28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Sema Kaygusuz’dan ‘Karaduygun’ ‘Karaduygun, dünyevileşme sancısıdır’ Sema Kaygusuz’dan, rafine biçimde evrilen, farklı görme biçimlerine olanak veren, çizgi ötesi bir kitap Karaduygun. İçinde sanıldığının aksine büyük ölçüde neşe ve hayranlık da içeren bu varoluşsal duygulanım haline, bu dünyevileşme sancısına yakın plan. Kitaba ehilce ve iyi ki “sızan”, Kaygusuz’un can dostu şair Birhan Keskin’in tanıklığı ve eşliğinde karaduygun hallere/hallerimize, acı, neşe, hüzün, kaygı ayrım ve bileşmelerinde “çoksesli” bir yürüyüş. Hüzünlüler ve kederliler sınıfı çerçevesinde Kaygusuz’dan bir hüzünbazlık eleştirisi. Kaygusuz’la Karaduygun üzerine söyleştik. rek… Benliğin en ıssız ve aynı zamanda en kalabalık olduğu “dannga da dan dan” bir zaman aralığında çağırıyor Musa ve kadim zamanı “tak tuk tak” bir yürek çarpıntısıyla... Uykusuzluk, modern anlamıyla hastalıklı, marazlı bir şey. Oysa bunun marazlı kılan, içinde bulunduğumuz ekonomik devinim. Sözgelimi vardiyalı işçilerin uyku saatlerinde çalışıyor olması uykusuzluk konusuna girmiyor ya da sabaha karşı ava çıkan balıkçılar, gemiciler, gece çalışan bekçiler, sağlık görevlileri, onlar da gece uykusuzluğunu bir sağlık problemi gibi yaşamıyorlar. Dolayısıyla uyku sanıldığı kadar biyolojik değil, aynı zamanda kültürel, ekonomik bir şey. Benim ele aldığım uykusuzluk ise dünyanın tinini dinlemek, geceye katılmak, uykunun bahşettiği zindelikten feragat ederek sonsuz bir mahmurlukla gündüze katılmak, dolayısıyla katılamamakla ilişkili. Yani ben uykusuzluğun manasını bir parça değiştirdim. Nasıl ki aklımıza bir şey takılınca uyuyamayız, o aklımıza takılan şeyin boyutunu değiştirdim biraz. “MUSA ANTER’İN NİYETİNİ DE ÖLDÜRDÜLER” ? Gamze AKDEMİR “Bizi kimse dürtmemeli değil mi Birhan kendiliğimizden uyanmalıyız.” Kitaptan... an dost Birhan’ı ve bu anlatıda buluşan birliği anlatır mısınız? Birhan Keskin, Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biri. Onun tensel, duyumsal bir şiiri var. Kendi deyişiyle hakikaten yeryüzünü sözcüklerle okşuyor. Dolayısıyla Karaduygun gibi bir metnin içine sızması, hem bir şair hem de bir yakınım olarak yazıma sirayet etmesi kaçınılmazdı. O, bu metnin hem kahramanı, hem tanığı hem de eşlikçisi. Alıştığımız gibi bir kahraman değil ama bence daha fazlası... Birhan’ın işi zor, sizin de öyle... Dıştan “musallat” gürültülü müdahaleler ve hayatımızın ses duvarlarını delen debdebeli, arsız şamatalar karşısında kristal bir vazo gibi ... Sonra zamanın süper uzaysı ağır çekim aktığı, alıntılarsam “sizlerin aleSAYFA 16 ? 19 NİSAN C mine özgü”, bir “ses kapanı”ndan bahsediyorsunuz mesela... O kapana, o seslere, o vecd haline ulaşmanın yazının sıfır noktasına ulaşmak olduğunu imliyorsunuz bir “Musallat”ta. Sözünü ettiğiniz bütün o sesler, dünyanın can acısıdır aslında. Aslında her birimizin duyduğu ama duymazdan geldiği gündelik bir şiddetten söz ediyorum. İnsanın kendi sabahını belirlemesi, dürtülmeden kendi içsel sabahına uyanması çok zor. Biz artık hep başkalarının gürültüsüne uyanıyoruz. Karaduygun’u yazarken gürültü sözcüğü üstüne epey düşündüm. Ağaçların hışırtısına, kuş cıvıltısına, çavlanın çağıltısına gürültü demiyoruz, çünkü şeylerin kendi sesleri o şeyle ahenk sağlar. Çağıltı suyun sıfatı olur, cıvıltı kuşun sıfatı olur. Ama sirenler, bağırtılar, yuhalamalar, kurşun vızıltıları ve daha nice ses bütünüyle gürültüdür. Yani gürültü bozulmanın, kırılmanın, yıkımın, korkunun, cinayetin tasviridir. Gürültü, bütün acılarıyla bize musallat olur. Zaten hangi acı sessizdir ki. Bir tutulma haliyle başlıyor anlatı... Uykusuzluk tutulması... Sessizleşen, tek tipçe hayli uyuyan gezegende ayrıksı veya belki de aykırı kalan, imlediğiniz gibi “tek başına kitlesel uykusuzluğun temsili olan” Birhan gibi başta aynı hamurdan olanca “dannga da dan dan” uykusuzlara hitap ede2012 “Zamanı ikiye yaran” Musa... “Ülkede yaşanan acıların yeminli şahidi, şahitlik ettikçe yargılanan sanığı, nihayetinde mahkumu olmasından” mütevellit her şeyin farkında, ciğerine kadar biliyor hem de! Acının karıldığı tüm tekneler onun memleketi! Yardıma çağıran çağırana! Musa Anter’e adalı bölümde Musa’dan medet uman itirafçı Kürt Dijivar nasıl bir boyut anlatıda? Dijvar, Musa Anter’in celladı. Cellatla katil arasındaki keskin bir ayrım vardır. Katil kendi için kıyar, cellat ise tabi olduğu egemen için. Biliyorsunuz, ortaya çıktı artık Musa Anter’in JİTEM tarafından öldürüldüğü. Hayatı boyunca barıştan söz etmiş bir yazarı, bir aydını yok etmenin tek yolu onu yanıltmaktı. Onu Dijvar’la yanılttılar. Musa Anter’in ölümünde iki infaz aynı anda vardır. Biri Musa Anter’in katli, diğeri ise yardım etmek istediği biri tarafından öldürülmesi. Sadece Musa Anter’i değil onun niyetini de öldürdüler. Dünyanın uğultusunu içinden duyan karaduygun insanlar... Birhan gibiler... diyorsunuz... Ne kadar, yaşamın asıl hüküm sürdüğü yer vicdandır, olmalıdır demektir Karaduygun? Önce karaduygun kelimesini ele alalım. Toprak altında kalmış bir kelimeden söz ediyoruz şimdi. Gündelik dilde karaduygun diye bir söyleyiş bile yok. Halk dilinde var, sözlüklerde yok. Ece Ayhan’ın Erdal Alova’nın şiirlerinde de rastladım. İngilizceden devşirdiğimiz melankoliyle bir parça eşleştirebiliriz ama o zaman da karaduygun eksik kalır. Çünkü her sözcük kendi yurdunda fazladan anlam tortuları taşır. Karaduygun için dünyevileşme sancısı diyebiliriz. Kendi kafasına sığamayanların tutulduğu bir hal diyebiliriz. Hatta kestirmeden Pessoa, Cioran, Kafka, Edip Cansever, Birhan Keskin, Yusuf Atılgan da diyebiliriz… Karanlık bir adam “Köpek Çağı”nda okuduğumuz Bahçıvan… Belki de kendisine atfedilen kimlik gereği korkuyoruz okurken… Bahçıvandan hep ürkmekle birlikte ne olduğu tam kestirilmesin istenmiş sanki… Biz dünyayı nasıl görüyoruz? Gözlerimizle mi, duyumsal varlık olarak bütün tenimizle mi, yoksa zihnimizle mi? Bahçıvan öyküsünde bu üç türlü görme biçimi vardır. Her türlü görme biçimi birbirine çarpar. “Dışlamak ve şefkat”in insanın içinden aynı anda nasıl geçebildiğini okuyoruz Ruth’un küçük öyküsünde. İnsan olmanın kimi masum, kimi değil ama doğasında var olagelen ikircikliliğinden dem vururken “karaduygun” yine yerli yerinde ama koyuluk biraz daha açılı gibi (mi?)… Ruth yaslı biri, ölümün bıraktığı boşlukla baş etmeye çalışıyor. Kaybetmenin ne olduğunu biliyor, kendi kaybını simgeselleştirebiliyor da. Ne var ki söz konusu dışlamak olunca, elinde olmadan, farkında varmadan dışlayıcı biri olabiliyor. Son derece gündelik, alışılmış bir şeyden söz ediyorum. Bazen şefkatle nefret ucuca gelebilir. Dışlayıcılık, insanın en temel duygusu sayılan yadırgama duygusuyla topraklanan ideolojik bir tutum. Yadırgarız, bu çok doğal. Ama yadırgadığımıza merak duyup yaklaşmakla, yadırgadığımızdan korku duymak arasında muazzam bir fark var. Egemenler, insan topluluklarını bir arada tutabilmek, hükmedebilmek için korku üretirler. Korku verili bir şeydir, ama korkuyu korkmak ise bir seçimdir. Hatta dünyaya aldanma halidir. “HASTALIKLI BİR ŞEY DEĞİL KARADUYGUNLUK” öy yiz? Ada Hatta K emek h İnsan m tartışm ken işa biri “za Bireyle ğana d feda et yerinde Richa bında t lendiği bir hün her bir lim. Bö maz. O yeti olm hem za müyle maya b ğu alan mekle nusuna zık ki h ne hast parak g Öğretm öyle bi yanlış b Duy der... H rımları Kişi” d si denk yor? Duy rak epe dır. Şu Spinoz bilmek diyor f dünyay duygul larıyla yüzden Acı baş başka, başka b ? tam “Adak” başlıklı bölümde mecburi kök salınadurulan memleketlerde yaşamak için hafızalarını silen insanları, göç ettirilmenin, sürgünün örselerini okuyoruz ilk... İşkencecisi, sömüreni, ezeni, katili, kurban edeniyle, kocaman, dibi yanık ama tadına alışık, aşina olunan kaynar bir kazan gibi resmediliyor dünya... İnsanlar da ? SAYI 1157 Fotoğraflar: Birhan Keskin “Karadu Pessoa, CUMHURİYET KİTAP CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear