Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur Selçuk Altun Selçuk Altun “Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur”da 90’ıncı yaşına karısının acı sürpriziyle, ölümüyle giren bir adamın kendiyle hesaplaşmasını anlatıyor. Jörg Fauser’in “Hammadde”si bildik bir yerde, İstanbul’da, Sultanahmet’te ucuz otel odalarında başlayıp soğuk savaş yıllarının Berlini’nin işgal evlerinden geçip Frankfurt’un alkolik müdavimleriyle tanınan birahanelerine uzanıyor. elçuk Altun iyi bir şiir okuyucusu, sıkı bir Oktay Rifat hayranıdır. Romanlarının adları Oktay Rifat’ın dizelerinden gelir. “Buraları rüzgâr, buraları yağmur/ Sol omzuna güneşi asmadan gelme!” dizelerinden oluşan “Buraları” şiiri de son iki romanının adı oldu. “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme!” geçen yıl yayımlanmıştı (Sel Yay.). O romanda 30’uncu yaş gününde dedesinin armağan ettiği tuhaf bir günlüğü okuyup o günlüğün yazarının izini süren Alp’in ve yanlarında çalışan ve kardeşinden de yakın olan Mem’in mahkemelerin uygulamadığı adaleti bizzat gerçekleştirmek, cezayı vermek için Mardin’e gidişinin ve sonrasında yaşananların öyküsünü okumuştuk. Alp’in otuz yıl enerji sektöründe çalıştıktan sonra emekli olup Üsküdar’daki konağına çekilmiş, yazar, bibliyofil ve koleksiyoner dedesinin, Soner Aykan’ın romanda belirleyici bir rolü vardı. “Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur”da (Ekim 2015, Türkiye İş Bankası Yay.) dedeyi daha yakından tanıdığımız gibi önceki romanda yaşanan ve önemli bir bölümü açıklanmadan kalan olayların nedenlerini onun bakış açısından öğreniyoruz. “Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur”, arka kapakta “Sol Omzuna Güneşi AsS A Y F A 1 2 n 2 9 S madan Gelme’nin devamı!” diye nitelenmiş ama ben kuşkuluyum. Eğer girişteki on sayfalık açıklama bölümü olmasa önceki romanla bir bağ aramadan da okunabilecek nitelikte bir kitap. Selçuk Altun okuru önceki romanla bağ kurup kurmamakta özgür bırakmamış, hem arka kapaktaki cümleyle hem de girişteki açıklamayla önceki romanın okunması gerektiği vurgulanmış. İradi davranmış ki bu “gerçekçi” yazım anlayışına uyuyor. Ama bu romanlarındaki “postmodern” tavırla çelişiyor. Açıklama bölümünü atlarsanız şiirde olduğu gibi önce “Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur”u okuyup sonra isterseniz “Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme”ye geçebilirsiniz. Romanın konusuna gelirsek, 90’ıncı yaşını karısının ölümüyle idrak eden Soner Aykan, kendi yaşamı ve önceki romandan sonra yaşananlara odaklanarak bir ailenin karmaşık ilişkilerini anlatıyor, söylenmeyen, saklanan gizlerini açığa çıkartıyor. Çocukların ya da torunların hayrına olduğu düşünülerek saklanan gizler, ailenin de oluşumunu belirlemiş. Oğlu Alper’le neden “ideal babaoğul ilişkisi içinde olamadığı”, anne babasının Alp’i neden dedesi Soner Aykan’a bırakıp gittiğini, komşu köşkle kurulan şaibeli ilişkileri, gayri meşru çocukları, faili meçhul cinayetleri, Soner Aykan’ın büyük bir iradeyle belirlemeye çalışıp başarılı olamadığı yaşamların öyküsünü okuyor, onların Soner Aykan’ın yaşamlarını belirleme çabası nedeniyle nasıl acılar çekmiş olabileceğini düşünüyoruz. Şunu da eklemeliyim, romanın anlatıcısı konumundaki Soner Aykan yine her şeyi tamamen açıklamıyor. Üçüncü bir devam romanı için kapıyı açık bırakıyor. Çünkü Soner Aykan’ın yorumlarının ne kadar doğru olduğu da şüpheli. Olaylar bir kez de dedenin pek de sevmediği hatta yer yer suçlayıp, şüpheli konumda bıraktığı kişilerin ağzından, örneğin torunu Alp’in karısı Lale’nin bakış açısı ile anlatılsa nasıl bir devam romanı çıkar merak ediyorum. Selçuk Altun 103 sayfada büyük bir aile romanı kurmuş. “Buraları Rüzgâr Buraları Yağmur” kısa öz anlatımlı ama derin anlamlar, göndermeler içeren iyi bir novella. HAMMADDE Jörg Fauser’in “Hammadde”si (Eylül 2015, Çev. Levent Konca, Sel Yay.) bildik bir yerde, İstanbul’da, Sultanahmet’te ucuz otel odalarında E K İ M 2 0 1 5 başlayıp soğuk savaş yıllarının Berlini’nin işgal evlerinden geçip Frankfurt’un alkolik müdavimleriyle tanınan birahanelerine uzanıyor. Jörg Fauser Alman yeraltı edebiyatının öncü yazarlarından sayılıyormuş. Biz adını “Hammadde”yle duymuş olsak da Google’da arattığınızda 2004’de Radikal Kitap’ta yayımlanmış “Tutunamayanlardan” başlıklı bir yazıda (sanırım Ümran Kartal’ın yazısı ama belirtilmemiş) “Jörg Fauser, öldüğü günden bu yana Almanların altkültür kahramanı olarak kaldı” ifadesi ile karşılaşıyoruz. Hızlı yaşamış, genç ölmüş. Fauser 1944 Frankfurt doğumlu. Uzun süre İstanbul ve Londra’da yaşamış. Havaalanında bagaj işçiliği, üniversitede gece bekçiliği, merkez bankasında memurluk gibi işler yapmış. Eski bir uyuşturucu bağımlısı. Büyük bir irade ile uyuşturucu alışkanlığından kurtulmuş ama bu kez de alkole bağlanmış. 1974’te otuz yaşındayken yazarlık ve çevirmenlik yaparak geçinmeye başlamış. Roman, öykü ve şiirleri yayımlanmış. 43’üncü yaşını kutladığı gece sarhoşken kullandığı arabasıyla bir kamyonun altına girerek yaşamını noktalamış. Bu yaşam öyküsünü okuduğunuzda Jörg Fauser’in “Hammadde”de kendi yaşamını anlattığını anlıyorsunuz. Cağaloğlu’nda beş katlı eski bir binanın çatı katındaki sefil bir odada arkadaşı Ede ile birlikte kalıyorlar. Ede sürekli resim yapıyor kahramanımız da keçeli kalemlerle durmaksızın yazıyor. Beş paraları yok ama otelde kalmayı da, tek tutkuları olan uyuşturucuyu temin etmeyi de başarıyorlar. 1960’ların sonu. Vietnam Savaşı bitmek üzere, Çiçek Çocukları’nın yerini 68 Kuşağı’nın devrimci gençleri alıyor. Polisin bir operasyonu sonucunda soluğu önce hapishanede sonra da Edirne’de sınırın öte tarafında alıyor. Bu gelişme severek yaşadığı İstanbul’dan kapı dışarı edilmesini getirdiği gibi hayırlı bir şeye vesile oluyor ve Harry uyuşturucu kullanmayı bırakıyor. Doğu Almanya’nın ortasında bir özgürlük kalesi gibi duran Berlin’e gidiyor. İşgal evlerinde komün hayatı yaşarken hayatını yazar olarak sürdürmeye karar veriyor. Bu noktadan itibaren de roman yeraltı edebiyatının seçkin bir örneği olmanın yanında bir var oluş ya da kendini yetiştirme (bildung) romanı halini de alıyor. İstanbul’dan beri not defterine yazdıklarını sevgilisi Sarah’nın hediye ettiği daktiloyla temize çeken Harry, yazdıklarının çok farklı şeyler olduğunun, edebiyat dünyasına kolayca kabul edilmeyeceğinin farkında ama işinin ne kadar zor olduğunu bilmiyor. Yazdıklarını sürekli yayınevlerine yolluyor ve sürekli red cevabı alıyor. Çünkü yanlış adreslere başvuruyor. Onun kendine has yazım biçimini bildik büyük yayınevleri değil ancak kendisi gibi insanların kurduğu küçük, marjinal yayınevleri anlayabilir. Bir süre sıkıntı çekip yazarlıktan vazgeçme aşamalarına gelse de sonunda kendine uygun yayınevini buluyor ve yazdıkları basılıyor. Ama yayımlanmakla iş bitmiyor, aksine yeni başlıyor. Bundan bir adım ötesi kitabınıza okur bulmak. Ne yazık ki bu yazım türüne okur bulmak da kolay değil ve Harry’nin çilesi bir süre daha devam edecektir. Jörg Fauser’in “Hammadde”si ve kahramanı Harry’nin “yeraltı edebiyatı”nın neresinde durduğu sorusunu sormamak elde değil. İlk bakışta Jörg Fauser’de bir Bukowski hali var. Devamlı içki içiyor, devamlı yazıyor, yayınevleri yazdıklarını sürekli reddediyor. Bukowski’yle benzer bir şekilde kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak eserlerini yazıyor. Onun gibi yaşamda, aşkta ve işte dikiş tutturamıyor. Jack Kerouac gibi junky’likten alkolikliğe geçmiş. Yine Kerouac gibi aslında toplumun ve ailenin değerlerine saygılı, onlara saldırmıyor ama onların da kendi yaşam biçimine ilişmemesini istiyor. Bukowski ve Kerouac’da olan Jörg Fauser’de hissedemediğimiz “yaşam felsefesi” eksikliği. Yazma tutkusunu bir yana bırakırsak aslında dayatılan yaşam biçimiyle, o yaşam biçiminin insanları ile bir meselesi yok. Bukowski ve Kerouac’ın aksine hâlâ arayış içinde. Sıradan bir yaşama, düzenli bir işe, aile yaşamına razı olabileceğini de düşündürüyor. Jörg Fauser “Hammadde”de 1960’ların sonundan başlayarak bir yazarın var olma savaşını anlatırken gençliğin ve tabii Avrupa’nın nasıl bir değişim yaşadığını da konu ediniyor. Fauser’den Türkçeye çevrilecek yeni kitapları merakla bekleyeJörg Fauser ceğim. n K İ T A P S A Y I 1341 Fotoğraf: Ugur AYTAÇ C U M H U R İ Y E T