22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Gönül kepengi “ayrıntılara” açık yazarlardan Haluk’a Mektuplar mesine yardımcı olabilir ve nihayet karşısındaki kişiyle duygulanımlarını paylaşarak mektup aracılığıyla kaleme alınma(sı) dır. Mustafa Balbay’ın da söylediği gibi “Salt iletişim değil mektup; bir dokunuş, bir öpüş, bir sıcaklık, bir armağan, bir yapıt, bir ürün, bir paylaşım” (Cumhuriyet, “Mektup”, 31 Aralık 1995). “Haluk’a Mektuplar”ı okuduğumuzda bize, bir hüznün, bir yalnızlığın, bir hazzın tezahürlerini yaşatıyor. Mektuplar birer anı fragmanı, bir iç dökme. Bir duygu selinin, bir düşünce gelgitinin yazıya dökülüşü. Ne ki bu yazıya dökülen serzenişler, sevinçler, anlık mutlulukların, aşkın, sevginin çağrıştırdığı mektuplar artık mazinin derinliklerinde kaldı. Mektuplar dönemin ülküsünü, zaman ve mekânı(nı), insan ilişkilerini anlatan belgeleri. Dahası, toplumsal belleğin aynası. Tabii ki bir tespitte bulunmak gerekirse mektup yazma geleneği bizde çok geç başladı. Mektuplar üzerine yayımlanan kitaplar Batı’da ne denli çoksa edebiyatımızda da o ölçüde az. Bedrettin Tuncel “Fransız Mektupları” üzerine yaptığı araştırmada şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Fransız mektupları söz konusu olunca hep Mademe de Sevigne’nin adı anılır; türün simgesidir sanki. Mektupların sık sık yeni baskıları yapılıyor. Doktora tezleri hazırlanıyor. Yüzyılımızda Fransa’da güzel mektuplar eksik değil. Gide ile Valery, birbirlerini tanıdıkları günden başlayarak, yazışmaktan usanmazlar.” Bir yazar duygu ve düşüncesini iletmek için bir şekilde yaşanmışlıkları dile getirirken o “an”ı, o kişiyi canlandırırken onun kişiliğine bürünür, bedeni adeta onun şekline girmiş gibi hisseder. Hayalnümasında var olan ve fakat artık anılarda kalan ilişkilerimizin görünmeyen ya da tinsel olarak varsayacağımız bir şeyin var olduğu inancı yaygındır ve bu varsayımın zaman ve mekân algısıyla kaleme alınmasıdır. Bir ötesi de ruhun bedenden, zihnin yürekten bağımsızlaşması, kopması ve duygu seline dönüşmesidir. Bir bakıma mektubu, “yazışmayı”, yaşamın kendisi olarak da yorumlayabiliriz. (s.12). Devam eder: “Mektuplarını okuyanlar görecek. Yıllardır sürekli ders verdiğin halde her ders için yeniden hazırlanma gereği duyman, yazı masasının üzerinde eksik olmayan sözcüklere, anlamını bildiğin sözcükler için bile hiç erinmeden, üşenmeden, yeniden yeniden bakman… Görev ve sorumluluk duygusu ikiz kardeşin gibiydi.” “MEKTUP İÇTEN GELDİĞİ GİBİ YAZILMALI” Mektubu kısaca dil, düşünce ve duyguların dışavurumu, bir iç dökmenin aracı olarak gördüğümüzde anlatımın içsel bağı, içtenliği içinde bir duygu taşkınlığıdır. Karasu, bir mektubunda bu konuda kendini ve yazışmanın nasıl olması gerektiğini 2 Şubat 1987 günkü mektubunda ne güzel ifade eder: “Halukçuğum, Dediğini çok iyi biliyorum. Mektup, yazı, iş diye değil, içten geldiği için yazılmalı.” Gelin Bilge Karasu’nun mektuplarından örnekler verelim. “Ben, çevremdeki ‘aydınların’ kitap okumaktan nasıl handiyse dikkatle kaçındıklarını, kendilerini dergilere atarak suçluluk duygularını gidermeğe çalıştıklarını gördükçe çileden çıkıyorum” (s. 51). “Edebiyat, yazı bizim her şeyimiz, en önemli derdimiz. İyi ama yaşamadan ne edebiyat yapabiliriz ne yazı yazabiliriz?” (s. 68). “Umutsuzluk, ancak umudun olduğu yerde vardır. Umutsuzluk içinde olduğunu söylemek, umutlu olduğunu söylemenin bir başka yoludur. Ama umudun dışında yaşamağı da öğreneceksin bir gün” (s. 70). “Musil’i okuyorum bu ara. Bir zamanlar dediğimi diyorum gene: Bazı kitapları yazarlarının yazdığı yaşta okumalı galiba. Pek önemli” (s.147). Aker de genç yaşta kaybettiğimiz bir bilim adamının ölümünü dillendirir: “Sevdiğim ama doğru dürüst ilişki kurmadığım bir sürü insanın ölümü, çağrışıverdi birden, bunlardan biri Sedat Veyis’ti (Örnek)” (s.155). Günümüz dünyasına da bir gönderme yapar Karasu: “ Türkiye, bir iş yapmak isteyen adamın ayağını çelmelemiştir hep” (s.156). Halen de öyle değil mi? Bilge Karasu yalnızlığını, tek başına kalmanın zorluğunu yazar: “Evde yalnız olmak, hep yalnız olmak, insanda birtakım değişikliklere yol açıyor… yemek belki iki sayfa şeyler okuyabilmek, sonra yatmak. (Kendi söyleyişiyle “Gönül kepengini indirip yatmak.”) En yakın dost komşu Füsun (Akatlı)” (s.158). Karusu’nun Haluk’a Mektuplar adlı kitabını ana eksen olarak ele aldığımız değerlendirmemizde Doğan Yaşat’ın hazırladığı “Bilge Karasu’yu Okumak” adlı kitapta Yaşat, yazar hakkında şu tespiti yapar: “Yazmanın da yolunun her şeyden önce okumaktan, ‘okur’ olabilmeyi çabalamaktan geçtiğini sürekli hatırlatır onun metinleri” (s. 11). Karasu, “Haluk’a Mektuplar”ın içinde, gerisinde, ötesinde ya da üstünde içtenlik, dostlukların önemini, değerbilirliğini, yaşanmışlıkların izdüşümlerini, edebiyat ve sanatın bir yaşam biçimi olduğunu belirtir. Diyebilirim ki mektuplar, bir daha dönüşü olmayan “sonsuz gurbetten” sesleniştir. n Haluk’a Mektuplar/ Yayına Hazırlayan: Haluk Aker/ Metis Yayınları/ 274 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 5 “Haluk’a Mektuplar”, Bilge Karasu’nun dostu, şair ve eleştirmen Haluk Aker’e otuz yıl boyunca yazdığı mektuplarla 1980’den itibaren Haluk Aker’in ona yazdığı mektupları bir araya getiriyor. Kitap, yazı süreçleri, ders hazırlıkları, okunan, çevirilen kitaplar; yaşam parçaları, zorluklar, sevinçler yaşayan edebiyatımızın bu büyük ustasını daha yakından tanımak, mektupların ışığıyla yapıtlarına daha derinden bakmak isteyecek okurlara sesleniyor. r Şener ÖZTOP “Bilgehan’a…” ilge Karasu (19301995), şair, eleştirmen dostu Haluk Aker’e (d. 1940) 19641994 arası yazdığı mektuplarını ve Aker’in de ona yazdığı birkaç mektubunu okuyoruz. Aker, Haluk’a Mektuplar’ın “Açıklamalar” bölümünde şunları dile getiriyor: “Bu mektupların edebiyat okurları, özellikle Karasu okurları için edebiyat eleştirmenleri, edebiyat sosyologları vb. açısından anlamlı olabileceğini sanıyorum (…) Benim için mektupların, özel bir anlam taşımakta olduğunu, paylaşılmış bir zaman aralığının, bir yaşam örüntüsünün, bir duyarlık bölüşümünün ürünü olduğunu söylemek gerekli midir?” (s. 259). Bir yazarın ”metinleri dışında kalanlar”, o yazarın ruhsal dünyasını, insan ilişkilerini, içsel duygulanımlarını; “aşkını”, “sevgisini”, edebî, sanatsal düşüncelerini, edebiyatın içinde var olan çekişmelerini ve kıskançlıklarını, “insan” olarak özelliklerinin bilinC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I B YALNIZ GEZEN YAZARIN ÇOK YÖNLÜLÜĞÜ, AYRINTICILIĞI VE TİTİZLİĞİ Karasu, annesinin ölümünden sonra kedisiyle (Bıyık) birlikte yalnız yaşayan bir yazardır. Onun hayatında önemli bir yer tutan müzikle de iç içedir. Piyano çalan bir kompozitördür. “Karasu’nun yapıtlarındaki zengin katmanlar arasında müzik ve sinemanın yanı sıra resim de kuşkusuz önemli bir yere sahiptir (…) metinler yazarın sahip olduğu sanat tarihi ve resim bilgisini açıkça ortaya koyar” (Doğan Yaşat, Bilge Karasu’yu Okumak, Metis Yay., s.179). Aker’in söyleyişiyle “yazı”nın kalıcılığına inançlıdır. “Yazıya, yaşamı önde tutma koşuluyla tutkuyla bağlıdır” (s.13). Ama günlük yaşamda da “O her zamanki titizliğiyle, neyi nasıl yapmalı, neyi nereye yerleştirmeli?” diyen estetik kaygısını, estetik hazzını her dem dışa vuran bir kişidir. Schiller’in Kant’tan yararlanarak dizgeleştirdiği “estetik haz, özgürleşmiş ve öz yarar duygusundan arınmış gönüllerde daha yüksektir.” Gören, gördüğü nesneleri mekân içinde tertip ve düzenleyen mükemmelciliği de onun bir özelliğidir. Ama o, görmenin de zaman zaman eksik görülebileceğinin farkındadır. Ona göre “…gören adam, ister istemez bu sonuca varıyor.” (s. 63). Karasu’nun kendine özgü ve özgün üslubuyla başarılı bir yazar olması, hem de duygulu ve düşünceli olması, bu özelliğini içselleştirmesi ve yazınsal yaratımına yansıtmasını sezinleriz. Aker şöyle der: “Seni sen yapan özelliklerinden biri: Evde çamaşırları balkona asan kadına, asılan çamaşırı indirerek mandalın çamaşıra nasıl tutturularak ipe asılacağını gösterdiğini, anlattığını… Ayrıntıydı bunlar” (s.12). Hemen ardından Karasu’nun en önemli özelliğini vurgular: “Ayrıntıcı” bir yapıya sahip olduğunu şöyle dillendirir: “Ama gene seni sen yapan şeylerden biri değil miydi? Ayrıntılarla uğraşmak… Yalnız yazıda, karşılıklı konuşBilge Karasu, annesinin ölümünden sonra kedisiyle (Bıyık) birlikte malarda değil, yaşamın yalnız yaşayan bir yazardı. Onun hayatında önemli yer tutan müher alanında üstelik” zikle de iç içeydi. 1276 3 1 T E M M U Z
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear