Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? geldikten kelli iktidara kim gelirse gelsin, bana ne?” Sana ne demeyip 1966’da tekrar içeri buyur edilecek, böylece AP devrinde de ‘Muzır’ sayılacaktı. e en, lsefeebilamların önemgi alanilik madıkAydınun başım n dahi ışı dile bilgörülâzım amana anlı milerine nda rken her ne a da… msız ine aldıluşturn yazerimizi yor.” rken de ivci ve arı söyportajmilletyan şartlauğum yecendirdiolmaz ’na r. Ne alıp hapisu kez ne yeri “DİLİNDE SADELİK ÖNCELİKLİDİR. VIDI VIDICI DEĞİLDİR” Orhan Kemal’i Orhan Kemal yapan “dil”ine olumlu/olumsuz takılan/takan eleştirmen sayısı da az değil. En çok neden olsa gerek? Fikret Otyam’a yazdığı bir mektupta, Stendal’in bir söylemine atıfta bulunur, “En iyi roman üslubu, zabıt kâtibinin yazdığı zabıtlardaki kuru üsluptur.” Şunu da ekler: “Büyük eser demek, söyleyecek sözün çok olmasıdır, böyle olunca birtakım cambazlıklara vakit bırakmaz. Daha açıkçası, şekil vıdı vıdıcılığıyla uğraşanlar, sözleri olmayanlardır.” Dilin sadeliği önceliklidir. Vıdı vıdıcı değildir. Onun için önemli olan ana fikrin sanatsal bir estetik içinde verilmesidir. Eserlerinde hiçbir zaman abartılı tasvirleri, uzun mekân anlatımları yoktur. Dili berraktır. Fakat anlattığı olayın örgüsüne göre kahramanları yörenin şivesiyle veya eğitim düzeylerine göre kelimeleri doğru vurgulamayarak konuşurlar. Kendisi de aynı vurguyu yapar, “Hikâye ve romanlarda şive farkına aşırılığa düşmeden yer verilmesi dilde birlik esasına asla aykırı düşmez kardeşim. Çünkü konuşturduğunuz tipler, ideal Türkçeye misal olarak Orhan Kemal a değişolduğu lasik nüun söşmediar esermana kavramı udu ve ukça a göre elerde ılızoğm hade şun‘Muak ki Unkapaoet? ı verilmiş değildir ki. Yani şiveyi yazar yapmıyor, tipleri yapıyor.” Eleştirmenler bunu da bir sorun olarak görmüşlerdir. Oysa şiveden çok öz onun için değer taşır, “Öz bence biçimden daha önemlidir. Biçim ve deyiş oyunlarıyla okuyucuyu aldatmayı sevmem. Sanatı ya bir akrobat gibi ya da insan olma haysiyeti ile bir görev gibi kabul etme var. Ben ikinciye inanıyorum.” İçindeki ukdelerde de hep edebiyat adına, kitaplar adına, gezme tozma derdinde değil… Çoluğunun çocuğunun rızkını çıkarmak ayrıca, en baba derdi yaşam derdi, geçim derdi değil mi? O dert, yani geçim derdi yaşadığı sürece hep peşindeydi. Daha çok kitap satılması, daha çok para kazanması için kendi tanıtımını bizzat yapmayı ayıp sayacak kadar da onurlu bir insandı. İşlerinin engellenmesi içinde şu saptamayı yapar, çok dinlemişizdir ondan, “Bilmem benim işlerimi geri bırakan, ağırlaştıran, bozan görünmez el, eller var gibi geliyor bana.”Eserleri için geçim sıkıntısının faydalı olduğunu şu açıklamasından anlayabiliriz: “Kim demiş kuyruğa girmiyorum? Kâh ben, kâh çocuklar, başkaları gibi kuyrukta sıra bekledikten sonra öteberimizi alabiliyoruz. Bu hiç de fena olmuyor. Halkın, yaşantısının tam içinde bulunuyorsunuz, değişen şartlar ve insanlarla burun buruna. Gerçekçi bir yazar için bulunmaz bir fırsat. Ne zaman kuyruğa girsem, ‘Kuyruktaki Adam’ diye bir roman yazmak geçer içimden.” Kendisinin ekonomik olarak kurtuluşunun önemli olmadığını, toplumsal refahı önde tuttuğunu, halkının sıkıntısını duyduğunu şu cümleden anlarsınız: “Yarın endişesinden bir gün bile kurtulmuş değilim. Kötümser değilim. Çünkü benden çok daha fazla çalıştığı halde çok daha kötü yaşama koşullarında olan milyonlarca yurttaşım var.” Ölmeyi düşünmüş Orhan Kemal… Hem de ciddi ciddi… Rıfat Ilgaz’a anlatıyor bunu 1968’deki röportajda. Dayanma gücünün kalmadığı dönemlerde böyle çılgınca fikirler gelmemiş değil. Ama can tatlı diyerek, şu nasihatte bulunmuş: “Otuz beş, otuz altı yaşıma girerken, bir karamsarlığa kapıldım. Bir karar verdim, çılgınca. Kararım şuydu: Ölmek! Ama... günahına girip dünyaya getirdiğim çoluk çocuğa ölüm ne bırakacaktı? Bırakacağı şey, cenaze masrafı, bir sürü de borç... Şöyle bir karara vardım: Önce kendimi sigorta ettirip, bir arabanın altına yatmak... Kendimi sigorta ettirdim ama... Can tatlı... İkinci bölümü uygulayamadım. Eğer benim gibi düşünenler varsa bugün, onlara kardeşçe öğüdüm şu: ‘Önce iyice düşünsünler, dünyaya baksınlar, masmavi gökyüzü, yaprak yüklü ağaçlar, çocukların gözlerinde umut, güneşin sıcaklığı... Her şey insanı mutlu kılmak için ellerinden geldiği kadar çaba gösteriyor. Bütün suç düzensiz toplumda... Düzensiz toplumu, düzenli toplum haline getirmek için çaba harcamak, herhalde ölmekten çok daha insanca.” Bakın kırk beş yaşında da Fikret Otyam’a yazdığı mektupta ne diyor: “Adımız çıkmış ‘Roman’cıya. Bilmem Habeşistan’da kaldı mı isim yapmış, eserler vermiş, tutulmuş bir romancının şu hali. Yakında dede olacağız, hâlâ bu. Bayram seyran gelince, çocuklara, torunlara maskara olmak da var galiba. Ben harçlık bulamıyorum ki başkalarına hayrım dokunsun! Zaman zaman aklıma memleketi terk etmek geliyor. Pasaport verdiler verdiler, vermemekte ısrar ettiler mi, yat açlık grevine dayan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları’na. Hooş, hangi insan hakları desene?” Daha sonra ölümle alay eden başka bir mektup daha yazar: “Bereket versin sinirlerim çok dayanıklı. Yoksa, bu şartlar altında ‘illaki yaşamaya’ değmezdi. Bir de çoluk çocuk. Ulan ne tuhaf be! Canının istediği anda ağız tadıyla ölemiyorsun bile. Ölmeye kalksan, sinemacılar bir yandan, öte yandan çoluk çocuk yakama yapışacak: ‘Nasıl ölürsün yahu, ölmeye hakkın yok!’ diyecekler gibi geliyor. Yani ‘Yaşamaya mahkumsun!’. İşte böyle hoş bir adamdır benim babam…? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Zamana Karşı Orhan KemalEleştiriler ve Röportajlar/ Işık Öğütçü/ Everest Yayınları/ 468 s. 1183 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1183 18 EKİM 2012 ? SAYFA 19