Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Yazılarımda yeni dönem… Oturulmuş kararlar alınmış… Cumhuriyet Kitap Eki’nden söz ediyorum. Gerekenler konuşulup tartışılmış, kimi öneriler, yaklaşımlar topluca değerlendirilmiş… “Kitaplar Adası” yazıları da artık iki haftada bir yayımlanacak… 30 Ekim’den sonra 13, 27 Kasım, 11, 25 Aralık, bu şekilde sıralanacak yazılar… Bir hafta görünüp, öteki hafta kaybolacak… Göz kırpar gibi… umhuriyet, benim gazetem. Aralıklarla da olsa yıllarca ikinci sayfada, ardından Pazar Dergi’de okur karşısına çıkmışım. 1994’ten bu yana Cumhuriyet Kitap Eki’inde kalem oynatıyorum. “Kitaplar Adası”yla 2003’te başlayan sürekli yazarlığım da on ikinci yılını tamamlayıp on üçüncüsüne adım atmak üzere… İşte elli yıla yayılan ilişkimin özeti Cumhuriyet’le… Madem yazarım, işim yazı yazmak; yayın yönetmenliğine, editörlüğe soyunmak değil… Turhan Günay’ın, yazmamı önermesi ne anlama geliyorsa, bunları sonlandırmamı istemesi de bunca olağan. Kaldı ki süreli yayınların taze kanla beslenmesi gerektiğini düşünmüşümdür öteden beri. Bunu uyguladım da geçmişte. “Kitaplar Adası”na bir son vererek okuma odamdan çıkabileceğimi de söyledim hatta. Gerek Yayın Yönetmenimiz Turhan Günay gerekse okurlar, yazılarımı sürdürmem yönünde tutum sergiledi bugüne dek. İki haftada bir yazmanın işime geldiğini itiraf etmekten de çekinmeyeceğim… Dosyalarıma yoğunlaşabilmek için bulunmaz fırsat bu benim için… Ötedir kimi dostlarım uyarıyor, kendine de zaman ayır, diye; teşekkür etmem gerekiyor yayın yönetmenimize bundan ötürü… Bu arada, yazılarımı kısaltmam, 7000 bu olamıyorsa 7500 vuruşla bunları bağlamam gerektiği; öyküye, taşra yayınlarına, ilk kitaplara dönük yaklaşımlarımın dergimizce önem taşıdığı, “Kitaplar Adası”nda bunun sürdürülmesinin uygun olacağı; şimdiye dek olduğu gibi birkaç kitabı birden aynı yazı içinde birlikte değerlendirebileceğim söyleniyor. “KİTAPLAR ADASI”NIN YILLIK ÇALIŞMA TAKVİMİ… Sorun yazılarımın yıl içine dağılımıyla yerleştiriminde yatıyor… Neden sorun bu benim için? Çalışmalarımı, yıllık takvimlerle yürüttüğüm seziliyor olmalı… Öyküyle romana, tiyatroyla sinemaya, deneme eleştiri kitaplarına, çocuk genç yazınına, kadın, genç yazarların verimine S A Y F A 18 n 30 E K İ M C öteki alanlarla konulara ne zaman yer açacağımın önceden hesaplarını yaparak çalışmaya koyulduğum giz değil… Kaygım, konuyu gereğince işleyemeyeceğimi; masama aldığım kitapları ayırırken yaşadığım rahatlığı sürdüremeyeceğimi, ister istemez seçiciliğe kayacağımı düşünmekten kaynaklanıyor… Sözgelimi kimi günler için özel yazılar da kaleme alamayacağım belki. Sözgelimi Fethi Naci Zamanına, Dil Bayramına vb. bilmem yeniden yer açabilecek miyim? Sonra “Öykü”, “Tiyatro”, “Sinema” vb. kutlamalar için de sıkışacağım açık. Bunun gibi farklı etkinliklerle Gezi, Sivas gibi önemli olaylar karşısında ne yaparım bilmiyorum… “Márquez” dizisini sordum; “Sürdür,” dedi Turhan. Ama dört ay boyunca ikişer yazı öngörmüşken bunun birer yazıyla yedi sekiz aya uzaması doğru mu? Bu yüzden önümüzdeki birkaç ay, iki üç yazıda toparlamaya çalışacağım diziyi… Ayrıca 29 Ekim haftasında yayımlayacağımı duyurduğum Doğan Kuban yazısı var. Bu nedenle ilk iki hafta bunları tamamlayacağım. Kasımda “Kitaplar Adası”nın yeni dönemi başlayacak. “KİTAPLAR ADASI”NDA GELECEK ÖNGÖRÜSÜ… Yazıların uzunluğu, kısalığı, konulara yaklaşım biçimi, bunları işleme yeterliği elbette birer sorun olarak zaman zaman kendini duyuracaktır, bundan kaçınmak olanaksız, ama kendi çizgisindeki akışı sürecektir yine de. Arada bir “tanıtma yazısı” izlenimi bıraksa da söz konusu yazıların güdükleşip sığlaşacağı, giderek yeterliğini yitirip gücünü hepten tüketeceği anlamına gelmemeli bu. Üstelik yoğunlaştırılmış, ama özlü kısa yazılar kaleme almak olası. Kaldı ki kimileyin okur da kısa yazıyı benimsiyor. Örneğin Cumhuriyet okurlarından Abdullah Karaca, “köşe yazılarınızın uzunluğundan şikâyetçiyim,” 2014 demişti birkaç ay önce Güray Öz’ün “Okur Temsilcisi” köşesinde. (19.5.2014). Ama bir başka okur Onur Aydemir ise Karaca’ya yanıt vermekte gecikmemişti aynı bölümde: “Köşe yazılarınızı daha da uzatın. (…) Düşünceye susadık.” (26.5.2014) Kimi Cumhuriyet okuru da, yazarlara gönderdiği iletiye yanıt verilmeyişine bozuluyor. Örneğin Tuncer Örüklü, Güray Öz’e, “Yani insan birkaç kelime ile en azından okuduğunu belirten nötr bir cevap veremez mi?” diye sormuştu. (28.7.2014) Okur gibi yazarlar da yanıt bekler tutum sergiliyor, alınmaya hazır halde. Kimi yazarların, kitapları üzerine kaleme alınan değerlendirme yazıları için gönderdikleri teşekkür iletilerine yanıt verilmeyişinden alındıklarını öğrendim bir yazarın epostasından. Ben de dâhilim alınganlık duyulanlar listesine. Oysa yayımlanan kitabın, yazar tarafından “merhaba” anlamına geldiği, başkasınca yapılan değerlendirmenin merhabaya yanıt anlamı taşıyacağı, bu nedenle kendisine bir iki sözcükle teşekkür etm?enin belki incelik olacağı, ama buna yanıt beklememek gerektiği nasıl anlatılabilir bir yazara? Sonrası bizim Kavuklu’yla Pişekâr’ınkine benzer biçimde “Buyur,” “Sen buyur,” ağırlamasına dönüşmez mi? Sözgelimi kitaplarım için yazanlara, emekleri için ben de teşekkür ediyorum, ama yanıt beklemiyorum kesinlikle… “YAZINSAL ELEŞTİRİ”NİN YALNIZLIĞI… İşin bir başka boyutu, “yazınsal eleştiri” türünün yapayalnız kalışı… Yazınsal eleştiri derken, bunu akademik ya da bilimsel temelde yapmaya girişen, ama belki metnin yazınsal değerini görece ikinci plana iten çalışmalardan ayırmak için kullanıyorum. Yazınsal eleştiri, ülkemizde ilgi zayıflığıyla git gide kapı önüne atılan tür haline geldi… Bırakın yazınsal olanını, yazın temelli eleştiri de olsa bu, “para etmiyor” zaten. Hüseyin Yurttaş, Varlık’ın Eylül sayısında, bir yazımdan kalkarak yayınevlerinin kitap göndermeyişine inanamadığını söylüyor neredeyse. Oysa doğru, Can Yayınları ile Günışığı Kitapları dışında bana yayınlarını dizgeli biçimde ulaştıran başkaca yayınevi yok. Hayır, elbette kitap geliyor, ama gönderilen her kitapla ilgili bir beklenti olduğunu duyumsuyorsunuz. Şu da var; yayınevlerinden gelen ya da yazarlarca incelikle imzalanan kitapların büyük bölümüne yer açılamıyor bir türlü, üzülseniz de böyle bu! Ne ki öykü kitaplarına, ilk kitaplara, kadınlarla gençlere büyük ölçüde yer açtığım görülmüyor olamaz. Yayınevlerini arayıp kitap istemek ise olacak iş değil! Bunun için “Babam sağ olsun,” diyorum… Eleştiriye soyunabilmek için üç şey gerek zaten: para, para, para… Bununla yetinmeyip iki söz daha edeyim. Biraz da gülümseyelim… Irmak Zileli, Eşik (Remzi, 2011) adlı romanını Adnan Binyazar’a imzalayıp gazeteye göndermiş. Arkadaşlar, “Adnan Hoca gelmiyor, sana verelim romanı,” dediler. Eşik üzerine yazımı, Binyazar’a imzalanmış kitaptan yararlanarak yaptım yani. (Sayın Binyazar; kitabınız hâlâ bende…) Nemika Tuğcu, seçici kurul üyeliğini üstlendiği bir yarışma için gönderilen, okuyup çalıştığı kitapları bana verdi, fazladan okuyabileyim diye. Turgay Fişekçi de geçmişte TV programlarından artan kitapları vermişti bir kucak… Kâmuran Şipal’in Demir Köprü (YKY, 2011) romanının fotokopisini Birsen Ferahlı İzmir’den gönderdi. Melike Uzun, Kürar (İletişim) adlı öykü kitabını ulaştırmak amacıyla adresimi aldı, aradan aylar geçti, ses yok… Bu durum, gönderilen kimi kitapların bana ulaşmadan donduğunu gösteriyor ortada. On iki yıldan bu yana Varlık Yayınlarından gelen tek gönderi Esra Alkan’ın incelikle imzaladığı kitap oldu: Kalk Gidelim Rize (Varlık, 2014). Bizim Cumhuriyet Kitapları’ndan da yayın gelmiyor, merak edenler için söylemiş olayım. Sıralayayım mı daha? Öyle görülüyor ki yazar, yayıncı, okur, hiç kimse eleştirmen arıyor değil, hiç kimsenin eleştirmene gereksinimi yok çünkü! Geçenlerde bir yazar da tanıtımını yapacaksam kitabını gönderebileceğini söyledi epostayla, haklı olarak. Bir başkası ise önceki sayıların birinde kitabından söz etmişsem eğer, bunu atlamış olabileceğini, kendisini bilgilendirmemi rica etti yine eposta notuyla. Eh, işbu yazı da zaten yedi bin vuruşa geldi, “Kitaplar Adası”na nokta koymanın zamanı geldi o halde… 30 Ekim’den sonra göz kırparak da olsa görüşmeyi sürdüreceğiz yine…n K İ T A P S A Y I 1 2 8 9 C U M H U R İ Y E T