Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cengiz Bektaş’la mimarlık, insan ve doğa üzerine ‘Toplum anlamıyorsa anlatamıyorsun demektir’ Anonim, biçimi olmayan, işlevden ve insandan yola çıkan, ekonomik, esnek, doğaya bağlı bir mimarlığın savunucusu denilince ilk akla gelen ustadır mimar, ozan ve yazar Cengiz Bektaş. Tasarımlarında yapının dış görünüşünden önce yapı içindeki işlev ve mekân ilişkilerine nasıl önem verdiğini de bilen bilir! Pek çok ödül kazandığı mimarlıktaki ülküsünü özellikle doğa ve insan temasında yine ödüllerle taçlanan şiiriyle nasıl bileştirdiğini; mimarlıkla ilgili deneme ve inceleme yazılarının yanı sıra yalın dille kaleme aldığı deneme ve gezi yazılarını da öyle. Bektaş’la kitaplarını ve günümüz kentselliğini konuştuk. “Türkiye’ye dışarıdan girilir!” Aziz Nesin r Gamze AKDEMİR ültürmimarlık sıkı ilişkisinin insandoğa yaşamı üzerindeki yapıcı ve yanlış algılandığında yıkıcı da olabilen etkilerini bir mimar, ozan ve yazar olarak nasıl irdeliyorsunuz? Mimar her şeyden önce bir kültür adamı, bir aydın olmak zorunda. Mimar geçmişi bilir, bir kültür aktarıcısıdır, çağını bilir. Mimar toplumun, işverenin mutluluğu için çalışır. Onlar için insancıl oylumlar yaratır. İşi, en azla en çoğa ulaşmaktır. Mimarlığın temeli kültürdür. Yazarlığımla, mimarlığımla kültür ortamı için çalıştım hep. Sağlıklı bir kültür ortamında olmak, insanın tüm çevresiyle, doğayla ilişkilerini de elbette olumlu etkiler. Mimar, yapılı çevreyi tasarlayan kişi olarak, bu ilişkideki sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Önüne gelen her işi ya da işvereni önce bu sorumluluk açısından değerlendirmelidir. Kimi işlere “hayır” diyebilmelidir. Kültür ortamına yıkıcı etkileri olacak bir yapının tasarlanmasında, gerçekleşmesinde ödev almamalıdır. Saydığınız niteliklerime göre, kültürsüzlüklerden, çarpıklıklardan en çok etkilenen kişilerden biriyim diye düşünmemi yadsımazsınız sanırım. Bu beni, bunlara karşı savaşımdan alıkoymuyor elbette. Bu savaşımda en önemlisi “iyi örnek” yaratmaktır. Mimarlığı toplum gündemine sokabilmek için nasıl bir yol izlediniz? Kendi adınıza iyisini, doğrusunu yapıp bir kenara nasıl çekilmediniz ve bu anlamda kaleme aldığınız çalışmalarınızla da nasıl bir kitaplık oluşmuş durumda? Mimarlığı toplum gündemine sokabilmek, biraz önce belirttiğim savaşımın ana sorunudur. Bu nedenle ilk yapıtım, Adnan Turani’ nin “SanatSanatçılar” dergisinde 1965’te yazmaya başladığım yazılarımın toplamından oluşan, 1967’de Dost Yayınları’ndan çıkan “Mimarlıkta Eleştiri”ydi. Bu yalnız mimarlık ortamı için değil, toplumumuz için de bir ilkti. Bu yapıt 1968’te, Türk Dil Kurumu Denemeİnceleme Ödülünü aldı. Böylece mimarlıktan başka alanların da gündemine girebildi. Birkaç kez de basıldı. Bugün de bu yolda yürüyorum. Toplum, aydınları aracılığıyla çevresindeki kötülükleri eleştirmeli, iyilikleri değerlendirmeli. Önüne gelen istediklerini kendi öncelikS A Y F A 1 4 n 1 3 K lerine göre yapabilirse ya da yaptırabilirse bunun sonucu bugünkü durum olur: Karmaşa, kötü durum. Topluma sorunları anlatabilmek gerekiyor. “Toplum bizi anlamıyor” diyenlere “anlamıyorsa anlatamıyorsun” demek yanlış olmaz. Bu nedenle yalnız dergilerde değil, on beş yıldır bir güncede, “Yaşama Kültürü” ana başlığı altında yazıyorum. “AZ GELİŞMİŞ ÜLKENİN MİMARI KAMUDAN HIRSIZLIĞA KARŞIDIR” Az gelişmiş ülkenin mimarı olma konusunu da yazıyorsunuz. Az gelişmiş ülkenin mimarı nelere dikkat etmek zorundadır? Az gelişmiş ülkenin mimarı, Cengiz Bektaş’ın tüm kitapları Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nda... ülkesinin koşulları içinde çalışmayı bilir. Küreselleşmenin bir aldatmaca olduğunun ayrımındadır. Dışarıdan aktarmacılığa, dışarıdan gelen tasarımların “imzacılığına” karşıdır. Kamudan hırsızlığa karşıdır. Dışarıdan gelecek, bizim koşullarımıza uymayan yapım teknikleriyle, gereçlerini doğrudan kullanmaya da karşıdır. Bu konularda ülkemizin düzeyini yükseltmek için araştırmalar yapar ya da yaptırır. Ülkesinde, kırsal kesimde, insanlarının neredeyse yarısının kerpiçle yapılmış yapılarda yaşadığını bilir. Türkiye’de yapı alanında yapılan en büyük yanlışın, mimarlık işini proje ve kontrollük olarak (sözleşmelerine varıncaya dek) ayırmak olduğunu yazıyorsunuz. Bunun sonuçlarını değerlendirir misiniz? Mimarlık bir takım işidir. Bir bütündür. Sinan’ın çağında, hem statik mühendisliğini hem mimarlığı bir kişi yapabilirdi. Bugün mimar uzmanlıkların tümünden yararlanmak zorundadır. Tasarımla uygulama denetimi (kontrollük) birbirinden ayrılamaz. Yapı denetiminin başında tasarımı yapan mimar bulunmak zorundadır. Uygulama sırasında gerekecek değişikliği de yalnız o yapabilir. Tasarımla yapı denetimini birbirinden ayıranlar mimarlığın ne olduğunu bilmeyenlerdir. Ben, uygulama denetimi verilmeyecek işin tasarımını üstlenmem. (Aldatıldığım olmaz mı? Olur!) Ne yazık ki hukukçularımız da bilmiyorlar mimarlığın ne olduğunu. Dedim ya mimarlık bir kültür konusudur. Uygulamanın denetimi mimarın elinden alınınca tasarım kuşa döndürülür. “İNSANCA OLMAYAN HİÇBİR ŞEY MİMARLIK DEĞİL” Osmanlı’da yerleşme ilkesi temel olarak hangi prensiplerde vücut bulmuştur ve bu bağlamdaki seviye günümüzdekiyle nasıl kıyas tutmaz? Osmanlı çağında üretilmiş yirmi çevresinde yerleşmenin, konuşabildiğim son dönem ustalarına “Ne gibi kurallarınız vardı?” diye sorduğumda aldığım hemen bütün yanıtlar şöyleydi: “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa.” Yapılaşmayla ilgili kurallar konusunda daha da sıkıştırdığımda da şunu söylediler: “Kimse kimsenin içine bakmamalı.” “Bakarsa…” diye üstelediğimde önce mahallenin yaşlılarına, en sonunda belediyeye başvurulacağını söylediler. Gerçekten kimse kimsenin içine bakmıyordu. Kimse kimsenin havasını, görüşünü (göz yaylasını), güneşini kesmiyordu. Kimse kimseyi kirletmiyordu incelediğim yerleşmelerde. Şimdi bütün bunlar tersine dönmedi mi? Sultanahmet camisinin ‘siluet’ ine üç gökdelen girmedi mi? Kamudan binlerce metrekare çalabilen hırsızlara karşı çıkılabildi mi? Ağacımıza, yeşilimize, “Gezi”ye dek topluca karşı çıkılabildi mi? Komşuya, kente saygı mı kaldı? Kültür Varlıklarımızı koruyabiliyor muyuz? Teknik, yapım yöntemi, gereç, dıştan göz boyama, biçim mimarlık değildir. İnsanca olmayan hiçbir şey mimarlık değildir. “KONUT GETTOLARI İNSANI İNSAN YAPMAZ” Mimar, uzak ve yakın tarihle ilişkisini ve “doku” tesisini ne düzlemde kurmalıdır? Ülkemizde bu açıdan nasıl bir bilinç özlenilesidir? Kendini bilen bir mimar “kopya” etmez. Ne geçmişten ne bu günden, ne içerden ne dışardan (başka ülkelerden). Gelenek mimarın bilincindedir. Ona ileriyi gösterir. Gelenek sözcüğü “gelmek” ten gelir. Bugüne gelememiş hiçbir şey gelenek değildir. Geleneğe eklenebilmek için en azından çağdaş olmak gerekir. Sinan’ı dört yüzyıl sonra durmadan kopya etmek, onu hiç anlamamış, hiç ilerlememiş olmak demektir. Değerlerimizi düşürür. Bilgisizliği gösterir. Doku, kopyalarla sağlanamaz. Uyumla, dengeyle, kendi çağına yanıt verebilmekle sağlanır. Yayalara yer olmayan Büyükdere caddesinde neyin dokusunu arayacaksınız? Yaşama ortamı, insanı insan yapacak sanatkültür donanımlarıyla sağlanır. Konut gettoları, insanı insan yapmaya yetmez. Mimarikonjonktürel bağlamda geçmişi anlamada tek ölçütümüz olmalı: İnsancıllık. Anadolu, yerleşim ve ev, tapınak düzenleri anlamında nasıl bir anavatandır? Yapılarda başlıca neler nasıl gözetilmiştir ve insanların kente fizikifelsefi bakışları nasıl bir derinlik içermektedir? Anadolu, toprağın ilk işlendiği, insanın besinini kendi üretebildiği, bu nedenle en eski yerleşmelerin bulunduğu yerdir. Göbekli Tepe’ deki tapınaklar 12 bin yıl eskiye gider. Barınma, yerleşme kültürü, tüm örnekleriyle kesintisiz izlenebilir Anadolu’da. Son bir iki bin yılı değerlendirerek ya da son biriki yüz yılın etnik bakış açılarıyla bakılmamalıdır geçmişe. Anadolu, insanlık yerleşme kültürünün vatanıdır. Son 4050 yılın bulgularıyla bu kesinleşmiştir. Akılcılık, kolaylık, tutumluluk, içten dışa davranış (çözüme içten, işlevden başlayıp o yoldan biçime varmak) temel ilkeler olmuştur. Yerleşmede kentK İ T A P S A Y I 1252 Ş U B A T Fotoğraf: Kaan SAĞNAK 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T