Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Üç yazarın yorumundan ‘Sanatta Bireyin Doğuşu’ Sanattaki ‘birey’ kavramı Toplumların sosyal ve kültürel yapılarında gözlemlenen çok yönlü değişimlerle sanattaki birey kavramının ortaya çıkma süreci arasındaki doğal ve zorunlu bağlantılar, soruna öncelikle bu açıdan yaklaşmak gerektiği sonucuna götürüyor bizi. Sanatta Bireyin Doğuşu da büyük ölçüde bu açıdan bakıyor soruna: İki Belçikalı (Bernard Foccroulle, Robert Legros) ve Bulgar asıllı bir Fransız düşünürün (Tzvetan Todorov) kendi bakış açıları doğrultusunda açmaya çalıştıkları kavram, kitabın sonunda bu üç yazarın katıldığı bir görüşme ile bağlanıyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN anatta birey kavramının ortaya çıkışı konusunda kesin belirlenimde bulunmak mümkün olmadığı gibi bu kavramın farklı sanat dallarını kapsayan bir örtüşüm içinde geliştiğini söylemek de kolay değil. İlkel toplumlardan örgütlü toplumlara geçişte, bu gelişmenin aşamaları izlendikçe sanattaki oluşum ve kavrayış açısından sanatçının birey olarak sanat yapıtının da bireye açılım kazandıracak bir bakış ürünü olarak sanat tarihindeki yerini bulmasında, modernizmin yolunu açan esaslı olgulardan birine belki de başlıcasına tanık oluruz. Eski dildeki “fert” sözcüğünün, “ferdiyetçilik” kavramını çağrıştırması gibi birey sözcüğü de tekil insan varlığını ifade etmenin ötesinde, felsefedeki tanımını akla getiren katmanlı bir içerikle örülü. Ancak gündelik dilde kullandığımız anlamıyla “bireycilik”, toplumsalcı görüş açısından “bireyselciliğin” içerdiği anlamla örtüşmüyor. Birincisi sanatta özgünlük ve seçkinlik tercihini ön plana çıkarırken ikincisi sanatsal yaratımda özgür seçimlere öncelik veren bir anlayışı gündeme getirir. “Fertçilik” ve “ferdiyetçilik” kavramlarının ifade ettiği anlamlar da bu noktada farklılık gösterir. Aristokratik toplum deneyiminden yakın dönemlere doğru geçtikçe insanı varlık olarak algılama yöntemleri değişime uğruyor doğal olarak. Bu da “fert” kavramının yolunu açıyor. Sanattaki “kişileşmiş birey” kavrayışı, birbirini izleyen bir dizi aşamanın ürünü (“ars perfecta”). SAYFA 14 20 EKİM 2011 S AMAÇ DÜŞÜNDÜRMEK Sanatta Bireyin Doğuşu’nda, Todorov’un resim sanatında bireyin gösterimi üzerinde durduğu, Focroulle’ün de ilgi alanı nedeniyle müzikte modern bireyi irdelediği yazılarının yanında, konuya daha geniş bir perspektiften bakıyor Robert Legros. Bireyin tarihsel oluşum içinde bireyle ilgili “estetik keşfi”ni anlamak ve anlatmak için düzenlenen bu çalışma, önsözde de belirtildiği gibi “modernite”nin yükselişine dair en şaşırtıcı yorumların “anahtarı”nı bulmayı amaçlıyor. Sanattaki bireyci paradigmanın dayandığı temel estetik değerlerin kökenine inmekle mümkün olabilecek böyle bir çalışma, söz konusu anahtarın somut bir anlatımı değil gene de. Değerlendirme ölçütlerinin dipten yüzeye, sanatsal oluşumların kavrayış derecelerine göre biçimlendiği görüşler ve yorumlar paralelinde ele alındığı yazılar bütünü, okuru bilgilendirmekten çok soruna hangi açılardan bakmanın daha doğru olacağı konusunda düşündürmeyi daha uygun görüyor. Tocqueville de hakkında fikir sahibi olunamayan bir şeyin “resmedilemeyeceği” görüşünden yola çıkarken sanata yansıyan biçiminden önce birey kavramı hakkında edinilen düşünsel birikimleri incelemek gerektiğine işaret etmişti. “Dipsiz karanlıklara gömülecek kadar örtülü kalan” bu sorunun toplumsal yaşamda kökenlerine yaklaşmak için okurun öncelikle Robert Legros’un “Modern Bireyin Doğuşu” başlıklı makalesini okumakla işe başlaması doğru olur. İnsanların gerçek anlamda birey olmalarının “birbirlerine eşit, özerk ve birbirinden bağımsız varlıklar gibi görüp davranmaya başlamalarıyla” mümkün olduğu görüşüne ağırlık veren makalesinde Legros, toplumdaki bireyselleşmenin her türlü aidiyetten sıyrılma, her türlü sınıflandırmadan ve belirlemeden uzak kalmayla oluşabildiğini savunuyor, hiyerarşi ilkesinin ve komünoter yönetimin insan ilişkilerini yapılandırdığı modernite öncesi toplumlarda ve aristokratik dünya deneyiminde birey fikrinin yeri olmadığına değiniyor. Hiyerarşi, hem doğal hem de kuşatıcı olduğunda “doğaüstü” bir düzen olarak dayatacaktır kendini (s. 68). Modern öncesi devletçi toplumlarda “meşru sayılan yetke tanrılaştırılmış olduğundan” yetke büyüdükçe, kendini tanrıya daha yakın hissedecektir. Bu aşamada insan türü, “tanrılardan aşağı, öteki canlılardan ise üstün bir konumda”dır. Buna karşılık her insan “özel aidiyetlere göre düşünme, hareket etme ve hissetme eğilimi gösterdiği ölçüde her birey, özel bir birey olarak düşünme, hareket etme ve hissetme eğilimi” Tzvetan Todorov gösterecektir. Bu noktada “özel ve benzersiz” olmanın koşulları ortaya çıkar. “Bireyleşmiş nesne algısı” özel ve benzersiz olanı belirlemede ana ilke olacaktır. Her insan bir “kişi” olarak algılandığında, birey olma kriteri de oluşma aşamasına gelir (Yazar, benzersiz olanın ancak estetik deneyim içinde “duyulabilir” düzeye gelebildiğini öne süren Kant’ın görüşüne atıfta bulunuyor). Sanat yapıtı benzersiz olarak ele alınabildiğinde evrenselliğe de açılmış olur çünkü. “Her büyük yapıtın, evrenselle benzersiz olanın tuhaf bir bileşimini yansıtması” bundandır yazara göre (s.78). Antik dönem heykellerinde insan bedeninin güzelliğini “çarpıcı” yapan da gene yazarın vurgu yaptığı “benzersizlik” kavramı. Yaşamın kurucu ilkeleri olarak açıkça talep edilmiş ve tanınmış olan “koşulların eşitliği, insan özerkliği, bireysel bağımsızlık” gibi kavramlar, Amerika ve Fransız devrimi kaynaklı anayasalarda yer almasıyla on sekizinci yüzyılın ikinci yarısından sonra birey kavramı, siyasal bir içerik kazanır. “Demokratik insan deneyimi”nin devreye girdiği bir aşamaya tanıklık eder bu gelişme; buna, kendiliğinden düşünme ve davranma yol açar. BİREY GÖSTERİMİ Konuya görsel sanatlar bağlamında bakan Todorov’a göre, bireyin gösterimine (représentation) olanak veren portrecilik, bireyin tanınmasını ve bir değer olarak belirmesini sağlayan ana etken (s. 11). Betimlenmekten çok belirtilme işlevini karşılayan ilkçağ sanatları, bu anlamda bir portrecilikten uzak. Bizim anladığımız biçimiyle “birey gösterimi”ne denk düşen örnekler Roma sanatındaki birey büstleri. Devlet adamlarını ve sporcuları kişisel çehre yapılarını saklı tutarak yansıtan Roma büstleri, sanattaki bireysel oluşuma tanıklık eden bir ara dönemi simgeler. Papa Gregorius’un tanımıyla görünür olanı değil, “gerçek ve doğru olan”ı göstermeyi amaçlayan resim, “harfleri bilmeyenler”in kitabı olduğuna göre, bu gerçeği ilk keşfedenler, devotio moderna (modern inanç) adı altında dinsel bir hareketin geliştiği Kuzey Avrupalı sanatçılar. Tanrısal olanın gitgide insanlaştığına tanıklık eden en önemli yapıt da Dürer’in 1500 tarihli İsa vizyonuna büründüğü ünlü otoportre Todorov’a göre. Bireye ve görünene ayrıcalık tanıyan bir çağa, rönesansa ulaşmanın doğal bir sonucu olacaktır bu anlamda birey kavrayışı (s. 22). Foccroulle ise sanatta modern bireyin doğuşunu müzik alanındaki yansımalarla değerlendiriyor. Liberal sanatlar olarak aynı kategoriye dahil edilen müzik ve gökbilim, zamanla birbirinden uzaklaşır; müzik, kendi çoksesli estetik değerleri içinde yol alır. Çoksesliliğin dinsel müziğe paralel olarak ortaya çıkması M.S. 1000 dolaylarındadır. Gotik katedrallerin mihrabında doğan bu yeni gelişme, zamanla müzik türlerinin çoğunu etkiler. Aziz Augustinus ve Boetius’a dayandırıyor bu gelişmeyi yazar. On iki ve an altıncı yüzyıllar arasındaki evrim ise “karmaşık.” Aynı ritmde ilerlemeyen bu karmaşıklık, bütün öteki sanat dallarının aksine bireyin ortaya çıktığı Ortaçağ’da, dinsel sanatın etkisini derinden duyurduğu bir dönemde yoluna devam eder. “Troubadour” şairlerinin eşlik ettiği bu gelişme, on dördüncü yüzyılda Fransa’da “ars nova” diye adlandırılan yeni bir müzik akımına bağlanıyor. Çoksesliliğin “altın çağı”nın on beşinci yüzyılda Van Eyck, Rogier van der Weyden, Robert Campin gibi bireyin keşfine öncülük yapan ressamların yaşadığı bir dönemle örtüşmesi ilginç: “Flaman sanatının altın çağına çoksesliliğin altın çağı denk düşer” (s. 39). Dindışı türler olarak madrigal ve opera türü üzerinde ağırlıklı olarak görüşlerini sıralıyor Foccroulle. Kitabın son bölümü “Tartışma”da, bir anlamda kitap boyunca üç yazarın savunduğu görüşler paralelinde toparlatıcı bir açımlama getiriliyor. Sanatta bireyin “karmaşık ortaya çıkış süreci” yani “çağdaş bireyselleşme”olgusu, bu bölümde sanatın ölümünü savunan Hegelci tezle sanatta bireyci yeni bir biçimlenmeyi savunan Tocqueville’in görüşü arasındaki çatışmaya yönelik yorumlarla bağlanıyor. Modern çağ sanatının oluşumunda önemli bir işlevi bulunan birey kavramının evrimsel gelişimini açıp inceleyen kitap, sanat literatürü kitaplığında bu konuya ilişkin incelemeler için el altında tutulması ve başvurulması gereken bir yayın özelliği taşıyor. Sanatta Bireyin Doğuşu/ Tzvetan Todorov, Bernard Foccroulle, Robert Legros/ Çeviren: Esra Özdoğan. Yapı Kredi Yayınları/ 182 s. Bernard Foccroulle CUMHURİYET KİTAP SAYI 1131