Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ŞEBNEM İŞİGÜZEL’DEN “AĞAÇTAKİ KIZ” ‘Bu zamanı tanıksız bırakmak olmazdı’ Yine bu yıl yayımlanan “Gözyaşı Konağı”nın ardından, şimdi “Ağaçtaki Kız” ile çıktı okurun karşısına Şebnem İşigüzel. “Ağaçtaki Kız”, bugünleri yaşayışımızın nedenlerini geçmiş acılarda arayan bir roman. Ayrıca Gezi ve 67 Eylül olayları gibi toplumu derinden etkilemiş meseleleri odağına alıyor. Bir diğer yandan ise acı gerçeklerin coğrafyasında, kendine büyülü bir zemin arama derdinde. İşigüzel’le yeni romanını ve üzerinden geçtiği dertleri konuştuk. eray ak erayak@cumhuriyet.com.tr 2 016’yı iki romanla geçirdiniz: Gözyaşı Konağı ve şimdi Ağaçtaki Kız. Yoğun bir yıl olsa gerek sizin için. Yaşanan pek çok acının yanında çalışma temposu açısından nasıldı? Ayrıca bu iki hacimli sayılabilecek roman da bu yıl içinde mi yazıldı, merak ediyorum... Ağaçtaki Kız’ın temelleri öncesinde atılıp vakti gelince, yani bugün inşa edilmişe benziyor. Ne dersiniz? n Güncel bir roman yazmak istiyordum. Bu zamanın romanını. Gezi’yi yaşarken gün gelecek bunu yazacağımı biliyordum ama nasıl? Sıkıntı buradaydı. Günceli, içinden geçtiğimiz acıları yazmak zor. Çünkü henüz kâbustan uyanmadık. Anlatma coşkumu, inandırıcılığımı romanı inşa etme biçimimi Calvino’yla kıyaslayan Alman bir eleştirmen kafama tuhaf bir fikir ekti. Klasik, çok bilinen bir romanın fikrini bugüne uyarlayabilir miydim? Yazacağım şeyi hem inandırıcı hem büyüleyici kılabilir miydim? Bu sorularla ve memleketin acı hikâyesiyle çıktım yola. Roman zihnimin dallarına Mayıs 2015’te kondu. Eylül’de yazmaya başladım. Aralık’ta yazdığım şeyden korkup Gözyaşı Konağı’na sığındım. Böylece bir yıl içinde iki roman yazmış oldum. Bu romandan önce kafamda başka bir şey vardı ama tuhaf bir biçimde Ağaçtaki Kız önceliği aldı, kendini yazdırdı. n Romanın hangi refleksle doğduğunu da öğrenmek isterim. Refleks diyorum çünkü bugünlerin içinden geçen bir roman Ağaçtaki Kız ve önemli bir kırılma noktası olan Gezi Direnişi, metnin odaklarından biri... Bu bağlamda bir tepkinin romanı olduğunu söyleyebilir miyiz? n Evet, diyebiliriz çok doğru. Yaşanan bütün bu acılar, sanatla, edebiyatla hayat bulup yeniden yaratılmadıkça birer yazgı olarak kalabilir. Korkularım, endişelerim, hayal kırıklıklarım yazdırdı bana bu romanı. Ben yazıya sığındım, Ağaçtaki Kız ağaçlara. Umutlanmanın da trajik bir tarafı vardır. En azından son âna kadar umut, trajik bir şeydir. Böyle bir şey gördüm yaşadıklarımızda. Gezi Direnişi kahramanlarım için de bir milattı söylediğiniz gibi. Hayatları altüst oldu. Güzel günler geçmişte kaldı. Daha doğrusu hayaller geçmişte kaldı, yıkıldı. Dolayısıyla tepkinin, kaybetmenin romanına dönüştü. Bu, zamanın ağıdı. O genç kızın sevdiği inandığı her şeyi elinden aldılar. Onu kırdılar ve küstürdüler. Daha da fenası en yakınlarının uğradığı haksızlıklar... Anlamlı ve haklı bir tepkisi vardı. Ona ses vermek beni çok heyecanlandırdı. “EDEBİYAT EN BÜYÜK TANIKTIR” n Gündüz Vassaf’la Gezi ve gençliğini merkeze alan kitabı Ne Yapabilirim? üzerine konuşurken; Gezi’nin, gençlik ve dolayısıyla geleceğin önüne nasıl bir rota koyduğunu sormuştum. Aynı soruyu size de sormak isterim... n Gezi, bu yeni zamanın gördüğü en güzel direnişti. Yeni zaman dediğim sanal dünyanın ellerinde bütün hızıyla şekillenen bu zaman. Gençler kendilerine karşı bir önyargıyı yerle bir etti. Siz apolitiksiniz, dünya umrunuzda değil... Sadece gençlere yönelik değil, orta sınıfa ilişkin değerlendirmeler, umutsuzluk yerle bir oldu. Ortaya çıkan şey şu: Bize hayat lazım. Ezilmek değil nefes almak istiyoruz. Boğaz tokluğu değil afiyet Vedat Arık istiyoruz. Mutlu olmak istiyoruz. Ruh sağlığı için demokrasi şart. Gençlik bu rotayı çizdiği için zaten köprüler bitti, tüneller bitti, neredeyse havaalanı bitti ama meydan yeni muharebelerini beklercesine boş bir tarla gibi öyle duruyor. Birileri inat etmekte kararlı ama aynı zamanda korkuyor da. Ben olsam ben de korkardım. Gençlik ise bir bardak gibi doluyor. Üstelik bu defa etnik kimliğinden ötürü ezilenler de onlarla aynı safta yer tutuyor. Gençlerin rotası insanca, eşit, özgür, gelecek endişesi olmadan yaşama arzusu bence. Bugünün mizahını, kendilerini yok sayan siyasetini, medyayı oyun dışı bırakmayı, kısa devre yaptırmayı başardılar. n Bugünler yazdıklarınızı nasıl etkiliyor peki? Bu bağlamda “bugünlerin romanı” meselesine gelelim derim. Hep tartışılmıştır; edebiyat biraz da sindirme sanatıdır diye. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bugünlerin romanını yazmanın buna bakarak nasıl zorlukları var? n Doğru. Şu anda manzaranın içindeyiz ya da kâbustan uyanmadık, uçu rumdan düşmedik, düşüyoruz. Geçip gitmemiş bitmemiş bir şeyi anlatmak hep zordur. Ben bunu göze alarak yazdım. Ama içimdeki yazarlık enerjisi, sezgisiyle kahramanımı hiç ummadığımız bir yerde bularak durumu kurtardım. O sözünü ettiğiniz sindirme sanatı meselesine katılıyorum. Bunun çaresi olarak romanı inandırıcı ve büyülü kılacağım özel bir atmosfere, düyaya taşıdım. Bugün yaşanan acılar elmas olmamış kömür parçası gibi. Özgür, eşit, barış dolu bir geleceğe dönüşecek ağır bedeller ödeniyor bugün. Bu zamanı tanıksız bırakmak olmazdı. Edebiyat en büyük tanıktır. “YAŞANAN ACILAR ÜZERİNDEN HEPİMİZ ARKADAŞ OLDUK” n Peki, Ağaçtaki Kız bir dün okuması mı, yoksa bugün okuması mı? Ben, bugünleri yaşayışımızın nedenlerini geçmiş acılarda arayan bir roman olarak okudum Ağaçtaki Kız’ı. Sizin hissettirmek, duyurmak istediğiniz neydi? n Zamana ilişkin bir şey yaptım bu romanda. Kızım okuyunca “Anne, Westworld yapmışsın,” dedi; çok güldük. Hem geçip bitmiş bir zaman var, hem şimdiki zaman var, hem yakın >>geçmiş, hem uzak geçmiş hem de romanın finali itibariyle Rüya kente dönüşen İstanbul’da... SELİM İLERİ Ş imdilerde Şebnem İşigüzel’in Ağaçtaki Kız romanını okuyorum. Daha başlangıçta alıntılarıyla özellikle Sait Faik’ten alıntı etkiliyor bu eser. Somut gerçeklikle düşlemin iç içe geçişinde İşügüzel, hem kurguda hem anlatımda bütünüyle kendine özgü bir yolu tercih etmiş bence. Fonda bildiğimiz İstanbul var; günceliyle, yaşananlarıyla, mimarisiyle... Ama bu İstanbul bir rüya kentine de dönüşüyor. Somut gerçekliğin boğduğu iç sızılar, yazarın görüngesinden saptanıyor; yanı sıra, romanın anlatıcısı derin bir mutluluk özlemiyle savrulup duruyor. Mutluluğun ağır bir özlem halini aldığı günümüzde Ağaçtaki Kız, kaleme alınması zor bir metni göğüslüyor. Mutluluk özlemine, hem de hepimizin mutluluk özlemine yoğun acılar ardında tekrar tekrar arıyor, deşiyor, ayakta tutmanın olanaklarını hüzünle kurcalıyor. n 10 29 Aralık 2016 KItap