Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
yaşıyor ama bir kez olsun içinde Almanya geçen bir rüya göremiyor. Bu zorlu yolculuk onun hayata bağlayan son şans. Bir taraf gözetmiyorsun adaletin dışında. Romanın ele aldığı olaylar ve sorunları düşünüyorum; o coğrafyayı, 90’larda yaşananları ve senin o coğrafyaya ait oluşunu… Aslına bakarsan senin tarafından baktığımda senin durduğun tarafın neresi olduğuna kanaat getiremedim. Objektif bir anlatım ve taraf olmaya çok yatkın olunabilecek bu hikâyeyi çok yansız ve objektif bir biçimde anlatmışsın… Bir hikâyeyi sakatlamanın en kolay yolu yazarın karakterlerini sürekli kendi safına çekmeye çalışmasıdır. Onlara kendi düşüncesini empoze etme arzusudur. Bu romanda ardında koştuğum duygu suçluluk, kıskançlık ve özlemdir. Yazarken olabildiğince karakterlerin duygularını açığa çıkarmaya çalıştım. Çünkü yazdığımız metnin karakterlerinin kaderini biz belirleyemeyiz. Onların da bir kaderi var. Her karakter kendi kaderi tarafından kovalanır. Biz bir yazar olarak onlarla yolculuk yaparız. Yani karakterime “Gel sana şiir okuyayım veya bana gel şiir oku” demiyorum. Ona, “Gel birlikte şiir olalım” diyorum. “VATAN NERESİDİR?” Romanda İsmail’in kendi kendine sorduğu bir soru var: “Vatan neresidir? İçinde bir soğuk cesede dönüştüğümüz daracık mezarımız mı? Ya da tutsak yaşadığımız yurdumuz mu?” Peki, bu soruyu İsmail’den ödünç alıp Yavuz Ekinci’ye sorsam… Vatan bir cennet olması gerekirken veya yaşanan bir cennetken maalesef zamanla başkaları bize bir cehenneme çeviriyor. Ve sanırım bu yüzden vatan şu an içinde soğuk bir cesede dönüştüğümüz daracık mezarımızdır. İsmail sence yaşadığı her şeyi hak etti mi? Yaşam hakkını kullandı bana sorarsan ama işin içinde inandığı bir şey de var her ne kadar kaçsa da vicdan azabı içinde büyüyen bir kuyu, gayya kuyusu gibi… Sen ne dersin? İsmail kaçmak zorunda kalan birçok siyasi kaçak gibi huzursuz. Bir mülteci gibi umduğunu bulamamış ve kırgın. Bu vicdan azabı zamanla onun kalbini, ruhunu, aklını kemirmiş. İsmail derisi yüzülmüş bir yara gibi savunmasız. Bu romanı yazarken yurtdışına gittim ve oraya kaçmış siyasilerle görüştüm. Onları dinlerken dehşete kapıldım. Ve o günlerde şuna karar verdim: Bir gün cezaevine düşeceğimi bilsem dahi kaçmak yerine gidip cezaevinde yatacağım. Çünkü kaçanların peşine takılan o vicdan, onları zamanla içleri boşalmış bir ağaca çevirmiş. Bedenleri orada ama akılları burada. Ne kalsın istersin peki bu romandan okura? Ben okuru rahatsız eden metinler yazmak isteyen bir yazarım. Ey okur, seni rahatsız etmeye geldim! İsmail’in huzursuzluğu, kararsızlığı, acıları, özlemleri ve vicdan azabı benden okura miras kalsın isterim. n sibelo@gmail.com Rüyası Bölünenler/ Yavuz Ekinci/ Doğan Kitap/ 144 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Modern bir Yusuf masalı... r Eray AK Yakup’un on iki oğlu vardı ancak içlerinden en çok küçük oğlu Yusuf’u severdi. Yusuf’u severdi çünkü rüyasında on bir yıldızın ona secde ettiğini görmüştü; severdi çünkü Yusuf, onun yaşlılığında eline aldığı oğluydu. On bir oğlunun hiçbirine hissettirmediği, torunlara gösterilen sevgiyi gösterdi ona; on bir oğlunun hiçbirine bakmadığı gibi baktı. Yakup’a sorulsa rüyasından ve yaşlılığında gelen oğlu olmasından gayrı daha binlerce şey sayabilirdi neden sevdiğine dair Yusuf’u belki ama biz sevdiğini biliyoruz ya, o da yeter. Bir de şunu biliyoruz: Yakup’un, Yusuf’u diğer kardeşlerine karşı uyardığını; uyardığını çünkü kıskançlığın onlara kötü bir şey yaptırmasından korktuğunu. Korkutuğunun başına gelmesinden korkarken Yakup, olan oldu ve on bir erkek kardeş, babalarının Yusuf’a gösterdiği sevgiyi kendilerine pay etsin diye ticaret için yola düzüldükleri sırada bir kör kuyuya attılar onu. Ancak hiçbir şey umdukları gibi gitmedi ve on bir kardeş sevgi beklerken üzüntüden kahrolan bir baba buldular karşılarında. O kadar ki Yusuf için döktüğü göz yaşlarından kör oldu Yakup. Yıllarca Yusuf’un dönmesini bekledi, bekledi, bekledi... YERSİZ YURTSUZ BİR İSMAİL Hemen herkesin aşina olduğu, Kur’an ve Tevrat’tan bildiğimiz kıssanın bir bölümü yukarıda anlatılan. İçinde çocuk sevgisinden çok kıskançlığa, kıskançlığın nelere yol açabileceğine dair çarpan noktalar yakalayabiliriz. Bu türden kıskançlığın geçmişte olduğu gibi günümüzde hangi olaylara meydan verdiğini ise “gündüz kuşağındaki” televizyon programlarından takip edebilirsiniz. Burada konuşacağımız ise Yavuz Ekinci’nin yeni romanı Rüyası Bölünenler olacak. Böyle bir girişin sebebi ise Ekinci’nin bu romanında modern bir Yusuf masalı anlatması bize. “Modern bir Yusuf masalı,” diyerek şunu kastediyorum. Yavuz Ekinci üst kurmaca yontacağı bir metin olarak değil de bir “fikir ucu” olarak almış Yusuf kıssasını kendine ve duygusal düzlemini babaoğul sevgisinden, kardeş kıskançlığına uzatan bir roman kaleme almış. Ancak romanın bir başka düzlemi daha var ve bu düzlem, Türkiye’nin otuz yıllık acı coğrafyasının bir haritasını çıkarır nitelikte. Kahramanı İsmail ise bu acı coğrafyasının önemli bir simgesi olarak öne çıkıyor. Hikâyesine aşina olduğumuz, bildiğimiz bir karakter İsmail. Bundan tam on sekiz yıl önce memleketi Batman’dan Hz. “siyasi” nedenlerden kaçarak Almanya’ya yerleşmiş, orada kendine yeni bir hayat kurmuş ancak tüm bunlara rağmen Almanyalı olamamış. Bunca yıldır orada yaşamasına rağmen içinde Almanya’nın olduğu tek bir rüya dahi görememiş. Aklı hâlâ Batman’da, eski arkadaşlarında, babasında, dağa çıkan kardeşinde... Bir yandan Batmanlı da değildir artık. Çünkü köklerinden “kaçmış” gibi hissediyordur kendini. Babasının, kardeşi Yusuf’un dağa çıkmasından İsmail’i sorumlu tutması ve tüm aileyle irtibatını kesmesi sonucunda bir başına kalakalmıştır Almanya’da. Ancak bir gece aldığı telefon tüm yaşamını yeniden okumasına neden olacaktır. O telefon da aklından hiç çıkmayan Batman’dan gelmiştir. BABA, OĞUL VE KARDEŞ ADINA... Yıllardır konuşmadığı babası hasta yatağındadır artık ve İsmail de babasına kendini affettirebilmek için kardeşi Yusuf’u bulmak için dağa çıkmaya karar verir. Dirisi olmasa da ölüsünü getirecektir ancak geçmişte olduğu gibi korkuları hortlamaya teşne, tüm bu sıkıntılarına rağmen her an vazgeçmeye amadedir İsmail. Kardeşi Yusuf’’u da bu yüzden kıskanır zaten. Kendisinde var olan tüm korkuları yenip inandıkları uğruna canından vazgeçebilmesini kıskanıyordur. Bu bağlamda klasik bir babaoğulkardeş hikâyesi okuduğumuzu söyleyebiliriz Rüyası Bölünenler’de. Ancak İsmail’in, kardeşinin peşinde dağa çıkmasıyla roman, rotasını bambaşka bir yöne çevirir. Bu yönde ise acılarla dolu bir geçmişin yanında hep saklı kalmış dağ yaşayışı öne çıkar. Bir yandan da dağların ve insanlarının dili çözülür bu aşamada. Onların dili çözüldükçe de acı coğrafyasındaki derin hüzün vadilerinin çizgileri daha da keskinleşir. Yavuz Ekinci’nin anlattığı hikâye boyunca İsmail’in kendi kişisel tarihi, değerleri ve ülke tarihiyle hesaplaşmasını izlerken okuyucu olarak biz de hesaplaşmalara giriyoruz. Bu hesaplaşmalar geçmişi kapsadığı gibi güne de uzanıyor ve Ekinci, romanıyla günün siyasi ve vicdani atmosferini okuyabilmek adına çok önemli nüveler veriyor elimize. Bunu yaparken de öykücü geçmişinden çokça faydalanıyor yazar. İsmail’in Yusuf’a ve daha da önemlisi kendine ve babasına ulaşmak için çıktığı yolda, merak unsurunun anlatılan hikâyenin son satırına kadar saklı tutulması, Ekinci’nin dili kullanmadaki tutumlu tavrı ve verilen es’lerle merakın tırmandırılması yazara, öyküden miras kalan genler olsa gerek. Okurken de bunu hissedebiliyoruz zaten. Roman, kendi içindeki bölümleriyle öykü öykü ilerliyor adeta. İsmail kardeşi Yusuf’u bulabilecek mi? Kardeşini bulup babasıyla barışabilecek mi? Korkularını yenip yaşama yeniden adım atabilecek mi? Bunlar, romanın son sayfasına kadar akla takılan sorular. Ancak son kelime tüm bu soruları silip atacak türden. “Barış’a” diye bitiriyor Yavuz Ekinci romanını. İsmail’in hikâyesi de bu sonsöze katkı sağlayacak “anlayış ipleri” salmak için yazılmış zaten. Ama her zamanki gibi küçük bir dipnotla: “Anlayana...” n e.erayak@gmail.com 1280 2 8 A Ğ U S T O S 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3