor mu? n Sevmeyi beceremeyen insanların hikâyesinin altından hep sevilmemiş çocuklar çıkıyor. Sevilmemiş insanlar da ha bire kendi acı miraslarının, karanlık deneyimlerinin üzerinde çocuklar yetiştirmeye çalışıyor. Adana, Ankara ve İstanbul’da uzun uzun yaşadım. Sevilmemiş insanların sevilmeme hikâyelerine, tek başıma kaldıramayacağım kadar fazla tanık oldum. Bu romanı yazarken bunları yeniden yeniden hatırlamak beni yıprattı. Yazma sürecinde yedi kilo verdim, hatırladığım o sevilmemiş insanların duygularını kaybetmemek için kendimi dış dünyaya kapattım. Suçtan arınmış bir toplumdan ziyade, tıpkı bu romandakine benzer biçimde kendini anlatabilen insanlar olabilsek birbirimizi biraz dinlesek bile sanki ortalık bir sakinleyecek gibi... n Soyka karakter olarak doğduğu andan itibaren sevilmemiş biri... Bu isimle çağrılmasının bu kelimenin anlamıyla büyük bir paralelliği var... Ne dersin? n Bu ismi ona bakıcısı Nalan yani çiftliğin beslemesi takıyor. Nalan, Soyka’nın babasına âşık ve onun bir başkasıyla evlenmiş olmasını asla kabullenemiyor. Bu evlilik bir cenaze, bir ceset onun için, evlilikten doğan çocuk da hâliyle o cesedin üzerinden çıkmış bir eşya.. Yani soyka kelimesinin tam anlamı. Hayatım boyunca çocuklara karşı yapılan acımasızlıklar ve tabii kendi çocukluğumu da katarak beni derinden etkiledi. Çocukları sadece kaybolduklarında ya da tecavüze uğradıklarında değil, onlara acımasız bir lakap takıldığında da var gücümüzle korumak, sevmek zorundayız. Bunun her birimiz için bir zorunluluk olduğunu anlamak için de anne baba olmaya gerek yok. Kimse kendini ölünün üzerinden çıkan bir eşya gibi hissetmemeli bu hayatta, bunu birbirimize borçluyuz. n Soyka / Bedia Ceylan Güzelce / Çınar Yayınları / 152 s. 4 6 Aralık 2018 KItap