05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

TANIL BORA’DAN “CEREYANLAR” ‘Zihniyet, ideolojilerden çok daha uzun ömürlü’ Tanıl Bora, “CereyanlarTürkiye’de Siyasî İdeolojiler” adlı çalışmasında, siyasi tarihimizin cereyanlarla ilişkisini özellikle ideolojik seyahatleri, bileşenlere sızanları, aktarılanlarla hukuku, o arayüzü açımlıyor. Bora ile siyaseti; ‘Geç Osmanlı Zihniyet Dünyası’, ‘Batıcılık’, ‘Kemalizm’, ‘Milliyetçilik’, ‘Türkçülük ve Ülkücülük’, ‘Muhafazakârlık’, ‘İslamcılık’, ‘Liberalizm’, ‘Sol’, ‘Feminizm’ ve ‘Kürt Siyasal Hareketi’ başlıkları altında incelediği kitabını konuştuk. Gamze akdemİr K itabın başında birincil değil ikincil yazarlık yaptığınızı ifade ediyorsunuz. Bu yaklaşım okura nasıl bir aktarımda bulunmanızı sağladı? n İkincil yazarlıktan kasıt, başka yazarların metinlerini yorumlayıp, tartışarak yazmak. Bunun faydası, okurun olabildiğince geniş bir malzemeye göz atmasını, en azından haberdar olmasını sağlamak. İşin içine birincil yazarlık zanaatı katmak da istedim; aktardığım ve yorumladığım malzemeyi bir tür dramatik akışa yerleştirerek yapmaya çalıştım bunu. n Cereyanlar içinden liberalizmle başlarsak; her kesimle en yoğun irtibata geçmiş, sağı solu belli olmayan bir “yegâne” şeklinde mi görünüyor? Kimle, hangi konuda el sıkışmış? n Belki daha doğrusu, en müphem. Pek kimsenin bu kimliği üstlenmemesiyle de alakalı. Aksine, neredeyse belli başlı bütün akımların sataşmayı sevdiği, “alaysadığı” bir ideoloji... Sol içinde, uzun süredir liberalizm ithamı yaygın ve bizzat bu itham bazen âdeta kimlik kurucu işlev görüyor. Liberalizmin el sıkışmalarından çok, onla temasın bazen “elim sende” oyununa benzediğinden söz edebiliriz! Liberalizmi canı gönülden benimseyenlere ancak son on beş yirmi yılda rastlarız, onlar da genellikle küçük bir aydın veya kanaat önderi zümresi. Beri yandan, bir ideoloji olarak sahiplenilmesi bakımından marjinal görünümünün aksine, alttan alta çok etkili, hegemonik ideoloji tesiri kazandığına dair bir sav da var, ciddiye alınması gereken. Son altı yedi yıl için değil de 1980’lerden 2000’lerin ilk on yılına kadar ki dönem için ciddiye alınması gereken bir sav. Kısacası, liberalizmle ilgili bir tür “dengesizlik” var. Bir yere koyamıyoruz, “ne idüğünü” bilemiyoruz! Ama var işte, oralarda bir yerde. necati savaş “Zihniyet kavramı, fikrî içerik ve ideolojik çerçevelerden ziyade deyim yerindeyse ‘formatı’ tanımlar. Düşünme ve akıl yürütme biçimi, üslup, sarsılmaz peşin kabuller, her şeyin etrafında döndüğü temel meseleler, ‘takıntılar’... ” n Popülkücülük! Tam anlamıyla ne demek ve kaç dönemi kuşattı, daha kuşatır gibi de görünüyor? n Popülkücülük terimini ilkin Kemal Can’la yazdığımız Devlet ve Kuzgun kitabında kullanmıştık (2004). Aslında ülkücüler arasında da kınama mahiyetinde kullanılmış bir laftı. Bununla anlatılmak istenen; ülkücülüğün ideolojik motiflerinin, simgelerinin, hal ve tavrının, doktriner ve örgütlü bir çerçeve içinde olmadan, yaygınlaşıp popülerleşmesi, Ülkücülerin varlığından ayrı olarak bazen “genel” milliyetçi tezahürat repertuvarının, bazen linççi provokasyonların, bazen basitçe ergen erkek saldırganlığının parçası hâline gelmesi... Bu dinamik, 1990’larda, Kürt meselesiyle ilgili milliyetçi ajitasyon içinde ortaya çıktı. Ülkücü hareket içinde bu bir yandan sulanma, yozlaşma alameti olarak sorgulanmıştı fakat neticede MHP’nin yaygınlaşmasına ve meşruiyet alanını genişletmesine de katkıda bulundu. Ülkücüler arasındaki tereddütler, biraz da “kontrol” ve “disiplin” dışı, dolayısıyla “başkalarınca” kullanılabilecek ülkücü grupların oluşma riskiyle ilgiliy di. Bugünkü durumda popülkücülükten, bir bakıma bu son bahsettiğim bağlamda söz edebiliriz. Artan, yayılan, olağanlaşan linçci saldırganlık içinde, ülkücü sloganlar atanlar, bozkurt işareti yapanlar hep var. MHP ve Ülkü Ocakları, “bu gibilerin” kendilerinden olmadığını söylüyor hep. Elbette kesin konuşamayız, izlenimim, tahminim o ki, aralarında, “kayıtlı” ülkücüler de, ülkücü hareket çevresinde eğleşen “kayıt dışı” unsurlar da sırtı sıvazlanmış ya da durumdan görev çıkartarak linç güruhuna katılmış herhangi kişiler de var. Önemli olan, o sloganların, o işaretlerin, linç seremonisinin resmî levazımatına, onun parola ve işaretine dönüşmesi. “BU İTTİFAK MHP’NİN BEKASI AÇISINDAN RİSKLİ” n Milliyetçiliğin yenilenmesinden bahseden Bahçeli’nin MHP’sinin kapıldığı cereyanı nasıl yorumluyorsunuz? n Yeni bir tecrübe değil bu. MHP, 1970’lerden itibaren, resmî veya yarıresmî iktidar ortağı olarak alanını genişletti. 1970’te “komünizm”, 1990’larda “bölücülük” tehlikesine karşı, “devletin ve milletin bekası” adına “siyasî fedakârlık” yaptıklarını söyleyerek iktidarlara destek vermişlerdi. Bu, MHP’nin “devlet”le özdeşleşen ideolojik misyonuna da uygun düşüyor. Tabii bu fedakârlığın karşılığı, kadrolaşma vs. devlet imkânlarıyla tahsil ediliyor. Bu seferki ittifak MHP’nin “bekası” açısından daha riskli görünüyor, bunu da tartışanlar var nitekim orada. n İmparatorluktan ulusdevlete miras “geleneklerin” cereyanlara etkilerini nasıl yorumladınız? n Daha çok zihniyetlerin etkili olduğunu düşünüyorum. Zihniyet kavramı, fikrî içerik ve ideolojik çerçevelerden ziyade deyim yerindeyse “formatı” tanımlar. Düşünme ve akıl yürütme biçimi, üslup, sarsılmaz peşin kabuller, her şeyin etrafında döndüğü temel meseleler, “takıntılar”... Zihniyet, ideolojilerden, fikir sistemlerinden çok daha uzun ömürlüdür, çok defa farklı hatta birbirine hasım ideolojileri yatay keser. Geç Osmanlı döneminin düşünsel biçimlenmelerinin, zihniyet yapıları olarak etkisini sürdürdüğü kanaatindeyim. Toptancı bir yargıya varmayayım; ‘hiçbir akım, hiçbir düşünür bundan sıyrılmış değildir’ diyerek her şeyi aynı kaba dolduramayız. Fakat gerçekten hegemonik bir etkiden söz edebiliriz. Sözgelimi komplocu “açıklama” tarzı, düşünsel etkinliği araçsallaştıran aşırıpragmatizm, acilcilik veya “alarmizm”... bunların geç Osmanlı’dan devrederek süregelen, süregiden zihniyet yapıları olduğunu düşünüyorum. SLOGAN ATAN BİR EDEBİYAT! n Milliyetçiliğin özellikle savaş ortamında edebiyattaki cereyanını “kuvvet ve millî kin”, “intikam terbiyesi” gibi kavramlar merkezinde irdeliyorsunuz. Radikal İslamcılığın edebiyat algısını ise varoluşçulukla hemhal hümanistütopyacı bir yönelişle kederli buluşmasından hareket ederek değerlendiriyorsunuz. Biri tribünlere diğeri içe mi slogan atıyor? n Naklettiğiniz örnekler, milliyetçi ve İslamcı edebiyatların belirli dönemleriyle ilgili; ezelebed geçerli izlekler gibi düşünmemeli tabii. Sanırım, edebiyat, bir siyasi ideolojinin çıkış ve şekillenme evresinde daha fazla iş görüyor. Bir pathos, bir “hüsnü aşk” oluşturmak lazım, edebiyattan da bu bekleniyor. Tribüne veya içe, neticede slogan atan bir edebiyat oluyor bu da. Türk milliyetçiliğinin inşa sürecinde ve bütün milliyetçi inşa süreçlerinde bu belirgindir. İslamcılıkta bu konuda bir fark var. Radikal İslamcılığın oluşumunda değil de ön tarihinde, evveliyatında, edebiyatın görece özerk diyebileceğimiz bir rol oynadığını göz ardı etmemek lazım. Edebi üretimin “kalitesine” de yansıyan bir özerklik bu. Nitekim daha sonra o “kaliteye” erişilemedi. n Bizde ideolojiler yola nelerle çıkar; evrilmeye, değişmeye hele ki çözülmeye, oksitlenmeye nerelerde başlar? İlk taşı kimler, nerelerde atar? n “İlk taş” mecazını yeni Türkçe tabirle “sıkıntılı” bulduğumu söyleyeyim, oradan >>hareketle sözü hem sorunuzla bağlantılı olan hem de biraz başka 12 26 Ocak 2017 KItap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear