Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
latan insanlarla nasıl bir araya geldin, onları neye göre buldun ve hikâyelerini dinledin? Kolay olmadı. Ortalıklarda “Bana asimile Kürt lazım,” diye dolaştığım bir dönem hakikaten vardı(!) Tanıdıklar aracılığıyla bir sürü farklı isme ulaştım ancak benim için dille ilişkilerinin anlıyorum ama konuşamıyorum boyutunda olması en önemli kriterdi. Şehir ve Kürtlük başlığı altında çok enteresan kişilere hikâyelere ulaşıp, sırf Kürtçeyi iyi konuşabildikleri için elemek zorunda kaldığım da oldu. Hikâyelerini anlatan kişiler için de çok büyük bir özveri söz konusuydu. Hepsi hayatlarındaki en büyük sorunsalı, yarım kalmış kimliklerinin acısını ikilemlerini paylaştılar. Buradan tekrar hepsine çok teşekkür ederim. “Kürtler anadillerini konuşamıyorlar, zulüm görüyorlar, kısacası ortada bir kimlik sorunu var, demeye başlamıştım” diyor konuştuklarından biri. Genel kanı, dilin kimlikle bir olduğu yönünde değil mi? Dil yoksa kimlik de yok, değil mi? Dil ve kimliğin bir tutulduğu oluyor tabii ama bir savunma da var konuştuklarımda. Hemen hepsinin “Tamam dili bilmiyoruz ama canavar gibiyiz” tadında cümleleri var. Mümkün mertebe kültür dairesi içerisinde kalarak, dille ortaya çıkan kimlik sorununu yamamaya çalışıyorlar bir yerde. Dilin kimlikten de öte kişiliğe de etkisi var şüphesiz. Dil aracılığıyla var ediyorlar kendilerini, değil mi? Anadilim başka bir dil olsaydı başka biri olur muydum? Olmazdım muhtemelen ama başka şeyler düşünürdüm, başka şakalar yapardım, başka türküye ağlardım. Bizim gibi iki arada bir derede olanlarda da benzer bir çeşitlilik “Biri nerelisin diye sorar. Doğubeyazıtlıyım derim. Aa Kürt müsün der gözleri parlayarak. Evet derim. Kürtçe biliyor musun der; büyü bozulur. Anlıyorum ama konuşamıyorum derim.” var. Küfürlerin hepsini iki dilde biliriz mesela, annemizin bize kızdığı zamanki Kürtçe azarlarını, düğünlerimizdeki Kürtçe tekerlemeleri şarkıları biliriz, bazen de bilmeyiz ama anlarız hissederiz gibi. Dilin dışında görüşmelerin geneline baktığımda dikkatimi çeken bir şey daha var aslında, o da şu; Ahmet Kaya’ya yapılan linç girişimi, Abdullah Öcalan’ın yakalanması görüştüğün kişilerde birer kırılma noktası olmuş. Dil kadar da önemli kırılmalar sanırım bunlar… Kesinlikle. Çünkü Kürt gibi olmaması gereken bir Kürt olarak büyürken bazı kırılmalar sizi kendinize getiriyor, sarsıyor. Kimlik arayışı tam da böyle kırılmalarla başlıyor devam ediyor. Ahmet Kaya bu kitabın önemli bir parçası çünkü o da batıda kabul görmüş, Türkçe müzik yapan biriydi. Ve bizim gibilerin evinde Şiwan’lar Haco’lar değil de Ahmet Kaya dinlenirdi. Kim ya da ne olduğunu bildiğimiz ama onlarca hisli Türkçe türkü aracılığıyla üstünü örttüğümüz bir kandırmaca vardı ortada. O linç girişimiyle artık kanmamaya başlıyor anlatıcıların hepsi… UMUT HÂLÂ VAR Görüşmelerinden birinde “Türk bayrağı Gezi’den sonra benim için normalleşti” ifadesi var. Genel olarak görüştüğün insanlarda bayrak algısına dair ne söylersin? Şöyle bir anı belki yardımcı olur açıklamaya. İlkokuldayken birgün ben de heves edip 19 Mayıs’ta bayrak almıştım. Eve heyecanla girip “Anne bak bayrak aldım!” dediğimde, o kadar apolitik annem bile “Kızım biz Kürt’üz, bayrak asarsak millet, akrabalar ne der?” demişti. Eğitim sistemi tarafından önce çok sevilen sahiplenilen, sonra ailelerin bu tavrından dolayı bir mesafe oluşan, sonra da politik görüşlerine göre yön değiştiren bir süreç işliyor sanırım. Bayrak, Atatürk… Bunlar büyüdükçe bu zümrede hep birer travmaya dönüşüyor diyebilirim. Gülten Kaya da önsözde belirtiyor: “Kendilerini ortada bırakılmış hisseden bir kuşak var.” Hatta kaç kuşak var, yenileri de geliyor ve halklarına karşı uygulanan baskı ve ölümler devam ediyor. Görüştüğün insanların birçoğunun umutlu olduğunu gözlemledim. Sen ne düşünüyorsun; hem geride kalan kuşak hem de yeni kuşak umutlu mu? Hayattaki en gerçek duygunun umut olduğuna inandım ben hep. Başımıza gelen en kötü şeylerden sonra bile kabul etmek istemediğimiz bir umut kalır içimizde. Her şey daha iyi olacak mı? Bilinmez... Ama umut olmasaydı; savaş da olmazdı barış da. Şu an bir savaş devam ediyor ama insanlar direniyor, içlerindeki kendilerine dahi itiraf etmediği umut bunu onlara yaptırıyor belki. Buradaki biri de orada ölen çocuğun adını ve yaşını başına hastag koyarak yazıyor. Bir şeyi göstermeyi umut ediyor, birini anlamayı, birine anlatmayı umut ediyor. Yani umut hâlâ var bence, bu istek olduğu sürece de olacak. n sibelo@gmail.com Anlıyorum Ama Konuşamıyorum/ Alev Karaduman/ İletişim Yayınları/ 288 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1335 1 7 E Y L Ü L 2 0 1 5 n S A Y F A 5