Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
>> konuda edebiyat ve sanat büyük bir destek, güç kaynağı oluyor. O yüzden başka bir söyleşide, şiirin bir panzehir olduğunu söylemiştim. Zehirli bir dünyada iyi edebiyat, her zaman insana dayanma gücü veriyor. n Az önce gençlerden, öğrencilerinizden bahsettik. Neler öğrendiniz bu gençlerden, edebiyatınıza katkıları var mı? n Hayata bağlanmayı ve gençliğin müthiş bir dayanışma gücü olduğunu... Gençlik sadece delikanlılık demek değil. Bilgelik sadece yaşla değil, yaşamaktan korkmamakla ilgili bir şey. Gençlik öyle bir cesaret kaynağı olabiliyor insanlar için. Her şeyi göze alabiliyorsunuz: Tehlikeleri, dostlukları, âşık olmayı, kalbinizin kırılmasını... Bütün bunlar bir birikim sağlıyor ve gençlerden yılmamayı öğreniyor insan. Gözlerinin parlaması gerektiğini öğreniyor. Sesisinin kısılmaması gerektiğini, şarkı, türkü söylemenin, halay çekmenin güzelliğini öğreniyor. Coşkunun tükenmezliğini... Gençlik böyle bir şey ve gençlerle beraber yaşlanmamayı öğreniyor insan. Tabii yaşlanmayı da öğreniyor olabilir. Edebiyatıma kattıkları ve edebiyatla ilişkim bağlamında da alınabilir bunlar. “EDEBİYAT GERÇEKLERDEN KAÇIŞ DEĞİLDİR” n Kitaba adını da veren, Turhan Günay’a ithaf ettiğiniz şiirde, “Hem şiir bir kaçış mıdır tarihten, siyasetten,/ havasız bir sığınak o beylik curcunada?” dizeleri de şiirle aranızdaki ilişkiyi açık ediyor sanki... n Kaçış eylemi, gerçeklerden kaçış olarak düşünülebilir belki ama edebiyat, birçoklarının sandığı gibi gerçeklerden kaçış değildir. Bir çeşit, gerçeklerle yüzleşme sorumluluğunu yüklenmektir. Edebiyatla, sanatla uğraşmak bence kaçışın bu olumsuz anlamının tersine, sorumluluk yüklenme anlamına geliyor benim için. Bir yönüyle gerçekliğe kaçış, yönelme, sığınma olarak da düşünülebilir. Kendini bilen her dürüst yazar, kendisini “büyük insanlık”ın bir parçası olarak görür, görmelidir. Görebiliyorsa söz söyleme hakkı vardır, dinlenmeye değer bir yanı vardır. Bu nasıl ortaya çıkar? Büyük yazarları, şairleri okuduğumuz zaman açıkça kendini gösterir. Bakarsınız ki yazar hep doğrudan, iyiden, güzelden yanadır. Bunu tabii dolaysız biçimde söylemez. Bir eylem, bir olaylar bütünü, ilişkiler bağlamı içinde söyler. Öyle durumlar çıkarır ki karşına, öyle benzetmeler yapar, öyle simge ve imgeler kullanır ki siz birdenbire o gerçeğin anlamını söylenen sözlerle birlikte yaşarsınız. Yani yaşantı, sözcüklere dökülür. Yaşantının sözcüklere dönüşmesi de size bir çeşit yaşantı kazandırır, sizin için bir yaşantı olur. n Yavaş yavaş kitaba gelirsek... Şiirlerinizde doğayla bir iç içeliğiniz söz konusu hep. Son kitapta da böyle... Doğanın nasıl bir katkısı var mı şiirinize? Nasıl bir ses veriyor size? n Doğanın kendine özgü bir takım sağlıklı yanları varken acımasız yanları da olabilir. Ama biz onun organik bir parçasıyız. Ondan koptukça, uzaklaştık Cevat Çapan, “Zehirli bir dünyada iyi edebiyat, her zaman insana dayanma gücü veriyor,” diyor. ça kendi doğallığımızdan da uzaklaşıyoruz. Büyük şehirlerdeki hayatı düşünelim. Metropollerde yaşayan insanların güneşten nasıl uzaklaştığını, rüzgârları nasıl hissetmediğini, sözün özü doğayı yaşayamadığını... n Hatta doğanın kendisi bir felaket olarak görülüyor. “Kar eserati geliyor!” gibi ifadeler... n Büyük şehirler, şehir hayatı insanı insanlıktan uzaklaştıran bir şey olduğu için böyle bu. Bir de doğanın, kendine göre belli bir ritmi var. Bu ritim de çok önemli. Hızın artması, insanı güç durumda bırakıyor. Bazı kolaylıklar sağlıyor; gideceğiniz yere daha çabuk gidiyorsunuz uçakla ya da hızlı araçlarla ama o hız, doğal bir hız olmaktan çıkıp hayatın ritmini değiştiren, bozan bir şey olabiliyor. Doğanın kendisi gözümüze güzel görünen bir takım şeyleri daha iyi anlatmamıza yardım ediyor. n Farklı imgeler sunuyor size değil mi? n Evet. Çiçekler, bitkiler, kuşlar, ormanlar, göller, dağlar,denizler... Ibsen hakkında bir kitapta okumuştum. Ibsen, iskeleye gidip denize, yani suya bakarmış; derinliklerine. Çünkü çok şey düşündürürmüş ona. Onun gibi... Gökyüzü, mesela göğün bu kadar uçsuz bucaksız olması, yani uçsuzbucaksızlık... Bir çeşit sınırsızlık. İnsana kendi büyümesini, genişlemesini; kendi olanaklarının sınırlarını da hatırlatan bir şey. Ya da sınırsızlığını... Doğa insanın kendi gizil gücünün farkına varmasına yardım eder esasında. Bunu oturup planlayamıyor insan ama benim şiirime de yansımaları bu bağlamdadır. n Doğayı algılayış biçimlerinizden konuştuk. Doğanın seslerinden bahsettiniz ancak bir başka ses de duyuluyor şiirlerinizin içinde gezinirken: Türk Sanat Müziği’nin, türkülerin sesi... n Şiir, dille yapılır değil mi? Dili, yaşantıyı nasıl sözcüklere dönüştürüyoruz? Şiir, her şeyden önce ritimle sağlanır. Şiirde ses önemli. Şiirin bir ezgisel yönü var ve bu da ritimle sağlanıyor. Diyelim ki vezin, ölçü yahut uyak kullanmasan bile yine de bir ritim var şiirde. “Gemlik’ten öte denizi göreceksin sakın şaşırma!” sözlerinde de bir ritim var, “His var mı âlemde nekahet kadar tatlı” gibi bir aruz dizesinde de. Demek ki şiirde bir müzikalite, bir ezgisellik olması gerekiyor. Ama şiiri şiir yapan şeylerden biri de ressam gibi bir takım imgeler kullanılması. “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta” diyorsun mesela. Orada bir renk, imge kullanıyorsun. Bir şeyi bir şeye benzetiyorsun. Her şeyin ötesinde ise dili öyle bir cambazlıkla, öyle bir hünerle kullanıyorsun ki ancak o dilde söylenebilen bir şeyi yazabiliyorsunuz. Bütün bunlar doğayla kurduğun, hayatla kurduğun, insan ilişkileriyle kurduğun bir yaşantı bütününden çıkabiliyor ortaya. Bunu yaparken de bir şeyi öyle yoğun yaşı yorsun ki bunu dile getirmek istiyorsun ve eğer ifade edebilecek bir yaratıcı gücün varsa o zaman helvasını yapıyorsun bu işin. n Şöyle bir söz var sizinle ilgili: “Şiir olmayacak şeyi şiir yapar,” diye... n Ne diyelim? Abartı da bir sanattır elbet... “ŞAİRLER BİRBİRLERİNDEN ESİNLENİR” n Söyleşinin başlarında çeviriden bahsettik. Şiir yazmaya şiir çevirerek başladığınızdan konuştuk. Şiir yazma sürecinizi, daha doğrusu şiirinizi nasıl etkiledi bu? n Bütün şairler birbirinden yararlanır. Buna metinlerarasılık diyorlar. Sizin yaşadığınız bir şeyi, benzer bir yaşantıyı Brezilyalı bir şair o kadar söylenmesi gerektiği gibi söylüyor ki siz, bir takım şeylerin nasıl söylenebileceğini ondan öğreniyorsunuz ve benzer bir şeyi siz de söylüyorsunuz. Ya da diyelim ki birisinin edâsı ya da bir şiirindeki söz hoşunuza gidiyor. Ona benzer bir yaşantıyı yaşadığınız için onu ödünç alıyorsunuz. Benim şiirlerimde başka şairlere göndermeler çok var. n Bu da edebiyat dâhlinde zaten... n Tabii, mesela “Bin kulaklı gece” diye bir söz Sappho’da geçiyorsa onu sen kullanıyorsun bir yerde. Homeros “Şarap rengi deniz” demişse bunu kullanmamak olur mu? n Bir de siz şiirle konuşan bir insansınız. Hâliyle öyle düşünüyorsunuz, mısralarla cevap veriyorsunuz insanlara. “Bu nasıl şiire yansımayacak?” sorusu da geliyor tabii akla... n Tabii, örneğin bazı kitap adlarını düşünelim. Bunların çoğu, kendilerinden önceki bir takım yazarların, şairlerin söylediklerinden esinlenerek konmuştur. Proust’un bir romanı İngilizceye çevrilirken adını Shakespeare’in sonesinde geçen bir dizeden almış. Çünkü o kadar oturuyor ki oraya. Kimse “Ne yaptın?” demiyor, diyemiyor. n Son olarak; Erdal Öz Edebiyat Ödülü ne hissettirdi? n Sevindim tabii. Çünkü şöyle bir şey var. Yazarlara soruyorsun: Toplum için mi yazıyorsun, sanat için mi yazıyorsun, filan. Birçoğu da diyor ki kendim için yazıyorum. Bu tabii benmerkezcilikten kaynaklanan bir şey değil. Gerçekten herkes biraz kendi sorumluluğunu hissettiğinden “Kendim için yazıyorum,” der. Ama tabii başkaları için de yazılır. Yakınları, eşi dostu için de yazıyordur. Bilmediği okurları için de... Yani yazdıklarınız denize atılan şişe gibidir. Onun için birdenbire böyle bir ödülün verilmesi sizi bir takım insanlarla yeniden bir araya getiriyor. Birlikte olduğunuzu hissediyorsunuz. Bu birlikte yaşamak çok güzel bir şey. Brecht’in şu sözü hep söylenir: “Sanatların en önemlisi birlikte yaşama sanatıdır.” Aldığım ödülü bu bakımdan önemli görüyorum. İnsana üstünlük getiren bir şey değil, insanları bir araya getiren bir şey olduğu için. n Son Duraktan Bir Önce / Cevat Çapan/ Yapı Kredi Yayınları / 64 s. KITAP 1328 Eylül 2017