05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Tahsin Yücel’den ‘Gün Ne Günü’ Bedenini yitirmiş gölgeler Gözlerini Cumhuriyetin inşa günlerinde açmış bir yazarımızın, Tahsin Yücel’in, denemelerini topladığı Gün Ne Günü isimli kitabında beş yıl boyunca çeşitli yayın organlarında okurlarla buluşan yazılarını okuyoruz. Ë Suat DUMAN topya”, devrim kuşakları için diğer kelimelerden farksızdır; kelimedir işte, akıllarına gelmemiştir pek. Yapılması gerekenler, bir gün önceki algıyla belirmez uslarında. Dün hayalini kurduğu gelecek, bugün vazife olmuştur, elindedir. Mustafa Kemal’in Latin abecesi için yapılan çalışmaların, öngörüldüğü gibi dört beş yılda değil, birkaç ay içerisinde bitirilmesini buyurduğu biliniyor, öyle de olmuştur. Gün Ne Günü, hayatta kalmanın bile ütopya sayıldığı günlerde, Cumhuriyetin kurulduğu zamanlarda dünyaya gelen Tahsin Yücel’in yakın tarihli yazılarının toplamı. Denemelerin yazılıp yayınlandığı tarihler, epeydir sarsılan, geniş bir cephenin hep birlikte alaşağı etmeye uğraştığı Cumhuriyetin belki de en kritik, sarsılmanın yıkılmaya dönüştüğü yıllarına denk düşüyor. İşlenen konulara bir göz attığımızda yazarın da bu belirlemeyi paylaştığını görüyoruz. Üniversitelerin 12 Eylül darbesinden sonra içine düşürüldüğü acz ve tabii ki YÖK; gündemden çıkmak bilmeyen türban tartışmaları ve laiklik; kimlik sorunsalı; anadilde eğitim meselesi; anayasamızın yenilenme çalışmaları; köşe yazarlığı kurumu; aydınların ve entelektüellerin iktidarla bağımlılık ilişkileri ve ömrünün büyük bölümünü adadığı dil ve Türkçe üzerine yazı ve değerlendirmeler, denemelerin eğildiği temel başlıkları oluşturuyor. Denemeler, yukarıda belirttiğimiz gibi konu itibarıyla farklılaştığında bile bir odağı koruyor. O odak Cumhuriyet. Tahsin Yücel’in yazılarının gelip dayandığı yer, karşı devrim sürecine girmiş olan Türkiye’nin büyük bir hızla yağmalandığı, tekellerin, uluslararası şirketlerin, emperyal orduların etki ve denetimi altında milletin cehaletle boğulup, sadakayla kontrol edildiği, ulusal devletin yıkıma uğratıldığı gerçeği. Türkçeyi, en azından doğru düzgün kullanmayı beceremeyen, yüzyılların kültürel birikimine tamamen yabancı, paraya ve güce biat eden, eşi görülmemiş derecede niteliksiz isimlerin bir ülkenin kaderine hükmetmelerine karşı çığlık yazıların her biri. Yazarın, “Avrupa ve Darbuka” isimli denemesinde, Batılı ülkelerde iş görecek kadar meseleyi çözmüş Doğulu okumuşlar için kullanılan, “bon pour l’Orient” (Doğu ülkeleri için iyi) nitelemesinin yanına Cevat Çapan’dan alarak, “bon pour l’Occident” (Batı için iyi) nitelemesini ekleyip, aydınların, köşe yazıcılarının içler acısı durumunu özetlemesi var ki yinelenen tarihimizin trajedisiTahsin Yücel “Ü ne, ne yapsak gülemiyoruz! Tahsin Yücel’in birçok denemesinde hatırlattığı ve anlaşılan o ki bir dönemeç kabul ettiği tarihsel bir sözü biz de buraya alalım. Adnan Menderes’in meşhur, “siz isterseniz şeriatı bile getirirsiniz” diye çınlayan “özlü” sözünü. Milletine, onun vekillerine söylenmiş övgü mü bu sözler, yoksa verilen devrim mücadelesinin külleri hâlâ sıcaklığını koruyorken, yüzyıla, demokrasiye, insan aklına ve yaratıcılığına yönelmiş kabul edilemez bir alay mı? Her yazı, ülke gündemine dair sözünü sakınmayan bir aydın tavrını ortaya koyuyor. Beri yandan çoğu deneme, Türkçenin olanaklarına; dili örseleyen, duyanı utandıran yanlış kullanımlara ve bilinçli saldırılara karşı yanıt ve açıklamalar da içeriyor. Eleştirilerinde açık, gözünü budaktan esirgemeyen üslup, mizah duygusundan da besleniyor kuşkusuz. Hemen her yazı ironik bir bakışla sonlanıyor ve Tahsin Yücel gibi bir dil bilgesinden bekleneceği üzere süzülmüş, damıtılmış öğütler ve uyarılarla taçlanıyor. Demokrasimiz sandık ve oy pusulasına indirgenmiş durumda. Çağların birikimi, sandığa düşen oyun rengine göre bir anda belleklerden silinecek sanki. Tuhaf bir dönem kuşkusuz. İdeolojiyle değil, düpedüz hakikatle savaşıyor güçlülerin yazıcıları. Siyasetinize, değil, çok daha ilkel, neredeyse unuttuğumuz değerlere vuruyorlar. Konuşmayı, anlatmayı, tartışmayı olanaksızlaştırıyor bu durum. Yarattığı yılgınlık da cabası. Diğer taraftan, herkes her şeyin farkında belki de. Gerçek, gözle göründüğü kadar açık çünkü. Doğrular, neredeyse tartışmasız. Gelenin kimliği belli, neyin ve kimin ezildiği, gün gibi ortada. Galiba ne söylense, boş, bu yüzden! Yargı dendiğinde kimsenin aklına adalet gelmiyor artık, ekonomi dendiğinde işini bilenler övülüyor, kültür uzun zaman önce boş işler kategorisine alındı bile. İşte böyle bir zamanda, Tahsin Yücel’in “Tutarlılık” adlı denemesinde belirttiği gibi “Güzel Türkiye’mizin sabahtan akşama ve akşamdan sabaha çamaşır değiştirir gibi düşünce inanç, parti değiştiren politikacı, yazar ve profesörlerle, yani, koca Marx’ın deyimiyle, ‘bedenlerini yitirmiş gölgeler’le dolup taştığı bir dönemde” doğruları ısrarla ve katiyetle işaret etmenin yeni, pırıl pırıl bir başka yolunu bulmak gerekiyor. Bütün sözleri birleştiren bir yeni söz söylemek, bütün düğümleri kesen bir usta kılıç dövmek! Aradığımız budur belki de. Gün Ne Günü/ Tahsin Yücel/ Can Yayınları/ 254 s. 10 MART 2011 SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1099
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear