22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

vermeyecek, aklı lüzumsuz sanatsal arayışlara sevk edip yoldan çıkarmayacak şekilde kullanmak hep üstünde durduğum bir nokta oldu. Mezar da öyle. Temizlik de. Uykunun bir ayrıcalığı unutmaya çok yakın bir hal olması. Kaçmaya da tabii. “AŞK BELLİ BİR RUH TERBİYESİ İSTER” His fırtınası... Romandaki şiddeti ve hiddeti ne? Baştan sona hem erkek hem dişi bir roman... Karısını da seviyor ama, karısı da onu. Artık aşk yoksa da sevgisi mühürlü ve yerleşik evlilik onlarınki. Bir de Mesut hayli konformist değil mi? Aşk, tutkular, cinsellik, o bağ ve bağımlılık hali, o mazoşist aşk sorgulamaları Mesut’u kendi rahatı özelinde de pek bir kuşatıyor. “Ölüm belki seksin bir çeşididir ya da bir mertebesi, bir merhalesidir” diyen Mesut’u; “hayran olduğu karısıilerleyen yaşlarında vefakârca âşık kalakaldığı ama küçük ruhlu olduğuna ta başta hükmettiği Akide ve cazibeli, azıcık kalpsiz Asiye” hattında nasıl bir insan yapıyor aşk? Ve olaylara bakışına nasıl sirayet ediyor, ne kadar sersemletiyor açıkçası? Evet, Mesut ilk başta ve sonra bir süre gayet konformist çünkü adamın tek derdi hayatını zorlaştırmadan yaşamak. O bir tek başına hayatta kalma ustası. Bütün çocukluğu ve gençliği öyle geçmiş. Bencil, dirençli ama alıp kaçmaya hazır. Gelgelelim, bu sefer kaçamayacağı bir mücadelenin ortasında buluyor kendisini. Bir vicdan ve bir huzur mücadelesi içinde. Aşka gelince, eh, bir hayatın içinde bir insansak, kalbimizle ilgili bir hayatımız da olacak. Mesut’un niye olmasın? Onun da Ünye’ye gelinceye kadar tek derdi, genç bir sevgili bulmak. Ünye’de aradığından çok fazlasını buluyor. Hayatın fiziksel yaşama koşullarının insana sunulduğu yerde ruhsal imkânlarının da sunulması kadar doğal bir şey yok. Bütün o kadınlara gelince onlar da Mesut’un inandırıcılığının bir parçası. Yoksa bir cinsiyet felsefesi yapmak niyetinde değilim. Her kadın kendi büyüsüyle birlikte gelir. Hele de kadınları hiç tanımayan bir delikanlıya. Aşk neyse de, birine gerçekten âşık olmak belli bir olgunluk, belli bir ruh terbiyesi ister gibime geliyor. O olgunluk, o ruh terbiyesi ise 22 yaşındaki bir erkekte nadiren bulunabilecek bir şeydir. Mesut Ünye’de karşılaştığı gerçek, zengin ve sert hayatın karşısında ne kadar şaşkınsa o hayatın ruhsal yüzünü oluşturan kadınlar konusunda da o kadar şaşkın, o kadar acemi. O terbiyeyi bırakalım kendisi alsın. “SİVAS’TA İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU. NE OLDU? ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ! SORMAYALIM MI?” Ünye özelinde yakın tarih hesaplaşmasıdır “Çıplak ve Yalnız”? Romanda, yıkılıp yakılan, boğazları kesilip ırmağa atılan dört köy dolusu halkın, ortasında yapyalnız ve çırçıplak kalınan insanlık dışı sonu karşısında, vay ölene, öldürülene olduğu kadar, vay asıl kalana, kalanlara da. Romandan alıntılarsam “Herkeste sessiz bir ikrar var, ama üstüne gidince öfkeli bir inkâr görüyorsun” durumu.. İnkâr ve azap karışımı çok çok azı yüzeyde, aslan payı derinde gömülü.. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I İşte, ölülerin hayatımıza müdahale etmelerini haklı çıkaran durum. Bakın daha iki hafta önce Sivas’ta yol inşaatı sırasında insan kemikleri bulundu. Tam romanımın çıktığı günlerdi. Ne oldu, biliyor musunuz? Ben de bilmiyorum. Ertesi gün haber kayboldu. Tahmin ediyorum gereği yapıldı. Yani üstü örtüldü. Şimdi biz sormazsak onlar neydi, kimdi diye, kim soracak? Biz büyük, uzun bir tarihi olan bir milletiz. Bu memleketin uzunca bir zamandır sahibiyiz, idarecisiyiz. Burada bir suç işlendiyse bizim bir sorumluluğumuz olmak zorunda. Hukuktan, vicdandan hiç bahsetmiyorum. Devlet ciddiyeti bunu zorunlu kılar. Sadece kendi saygınlığı, kendi vakarı gereği. Gömülmüş hiçbir şey ilelebet gömülü kalmaz. Hele de suçluluk içinde gömüldüyse. Ya inşaat yaparken ya da romanımdaki gibi define ararken. En acısı da nedir, biliyor musunuz, o toprağa ait birileri mutlaka birşey biliyordur geçmiş zamanlardan onlara bırakılmış hikâyeler şeklinde. Kâzım Emmi... Katliamın karşısındaki o ölesiye inatçı suskunluğun, kara vicdanın, yobaz sadakatin, ikiyüzlülüğün, işine gelince dışavuran uysal itaatkârlığın timsali... Vicdana değil, hatıraya sadıktı diyor Mesut tiksinerek “sefil, soysuz, üçkâğıtçı” diyor ardından. Tam da o adam işte Kâzım Emmi. Adam tek başına geçmişin kilidi. Ama bağlılığı yanlış yere. Vicdani doğruya değil, hatta dini doğruya bile değil, çıkarcı doğruya adamış kendini. O adanmışlığın, o bağlılığın kibri içinde. Bir fanatik. “BİZDE ADALET OLMADIĞI GİBİ HUKUK DA YOK!” “Bir hukukçuda vicdan olmazsa ne olur? Bir evladın babasında vicdan olmazsa ne olur? O evlat ne yapar?”... Vicdan yoksunluğundan, adalet yoksunluğundan mustarip memlekete, Ethem Sarısülük’ün, Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Medeni Yıldırım’ın ve Ali İsmail Korkmaz’ın anısına gelsin bu yanıt romanın ve yazarının kalbinden? Bu çocuklara birer hayat borçluyuz. Abdocan öldüğü gece ağladım. Sonra arka arkaya haberler geldi. En son Ali İsmail. Bu çocuklar yobazlığa karşı gururunu, haysiyetini haykıran bir kuşağın sembol isimleri oldular. Keşke sadece hayatta olsalardı. İsyan etmeden, kahrolmadan anamıyorum onları. Hepsi çocuk yaşta ve hepsi benim dünyamın ölümsüz çocukları. Hukuk onlar için işleyecek mi, bekliyoruz. İşleyeceğine inanıyor muyuz? Kendi adıma ben inanmıyorum. Medeni memleketlerde de adalet yoktur, ama hiç değilse hukuk vardır. Bizde adalet olmadığı gibi hukuk da yok. Hukuk dediğiniz şey yazılı bir metinden başka bir şey değildir. Onu tatbik edecek vicdan sahibi insanlar ister. İşte o vicdan sahibi insanlar, “Çıplak ve Yalnız”da, bütün roman boyunca aradığımız, şimdi burada, Türkiye’de, 2013 senesinde hâlâ aradığımız insanlar. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Çıplak ve Yalnız / Hamdi Koç/ Doğan Kitap/ 600 s. 1230 1 2 E Y L Ü L 2 0 1 3 n S A Y F A 1 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear