22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

(Oto)portre denklemleriI Otoportrenin ressamı tablodan tabloya bakandan önce aynaya bakmıştır, ki gördüğünü bakacak olana gösterebilsin. Aynanın karşısına geçen hangi bakışını takınacak, hangi yüzünü deneyecektir? R embrandt Harmans zoon van Rijn öldüğünde benim şimdiki yaşımdaymış. Günümüzde yaşıyor olsaydı, hiç şüphem yok, yanında bir selfie çubuğu, dolaşacaktı: Onun kadar otoportre gerçekleştirmiş klâsik usta azdır. Pek çok yüzü ağırlamış bir katalog inşa etmiş zaman içinde, deyiş yerindeyse “yüz”e mıhlanmış, cazibe alanında kıstırılmış: Kendi yüzüne, orada uğursuz bir ölçü gibi çalışan Zaman’ın kurduğu karmaşık yazıya kayıtsız kalamazdı. Bilinen son otoportresi ölüm yılının tarihini taşıyor: Hatları çökmüş, ifadesi yılgın, gözü sönmeye hazır, giderayak bitkin bir kayıt. Tanpınar, daha önceki, sanırım 1660 tarihli, demek ölümünden dört yıl önce gerçekleştirdiği bir otoportresine, üç yüzyıl sonra düpedüz kilitlenmişti. “Paris Tesadüfleri”nde sözeder ondan: “Louvre’da, bazı büyük psikolojik vaziyetler gibi yıkılış ve çöküş fikrinin tam ifadesi ancak “Ben ile Kabil...” diye başlayan bölümde yavaş yavaş, ama oldukça savruk biçimde yaklaşımını açmayı dener: “Bana öyle geliyor ki, Rembrandt, talihinden veya kendisinden, hülâsa bir şeyden korkuyor. Bu karanlıklar şairi, her rastladığını kendi zengin gecesine götürüp orada değiştiren adam, sanki karanlıktan daha tehlikeli bir şeyin kendisini beklediğini biliyor. İyi ama sanatının tam kemal noktasında, bütün sırlara sahip iken bu korku niçin? (…) bu tablonun korkusunda ihtiyarlıktan başka bir şey, kendisini suçlandırma var. Korku ve kendisini suçlandırma… Rembrandt kendi kendisinden kaçmıyor. “Ben” kelimesini o kadar fazla kullanan romantiklerden farkı da bu olsa gerek”.* İşin garip yanı, Tanpınar’ın bu otoportreyle ilgili çok daha olgun biçimde dile getirdiği yorumun, İstanbul’dan 4 Mart 1958’de HasanÂli Yücel’e yazdığı bir mektupta yeralmış olması: “Ben resim denen sanatta bundan daha insanı bıçaklayan eser görmedim. Yanlış idare edilmiş bir ömrün bütün hikâyesini bu portrede görmek mümkündür. Her türlü nefs muhakemesi, itiraf, itham, âşikâr sefâlet, çöküş ve yıkılış. Biyograflarının bu portreye ne kadar dayandıklarını bilmiyorum. Fakat bence Dostoyevskivari psikolojik romanın başlangıçlarından biridir. Başında siyah bir takkemsi bir şey, sırtında siyah ropdöşambr gibi bir şey. Gözler şiş ve kan çanağı, elinde fırça ve palet çalışır halde. Resim bir harika, fakat ne ışık gölge oyunu, ne içinde altın ezilmiş gibi şahane siyahları ve lâcivertleri, ne o canım beyaz ve sarıları hep hafızadan düşünerek Ahmet Hamdi Tanpınar Rembrandt Harmans zoon van Rijn görmüyor, sadece détresse akan yüz ve kendinden şüphe eden elle meşgul oluyorum. Paris’te hemen üç dört günde bir bu portreye gider önünde birkaç dakika dururdum”.** Bizim edebiyatımızda öncülü olmayan bir resim okuma biçimi, Tanpınar’da karşımıza çıkan: Görünüşte tablonun yüzünden, yüzeyinden başlıyor bakışın hareketi; gecikmeden, oyalanmadan arkasına geçiyor. Tek, kesintisiz bir bakış değil üstelik, içinde birkaç katman barındırıyor. Kaldı ki yalnızca bir bakış sayılamaz buradaki, deyim yerindeyse fazlası: Bir bakışma. Lacan’ın, Tanpınar’ın ölümünden iki yıl sonra verdiği seminerlere, MerleauPonty’den yola çıktığı, tablo karşısında bakışın mahiyetinin karmaşasını çözümlediği kilit metne dönersek: Karşıya geçen ile karşısındakinin karşılıklı ayna gerçekliği içinde yarattıkları ortak konum, otoportre özelinde görünmez engele takılır: Otoportrenin ressamı tablodan tabloya bakandan önce aynaya bakmıştır, ki gördüğünü bakacak olana gösterebilsin. Aynanın karşısına geçen hangi bakışını takınacak, hangi yüzünü deneyecektir? Bu, bir niyet meselesi. Tanpınar, andığım mektubunda, sözü Rembrandt’a getirmeden hemen önce bir prova yapar: “Malum ya, hep ayna karşısına düşerim ve hatta bakmaktan da hoşlanırım. Fakat, yüzümü değiştirmeye çalışırım”. HasanÂli Yücel için bunun neresi (ve nasıl) malum olabilirdi, dostu Hamdi’nin denilebilirse bu ‘özelliği’ne kaç kez tanıklık yapmıştı? Bana öyle geliyor: Tanpınar, mektubun bu noktasında birden aynanın, boşlukta bir aynanın karşısında, kendi kendine konuşmuştu. Rembrandt’a oradan, through the lookingglass, geçmek üzere. n * A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergâh, s. 270271. **Tanpınar’dan HasanÂli Yücel’e Mektuplar, YKY, s. 2122. KItap İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç l Genel Yayın Yönetmeni: Murat Sabuncu lYayın Yönetmeni: Turhan Günay l Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Abbas Yalçın l Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam ve Pazarlama Direktörü: Ayşe Cemal l Reklam Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 l Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. l 315 Eylül 2016 OKURLARA Bir Yolculuğun İzleri... “Doğu Avrupa’da Yolculuk”, Gabriel García Márquez’in geçen yüzyılın ortalarında gazeteci olarak Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelere yaptığı seyahatin bir güncesi. Doğu Almanya’dan başlayıp Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği’ne uzanan bu yolculuk boyunca okurlar Márquez’in hem yol arkadaşları ve tanıştığı kişilerle hem de dönemle ilgili yorumlarını okuyacak, kendine özgü anlatımından çok etkilenecekler. Eray Ak değerlendirdi. Orhan Kemal 1969’da eşi Nuriye Hanım ile birlikte tanındığı bir ülkeye; Rusya’ya doğru yola çıktı. Trenden inecekleri istasyonda onları Svetlana Uturgauri ve Vera Feonova bekliyordu. Türk edebiyatını çok iyi bilen iki ünlü Türkolog, Orhan Kemal’i romanlarından tanıyorlardı. Uturgauri, Orhan Kemal’in bu yıl yapılan ölüm yıldönümünü toplantısına, bu karşılaşmayı ve sonrasını anlatan bir mektup yolladı. O mektubu sunuyoruz sizlere. Arthur C. Danto, nesneleştirmenin peşindeki sanatçıyı eleştirirken 1980’lerin ve 1990’ların çıkıntı düşünürü diye nitelenmişti. “Brillo Kutusu”, o yergilerin bir araya geldiği makalelerden oluşuyor. Ali Bulunmaz tanıtıyor kitabı. Prof. Niyazi Kızılyürek’in çalışması “Bir Hınç ve Şiddet Tarihi”, Kıbrıs sorununu, asıl aktörleri ve özneleri olan Rum toplumu ile Türk toplumuna içeriden bir bakışla ele alıyor. Kitabı Temel İskit değerlendiriyor. Bol kitaplı günler... turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear