25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Monika Maron'dan "Acayip Bir Başlangıç” Yaşlılığın yalnızlık hâli ikinci bir aynayla her yanını uzun uzun incelemişti. Asla duş almıyordu, mum gibi solgun teninin ardında, tıpkı bir röntgen filmi gibi ölümü yansıtan. çarpık uzuvlarını görmemek için bir köpük yığınının altında küvette yıkanıyordu. Çıplak vücudunu görmekten deli gibi korkuyordu, kimse, kendisi bile görmezse bedeni ortadan kalkabilirmiş gibi akşamları ve sabahları hızla soyunup giyiniyordu.” Johanna’nın bugününe gelip cümleleri kendi üzerinen akıtmaya başladığında karşımıza çıkan tablo ise şu: “Duş almıyorum artık; Irene gibi bir köpük yorganının altında küvette yıkanıyordum. Akşamları ve sabahları çıplaklığımın kaçınılmaz anlarından nefret ediyordum. Erkekler bakışlarıyla beni nötralize ettiklerinde hissettiğim duyguya çoktandur aşinaydım.” Son nokta yine Johanna’dan: “Yaşlılık ve sakatlık birbirine benzer durumlar, (...) çünkü yaşlılar gibi sakatlar da bazı taleplerde bulunma hakkına bile sahip değiller.” SESSİZLİĞİN DİLİ Bu doğrultuda, yaşlılığın yalnızlık boyuytu üzerinde ayrıca duruyor yazar. Bu yalnızlık boyutunun önemli parçalarından birini de eşi Achim meydana getiriyor. Achim, bize bir “sırt” ya da “ense” olarak tanıtılıyor çünkü yazı masasının başından kalkıp Johanna’nın yüzüne kolay kolay bakmayan biri haline gelmiş zaman içinde. Ancak yine de Irene gibi bir başına kalmış, münzevi bir yaşam sürdürtmüyor kahramanına Monika Maron. Tecrit değil Johanna’ya yaşattığı ama yine de sapına kadar yalnızdır. Dostlarının arasında da olsa geçmişiyle yalnızlığa sürüklenir. Geçmişinde, hesabını henüz tam olarak kapatamadığı olaylar Johanna’yı düşünmeye, bunun ekseninde de yalnızlığa iter. Johanna’nın dünü ve bugünü arasında yaptığı salınımlarda karşısına aldığı en önemli mesele de yine kendisi olur. Bu yalnızlık mekânını da hikâyenin akışına ve karakterine uygun bir yerde yaşatıyor yazar. Bir taşra kasabası olan Basekow, bu konuda romanın merkezi. Mekân bağlamında da anlatılmak istenen çok şey var. Taşra ve şehir karşılatırması çokça kurcalanan konular arasında olmakla birlikte, taşranın o kendine has “yalnızlık” havası, romanın dokusunu pekiştiryor. Bunun yanında kalabalık ve bireysel şehir yaşamından, yalnız ama çoğulcu taşra yaşantısının yansımaları da romanın atmosferinde önemli bir yer tutuyor. Mekândan karakterlere, ortamdan ruh hallerine kadar her şeyiyle bu yalnızlık ve kendine çekilme hissini sadel, doğal akışında ama yine o doğallıktan gücünü alan vuruculukla anlatan yazar dilini de bu minvalde kurmuş. Sessizliğin dilini kuruyor bu romanında Maron. İddialı kelime ve cümleler yerine o uzlet haline yakışır dinginlikte kelimelerle örülmüş bir roman Acayip Bir Başlangıç. Bu da son kertede gücünü sessizliğinden alan bir roman olduğunu gösteriyor bize Acayip Bir Başlangıç’ın. n e.erayak@gmail.com Acayip Bir Başlangıç/ Monika Maron/ Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer/ Alef Yayınevi/ 160 s. K İ T A P S A Y I 1247 Monika Maron’u bundan birkaç yıl önce yayımlanan romanı “Animal Triste” ile tanımıştık. Maron’un bir romanı daha artık Türkçede: “Acayip Bir Başlangıç”. Geçmişi ve bugünü arasında kendini arayan kahramanı Johanna’nın, yaşlılıkla birlikte kendine başka bir yaşama düzlemi yaratma çabasının hikâyesini dillendiriyor Maron yeni yayımlanan romanında. r Eray AK e zaman farkına varırız yaşlandığımızın? Ölümle biter yaşlılık ama ne zaman başlar, bunu bilebilir miyiz? Hadi bildik diyelim, bu ne ifade eder bizim için? Yaşlılığın ağır psikolojisini nasıl yaşar, nasıl karşılar insan? Yaşlı olduğunun farkına vardığında hayata mı küser yoksa yaşamın yeni bir bölümüne sükunetle hoşgeldin mi der? Peki ya hesaplaşmalar... Kendi ya da bir başkasıyla dışarı belli etmese de sessizce yaşadığı hesaplaşmalar ne kadar yer kaplar bu dönemde? Yaşamın belli bir bölümüne yaklaşıldığında, hemen herkesin aklına gelebilecek sorular bunlar. Hikâyesini de kendi içinde barındırır aynı zamanda bu sorular çünkü adına yaşlılık denen kimine göre “illet”, kimine göreyse “ikinci cennet” olan yaşam dilimi, geçmişten gelen birikimle beraber doğal olarak içinde pek çok anıyı, dolayısıla da hikâyeyi şimdiye taşır. Bu birikimlerin içinde bitmemiş hesaplar da vardır, N pişmanlıklar da... Ama en önemlisi tüm bu yaşanmışlıkları zihinde hâlâ canlı tutabilme çabasıdır. İnsan hikâyeleriyle vardır ve bu hikâyeler acı da verseler bizimle olmak zorundadır. Dile gelse de gelmese de... Monika Maron da işte böyle hikâyelerden sadece birini anlatıyor bize yayımlanan son romanı Acayip Bir Başlangıç’ta. Hikâyede, yaşlılığın getirdiği tüm sorularla beraber, bir geçmişin de gizli kalmış patikaları var. Bilen bilir, Maron’u bundan birkaç yıl önce yayımlanan romanı Animal Triste ile tanımıştık. Ülkesinde ve dünyada önemli ödüllerin sahibi olan yazar bu romanında; hafızanın kişilik üzerinde nasıl bir rol oynadığı, geçmişi yeni baştan yazarak insanların nasıl şekillendirildiği, aşkla direnişin nasıl gerçekleşeceği ve akıllılıkla delilik arasındaki çizginin nerelerde aranabileceğine dair sorgulayıcı bir hikâye anlatmıştı bize. Arka planda ise “yıkılmaz” bir yapı olarak Berlin Duvarı yer alıyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının öncesi ve sonrasındaki Almanya’nın durumu, önemli bir yazarın gözünden okuyucuya aktarılıyordu. Acayip Bir Başlangıç’ta ise bir önceki romanda olduğu kadar yoğun bir sosyal ve siyasal arka plan yer almamakla birlikte, yine de Doğu ve Batı Almanya’nın “soğuk” günlerinin “sıcak” rejim baskısı okuyucuya resmediliyor. Ancak yazarın bu romanında odağına aldığı çok daha başka noktalar var. Geçmişi ve bugünü arasında kendini arayan bir kadının, yaşlılıkla birlikte başka bir yaşama düzlemi yaratma çabasının hikâyesini dillendiriyor Maron, Acayip Bir Başlangıç’ta. “SAKAT” YAŞLILIK Tüm bir romanı, hikâyenin başkahramanı ve anlatıcısı olan Johanna üzerinden okuyoruz. Geçmişiyle hesaplaşarak 2 0 1 4 bugününe yeni bir anlam katmak isteyen, yaşlılığın getirdiği hüzünle de bu yeni anlamı ararken bocalayan bir karakter olarak çizilmiş Johanna. Geçmişinde biyografilerin içine gizlediği mesajlarla tanınan ancak bugün, böyle bir şeyi yapsa hiçbir anlamının olmadığını bilerek, bir nevi yaşamının anlamını kaybeden bir kadın aynı zamanda. Romanın başlangıcından itibaren Johanna’nın geçmişine doğru uzanan bir yokuş karşılıyor bizi. Bu yokuşun başında ise daha çocukluktan beri tanıdığı Irene çıkıyor karşımıza ilkin. Irene, yazarın yaşlılık üzerine dillendirmek istediklerinin somutlaşmış halini çiziyor bize. Bedenen doğuştan özrü olan bir kızdır Irene ve “(...) kamburdur. Sopa gibi inceydi bacakları, upuzun ayaklarında ortopedik ayakkabılar vardı, kıllı kolları neredeyse dizlerine kadar uzanıyordu, çünkü Irene’nin kürek kemikleri arasındaki omurgası eğriydi ve bedenin üst kısmı on, on iki santim kısa kalmıştı. Sonraları bütün akrabaları aralarında para toplamışlardı da Irene Batı Berlin’deki Oskar Helene Kliniğinde ameliyat olmuştu. Omurga düzleştirilmişti ama büyümesi imkansızdı artık. Deri ve çelik korsasından da kurtulamamıştı (...)” Yazarın, Irene ve Johanna’nın yaşlılığı arasında kurduğu bağ, gerçekten çok kuvvetli bir izlekten yola çıkıyor. Somutlaştıracak olursak şöyle diyebiliriz. Basit bir banyo sahnesi yazarın bu konu üzerine söylemek istediklerini çepeçevre sarıyor. Şöyle: “Bir kez, ama sadece bir kez, diye anlatmıştı Irene, on yedi ya da on sekiz yaşındayken, çırılçıplak soyunup aynanın önüne geçmişti ve S A Y F A 6 n 9 O C A K C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear