Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
>> okuruz? n Bu oldukça karmaşık bir konu. Epey bir tarihi de var. On dokuzuncu yüzyıldan bakacak olursak benim manzumeden şiire geçiş dediğim şeyden meseleye bir olumluluk atfettiğim açık. Ama popülerite ve etkili olma gibi noktalardan baktığın anda, şiirin gerçek şiir olmaya başladığı zaman şiirin popüleritesini de kaybetmeye başladığı zaman oluyor. Kimse Edip Cansever’i vaktiyle Namık Kemal’in okunduğu kadar okumuyordu. n Ama Namık Kemal sizin deyiminizle “bağırıyordu”... n Evet, iyi bir şiir değildi Namık Kemal’inki ama etkili ve popülerdi çünkü demin de konuştuğumuz gibi şiir dediğimiz şeyin ötesinde birtakım işlevler üstlenmişti. Bunlar da toplumda genel kabul görüyordu. Özellikle Batı’nın dışında kalan dünyada; Batılılaşma, uluslaşma gibi süreçler hemen aynı tarihlerde yaşandı ve yine hemen herkes bu yola girdi. Bu zaman diliminde şiire çok önemli bir yer verdi herkes. Birkaç yerde bu önem verme dürtüsü öne çıkınca pek çok kesim de bu yoldan gitti. Ama şunu unutmamak gerek: Ulus devlet kurmak başka, şiir başka... Demem o ki şiire çok da üzerine vazife olmayan nitelikler yüklenmiş. Bahsettiğimiz popülerite ve etkinliği yaratan da bu durum oluyor. Sonra yavaş yavaş şiir kendini bu zeminden çekiyor ve gerçek anlamda şiir olmaya başlıyor. O zaman o nedenlerle şiir okuyup coşan adamlar, şiir okumamaya başlıyor. Sonraki şiiri de beğenmiyorlar doğal olarak. Böyle şiir mi olur diyorlar... “MODERNİST DEĞİL AMA MODERNLER...” n Çok doğru ama şöyle bir şey de var: Kitapta Garip’i anlattığınız bölümde, özellikle Orhan Veli neyi yıktığının farkında ve yıktığı şiiri çok iyi biliyor. Sorumuz şu: Modern şiirin oluşum sürecini Ahmed Haşim ve Yahya Kemal’den alıyorsunuz. Peki, onlar neyi yıktığının ya da neyin üzerine geldiklerinin farkında mıydı? n Bence farkındaydılar. Birbirlerinden farklı biçimlerde olabilir bu farkındalık çünkü çok farklı mizaçları olan iki adam Haşim ve Yahya Kemal. Ama ikisi de kendi şiir olarak bellediği olguyu iyi bilen ve bunun üzerine düşünmüş. Bir de muhtemelen mizaç farklılığı, dünya görüşü farklılığı olabilir ama ne olduğunu hâlâ tam anlamıyla tanımlayamadığımız “zevki selim” diye bir tabir var ki bu noktada beraberler işte. Bir şeyin zevkli veya zevksiz olduğunu okuyunca derhal anlıyorlar. Modernist değil ama modernler. Yani modernist denebilecek bir ideolojiyi benimsemiş değiller, tam tersine ikisi de geçmişe kuvvetle bağlı. n İkisi de aruz kalıpları üzerine yazıyor şiirini ama muhteva üzerine de epey düşündükleri belli... n Haşim için pek söyleyemiyoruz ama Yahya Kemal’e daha kolay neoklasik diyoruz... İkisi de yenilik peşinde, bu doğru çünkü zaten kendilerini bağlamak istedikleri geçmişte onlar gibi adam yok. Öncekiler kavanozun içindeki balık gibi. Haşim ve Yahya Kemal, kavanoza dışarıdan bakıp ben de öyle olsam diyen iki şair. Çok ciddi bir farka sahip bu bakış var oluş biçimi açısından. Yahya Kemal’de tabii bütün bir Osmanlı tarihinin belirli bir özüyle kendini özdeşleme çabası var, Haşim’de bu daha estetik bakışla sınırlı. “TOPLUM BIRAKMAZ İNSANI” n Şiirin yol haritasını toplumsal kırılmalarla birlikte okuyorsunuz kitap boyunca. Bu ne verir, ne gösterir bize? n Bu sorunun yolu sanat sanat için mi yoksa toplum için mi problemine kadar gider. Bana göre, sanat sanat içindir deyip kendini siyasi olaylardan çekmeye çalışan insanlar bile bir toplumun ürünüdür ve o toplumun ölçüleri dâhilinde toplumla ilgilenme ya da ilgilenmeme tavrını takınır. Toplum bırakmaz insanı; kendinden bağımsız kimseyi bırakmaz. Bu bağlamda şiiri anlamak da toplumda ne olduğuna büyük ölçüde bağlı. Ondan koparamazsın. Bütün bu sanat ve edebiyat konularında yapmaya çalıştığım; bilimin de alanı olan psikoloji, sosyoloji ya da iktisadı sanatın yönünü belirleyen halkalar olarak görmek... n Peki, bugünün şiirini aynı bakış açısıyla okumak mümkün mü? n Büyük bir dönüşüm var gibi geliyor, elimizde tutup hissedemediğimiz... Tüm bu elektronik ortam da bunun zeminini meydana getiriyor. Bütün o “tosuncular” mesela şimdi artık tuvalet duvarına yazmak zorunda değil. Ellerinde alet var artık, başka yerlere yazıyorlar. Bu aynı zamanda herkesin sanatın yalnızca alıcısı değil aynı zamanda üreticisi olduğu bir mecra yaratıyor. Tam anlamıyla gerçekleşmiş değil belki şu an ama yolunun açılmadığını da kimse söyleyemez. Onun için nefret etmesi gereken insanlar bile Orhan Pamuk’u sevebiliyor. Türk uçak mühendislerinin uluslararası bir başarısı yok ya da Türk hukukçuları büyük bir açılım sağlamadı... Ama sanatla uğraşan Türkler iyi kötü bir şey yaptı. Kitapta ele aldığım Ahmet Haşim ve Ülkü Tamer arası gelip geçmiş şairlerin, Hollandalı ya da Fransız şairlerden geri kaldığı kanısında değilim. Pekâlâ iyi şairlerimiz çıktı. Ayrıca Yaşar Kemal’imiz ve Yusuf Atılgan’ımız çıktı. Sanatla uğraşanlar en başarılılarımız ama en başarısı görülmeyenlerimiz de aynı zamanda. Aldıkları mükafat birkaç dava ve hapis oluyor genelde. Yani bu bağlamda zor şartlarda farklı işler yapabiliyoruz. Kürek yarışına gireceksin kayık yok. Dilin değişmesiyle kendilerini böyle bir durumda buluyorlar. n Ama kendilerine yeni kayık yapmayı biliyorlar... n Evet, yeni kayık yapıyorlar ve epey de yol alınıyor o kayıkla. Tüm dünyada şiirin son demlerinin yaşandığı bir dönemde böyle bir olay gerçekleşiyor burada. Tartışılması, üzerine gidilmesi gereken bir mesele. n Son olarak masada bekleyenler neler; onu soralım... n Oğuz Atay ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yazmak istiyorum; Yusuf Atılgan’ı yazdığım gibi... Bir de Sosyalizm kitabı kitabı yapmak istiyorum. Son büyük projem diyebilirim. “Boğaziçi Yalıları” gibi bir “Beyoğlu” kitabı yazma niyetim de var. n Şairaneden Şiirsele Türkiye‘de Modern Şiir / Murat Belge / İletişim Yayınları / 582 s. “ZOR ŞARTLARDA FARKLI İŞLER YAPABİLİYORUZ” n Büyük bir değişimden bahsettik az önce. Bir büyük değişim de Dil Devrimi ile beraber yaşanıyor. Gelenekten, gelenek şiirinden büyük bir kopuş... Buna rağmen kendi geleneğini oluşturuyor şiirimiz. Gelenek oluşturmak zaten başlı başına bir meseleyken eski ile kopuşun üzerine yeni bir gelenek inşa etme süreci nasıl gelişiyor? Sıkıntılı meseleler... n Genel bir Türk karakteri diye bir şey varsa onu biçimlendiren unsurlardan biri, başarı açlığı ve özlemi. “Toplum bırakmaz insanı; kendinden bağımsız kimseyi bırakmaz. Bu bağlamda şiiri anlamak da toplumda ne olduğuna büyük ölçüde bağlı. Ondan koparamazsın. ” KITAP 1525 Ocak 2018