05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Özden Günay’la ‘Pencereler’i konuştuk ‘Her öykünün, bir penceresi var’ Özden Günay, Pencereler’de büyük kentin etrafındaki yoksulluk ve dramları anlatıyor. Beri yandan bu çökkünlüğün içinden filizlenen aşklar da satırlara karışıyor. Günay’la Pencereler üzerine söyleştik. Ë Gönül ÇATALCALI eden yazıyorsunuz? Yazma eylemi yaşamınızda nerede duruyor? Yazmayı çoğu insan gibi ben de doğurmaya benzetirim. Bugün de bir şey değişmedi bu görüşüm. Hayatın kendini her gün, her bahar yeniden tazelemesi ve bunun süreğenliğe dönüşmesini olağan karşılamamız gibi bir şey yazmak, sanatçının sanat üretmesi. Çünkü hayat aktığı sürece, hayatı gözlemleyenler ve sorgulayanlar hayat tarafından gebe bırakılacaktır defalarca. Hayata dair sözler doğacaktır o gebeliklerden. Yani hayat tarafından gebe bırakılan doğuracaktır; doğuramıyorsa soru sormak gerekir, aksayan bir şey vardır. Her yazarın kitapları, yazarları vardır beslendiği, yazma serüvenine ivme kazandıran, yazı yolculuğunun bir başınalığında yanınızda duran. Olmalıdır da. Sizin yazarlarınız kim? Bu yazarların eserleriyle karşılaşma anlarımın ve okuma sürecinde yaşadıklarımın anlatılmaya değer ayrı ayrı hikâyeleri var bende. Mesela Sait Faik’i geç keşfettim, yirmili yaşlarımı sürüyordum. Okul sıralarında öğretmenin öğrenciye okuması için önerdiği yazarlar her öğrencide aynı, daha doğrusu olumlu etki yapar diye bir şey yok. Görev, ödev, zorunluluk, koşul var öğretmenin isteklerinde, okul ortamında. En azından benim için öyle. Bu sebeple geç keşfimdir Sait Faik, okulun dışında. Tanış olduktan sonraki yıllarda her akşam kitaplığımın önüne gelir, HavuzbaşıSon Kuşlar’ı elime alır, “Güğüm” isimli o kısacık, şiir tadındaki öyküyü oracıkta, abartısız her akşam, ayaküstü okurdum, ayin yapar gibi tıpkı. Cengiz Aytmatov da öyle. Topluca satın aldığım Rus edebiyatı klasiklerinin birçoğunu okumuş, hakkında fazla bir şey duymadığım yazarın Cem Yayınları’ndan çıkmış, Mehmet Özgül’ün Rusçadan ustalıkla çevirdiği, kitaplığımda duran Gün Uzar Yüzyıl Olur isimli kitabın kapağını yıllarca açmamıştım. Şeytana uydum bir gün, okudum. Ben o güne kadar roman kahramanlarından sadece Suç ve Ceza’nın kahramanı Raskolnikov’unu tutabilirdim aklımda, o günden sonra Yedigey’i de belleğime kazıdım, hemen hatırlar oldum. Sabahattin Ali ise eserlerinde, büyüdüğüm sokakları, mekânları anlatıyordu; hemşehrimdi, komşumdu, öykücülüğümüzün temel taşıydı, şimdilerde tekrar okumaya başladığım Yaşar Kemal’in en bilinen romanı İnce Memed’in yazılışına eşik olmuş (Y. Kemal SAYFA 32 14 NİSAN N “SU GİBİ AKICI DÜZYAZILAR YAZMAYA ÖZENDİM” Kitabınızın adı Pencereler, bir öykünüzün de adı. Çağrışımlara açık bir ad. Belki de hayata baktığınız pencereleri imlemek istediniz. Öykülerinizin içeriğini bu adla örtüştürebilir misiniz? Roman, yazarın roman kahramanlarıyla aynı evde, aynı masaya oturup onlarla birlikte yemek yiyebilecek kadar onlara yakın olması demekse eğer öykü için, yazarın bir evin penceresinden bir anlığına bakıp öykü kahramanlarını görebildiği ve sonra belleğinde o kısa andan kalan tortuyla kaleme aldığı metin demek doğru olur diye düşünüyorum. Dolayısıyla her öykünün bir penceresi var; kahramanların dünyaya açıldığı, yazarın kahramanlarını gözetlediği, okurun görüş açısına öykü biçiminde giren. “Pencereler” isimli öykünün de bu ismi hak etmesi benim için tamamen böyle. Yaya yürüdüğüm yolun üzerindeki, onyıllarca gözlemlediğim tek katlı, kiremit çatılı bir evin pencereleri ve orada gölge halinde gördüğüm insanlar. “Pencereler” zamanla evin içinde yaşayanların hayatla olan ilişkilerinin özeti gibi oldu adeta, günbegün değişen. On yıllar geçti. Bu evin penceresinden başını dışarı çıkarmış yaşlı kadın, bir akşamüstü bana sordu, gözlerinin tam seçemediği açıktı: “Bakar mısın evladım! Şimdi sabah mı, akşam mı?” Bütün yaşamımızı düzenlediğimiz zaman olgusu altüst olmuşsa içimizde eğer, yaşamımız da altüst olmuş demektir. Bu soruyu soracak duruma gelmiş biri için çok şey söylenebilir. Bu sorudan sonra öyküyü yazdım; kaçınılmazdı benim için yazmak, tıpkı doğurmak gibi. Bazı öykülerinizde şiirsel tatlar yakaladım. Örneğin, “Derinlere Akar Toprağın Gözyaşı” öyküsündeki, “Sen bir kuştun anne, uçtun. Biz ince bir daldık, kalakaldık ve sallandık” gibi. Şiir yazdığınızı da bildiğim için sorabilirim, şiiriniz öykünüzü nasıl etkiledi? Su gibi akıcı düz yazılar yazmaya özendim hep, şiir tadında. Şiirler yazmaya çabaladım. Şiir gökteki yıldızlar gibi bence. Herkes gökyüzüne bakıp yıldızlar hakkında bir şeyler söyleyebilir, özgürdür. İlkel çağlar da dahil olmak üzere tüm toplumlar yıldızlar hakkında varsayımlar üretmiştir, her insanın yaşamının bir döneminde şair olmaya heves edip sevgiliye sunulmak üzere şiirler yazmaya çalışması gibi tıpkı. Melih Cevdet Anday’a bir mektup yazmıştım doksanlı yılların başında. “Hocam artık şiir yazamıyorum, şiir zor bir iş galiba” demiş, eklemiştim: “Hayata dair gözlemlerimi, insanlık hallerini öyküler yazarak anlatmaya çabalıyorum artık.” Hoca da cevabında “aşama kaydetmişsin” dedi. Bir aşama kaydetmişliğim varsa eğer, bu aşama öyküye başlamaktan çok, şiirin zor bir sanat olduğunun ayırdına varmış olmamla açıklanabilir bugün. Öykülerinizde güncel konulara da yer veriyorsunuz. “Köprü Aşkları” adlı öykünüzdeki, Boğaz Köprüsü’nden atlayarak gerçekleştirilen intihar gibi. Bu 2011 arada televizyondaki magazin programlarının eleştirisini de yapıyorsunuz. Sizce öykünün düşüncelerinizi yansıtmak, farkına vardığınız yaşamları gözler önüne serme konusundaki işlevleri nelerdir? Farkına vardığımız yaşamları belli biçimler kullanılarak gözler önüne sermek bütün türlerde olduğu gibi öykünün de boynunun borcu. “Gözler önüne sermek” diyoruz ama bazı olaylar, bazı haller burnumuzun dibinde, gözlerimizin önünde gelişse de bizde farkındalık yaratamıyor olabilir, kanıksanmışlıklar bizi âmâ edebilir. Edebiyat dediğimiz şey, belki bize “şeytanın gör dediği” şeyi göstermek istiyordur. Öykü de küçük küçük an’larla, küçük küçük aydınlanmalarla farkındalıklar yaratıyordur. İç içe geçmiş hikâyeler. Bu bir tarz denemesi mi, yoksa yaşamın kaosuna bir gönderme mi? Hasan Ali Toptaş’ın bir yazısında okumuştum; “Dere kenarındaki bir çakıl taşına günün birinde bir insan ayağı değerse o çakıl taşı insanileşir” diyordu yanılmıyorsam. Dediğiniz gibi “Pencereler” öyküsünde (cansız nesneler dahil) her şeyin bir hikâyesi var: Kedilerin, mahalle çocuklarının, Refik’in, çiçeklerin, sehpanın, ayrı zamanlarda aynı evde yaşamış yaşlıların, Aykız’ın. Bir başka deyişle insanın elinin değdiği nesne, içinde bulunduğu mekân, yaşadığı zaman anlatılmayı bekleyen hikâyelere gebe. Sorunuzda dediğiniz gibi kaotik değil belki ama çoksesli. ÇAY İÇİLİP SOHBET EDİLEN MEKÂNLARDA DEMLENEN ÖYKÜLER... “Sarman ile Şakir” adlı öykünüzün kahramanı bir kedi. Bu öykünüzü çok başarılı buldum. Hayvanlar üzerinden insan yaşamlarına göndermeler yapıyorsunuz. Bu türde başka öyküleriniz var mı kitaba almadığınız? Bu türde başka öyküm yok ama hemen her gün sokaklarda rastladığım, elinde tuttuğu kirli çuvalla çöplükleri dolaşan adam ve yanından hiç ayrılmayan köpeğini yazmayı çok isterim. Kedilere gelince: Onları hep önemserim. Özden Günay böyle söylüyor) Kuyucaklı Yusuf adlı romanın yazarıydı Sabahattin Ali. Şehrin sokak aralarında, evlerin içinde insanlarla birlikte yaşasalar da hep başlarını dik tutma gibi bir gayretleri var. İnsanın kurduğu evcil düzende doğadaki vahşi, asi hallerini sürdürürler tavizsiz. Sadece insanla ilişkilerinde tutundukları psikolojik tavırla sınırlı değil bu, fiziki yapıları da tıpkı vahşi bir vaşak gibi bozulmamış; kıvrak, çevik, esnek ve hırçın. Öykü kahramanı kediye gelince: O bizim sokağımızın kedisi, Şakir. Öykünün arka planından da söz etmek isterim. Bir kadına delicesine âşıktım bu öyküyü yazdığımda. Karşılık görmüyordu aşkım; bu beni yerlerde süründürüyor, perişan ediyordu. İçine düştüğüm bu sefil durumu Şakir üzerinden anlattım ben de. Yani “Şakir” biraz “ben”im; öyküdeki “ben” biraz “Şakir”dir... En son karlı bir günde görmüştüm Şakir’i; bir daha da izine rastlayan olmadı onun. “Garson Kadın”, “Hato”, “Akşamcı” gibi öykülerinizde meyhaneler, barlar, özellikle kahveler önemli mekânlar. Öykülerinizin tümüne baktığımızda özellikle kahveler önemli yer tutuyor. Betimlemeleriniz gerçekçi, sıkı gözlemlere dayanıyor. Henüz apartman haline gelmemiş, herkesin komşusunu tanıdığı, en fazla iki katlı evlerden oluşmuş mahallelerde oturan ve birbirlerinin kapısını bir bardak tozşeker istemek için hiç çekinmeden çalan, yaz akşamları kapı önlerinde çay içip sohbet eden insanların yaşadığı semtlerde geçer bahsettiğiniz bu hikâyeler. Benim de uzun yıllarım geçti böyle bir semtte. Meyhaneler, kahvehaneler önemini hep korumuştur bu mahallelerde. Buluşma mekânlarıdır buralar, uğrak yerleri; sırların alınıp sırların verildiği, hayallerin kurulduğu, umutların yeşerdiği, hayatın verdikleriyle çoşup vermediklerine ‘ah’ çekip küfürlerin edildiği... Neden bilmem, böyle kahvehaneler ve meyhanelerdeki insanları anlatan başka başka yazarların öykü ve roman kahramanlarını hep birbirine benzetmişimdir ve onları aynı mekânda buluşan samimi arkadaşlar olarak görmüşümdür. Kitabın sonlarında yer alan “Beş Parmağın Beşi Bir mi?” adlı iki bölümlük öykü sanırım tüm yazarların ortak derdini dile getiriyor. İlk kitabınız olduğu için mi yazma, yazdıklarınızı paylaşma konusundaki sıkıntılarınızı, coşkularınızı, samimi düşüncelerinizi farklı bir öyküyle okura yansıtma isteği duydunuz? Doğru, tam da dediğiniz gibi, bu metnin ilk kitaba yakışacağını düşündüm. Çoğu insan tarafından havanda su dövmek olarak görülen yazı yazmayı enikonu kendine iş edinmiş kişinin yazdıklarının okuruna ulaşması için verdiği hayati önemi okura anlatabilmek... Okurun metni bitirdikten sonraki ilk tepkisinin, yorumunun, varsa düşünce dünyasındaki değişikliklerin yazan kişinin merakını hep uyanık tuttuğunu belirtmek... Yazma gayreti içinde olan kişinin yazar Cervantes’den çok onun yarattığı kahramanı Don Kişot’a öykündüğü gerçeğini sezdirmek... Pencereler/ Özden Günay/ İlya Yayınevi/ 134 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1104
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear