Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Moris Farhi’yle ‘Atanmış Erkek’ üzerine ‘Kendimi bir Türk yazarı sayarım ve öyle bilinmek isterim’ Moris Farhi’nin yeni kitabı Atanmış Erkek ‘te zorba rejimlerde gücü hâkimiyeti altına alma çabalarına odaklanıyor. Öte yandan da Farhi’nin bu romanı pek çok masum insanın çektikleri ve sonu gelmez savaşlarda yaşamını yitirenler için bir protesto. Kendi ifadesiyle de “İdeolojilerinin rengi bir yana bu rejimler, amaçları doğrultusunda; din, yurtseverlik, ırk, aşiret gibi hassas konularda inançlarımızı bastırmaya veya çarpıtmaya uğraşır.” Yurtdışında yaşamını sürdüren ve kendini bildi bileli Türk yazarı olarak kabul eden Moris Farhi’yle yeni romanı üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP oris Bey, biraz eskilerden başlamak istiyorum. Siz çok genç yaşınızda Türkiye’den ayrıldınız. Aradan yıllar geçti hâlâ yurtdışında yaşıyorsunuz, romanlarınız çıkıyor ve hep Türk yazar olarak anılmak istediğinizi söylüyorsunuz. Yazarlığınızda Türkiye’nin, Türkiye’den ayrılışınızın nasıl etkileri oldu? Londra’daki Royal Academy of Dramatic Art’ta (RADA) tiyatro eğitimi almak için Türkiye’den ayrıldığımda 19 yaşımdaydım. O dönemde iki büyük tutkum edebiyat ve sahne sanatlarıydı. Hedefim eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’a dönüp, sahne sevdamı paylaşan Robert Kolej’li arkadaşlarımla bir tiyatro kurmaktı. Kısmet değilmiş. RADA’yı bitirdikten sonra İngiltere’de stajımı yaparken bir İngiliz kızına âşık olup onunla evlendim. Kültürel farklılıklar yüzünden evliliğim on iki yıl sonra sona erdi. Eski eşim yerel alışkanlıklardan kopup ülke dışına çıkamıyordu; bense İtalyanların deyişiyle, bir “insabbiati”ye, kendini kumda bulup suya dönemeyen bir balığa dönmüştüm. Aktörlüğü denedim. Mükemmel bir İngilizcem olmasına rağmen, özellikle Shakespeare oyunlarına ters düşen aksanım yüzünden iyi roller alamıyordum. Çaresizlik içinde, yazmayı denedim. Para kazanma olanakları yüzünden özellikle televizyon için yazdım. Kendi sesimi bulmaya çalışırken bir gözlemim oldu. Konularım, tiplemelerim, metafor ve tasvirlerim aslında Türkçeden besleniyordu. Nice yazar gibi köklerimin etkisi altındaydım, İngilizce yazsam bile ruhen ben bir Türk yazarıydım ve daima öyle kalacaktım. Bu keşif benim için bir dönüm noktasıydı: ben engin bir kültürün parçasıydım ve yazar olarak bir faziletim bulunacaksa, o tamamen benim TürklüSAYFA 4 masaydı, erkek olarak atanan nice kadın belki de hâlâ yaşıyor olacaktı. On beşinci yüzyılda, Leke Dukagjini döneminde kan davalarının Kanun başlığı altında belli kurallara bağlandığını bilmek, belki okurların ilgisini çekecektir. “KADINLAR YARATICI” Kahramanınız Kokona tarihin, bacaklarının arası boş politikacılarla, generaller ve din istismarcılarıyla dolu olduğunu söylüyor. Siz de Kokona gibi düşünüyor musunuz? Maalesef, evet, öyle düşünüyorum. Hatta şunu vurgulamak isterim, dünya sözde dini liderlerin, bencil politikacıların ve askeri cuntaların tehdidi altında. Kadınlar çağlar boyu hem yüce ama zaman zaman da hakları olmayan ikinci sınıf muamele gördü. Peki, siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Evet, birçok yerde, sözde demokratik ülkelerde de kadın hâlâ “mal” gibi görünebiliyor. Bu acı noktaya gelinme nedeni olarak dinlerin, binlerce yıl erkek hegemonyasında bulunmasını görüyorum. Ataerkil yönetimlerde hedef tanrı ve ülke yerine, tek tanrılı dinlerin sözde nezaretçilerinin çıkarlarını kollamaktı. Egemen konumlarını sürdürebilmek için o dindar bellenen erkek kitlesi, uzlaşmaz doktrinlerini yerleşik kıldılar ve muhaliflerini döneklikle suçlayarak onlara zulmetti. Ataerkil olgu, erkeğin hormonsaldürtüsü gereği, kitleleri sorgu sual edilmeden yönetme arzusunda. Kadınların maruz kaldığı eşitsizlikler, bence erkeklerin tarih öncesinden gelen ikibaşlı kindarlığı yüzünden: Erkekler doğum yapamadıkları için yaratan değil. Kadınlara boy eğdiremezlerse sanki çocukları bir başka soya çekecektir. Bir de kendimize şu soruyu sormalıyız, erkeklerin muzdarip oldukları bu aşağılık kompleksi, kadınların sevgi, hoşgörü, zekâ ve aydınlanma gibi olgularda erkeklerden daha ilerde olmaları yüzünden kamçılanıyor mu? Buna karşılık erkekler ancak fiziki güç, kurnazlık ve tahakküm etmeye temayülde daha ön planda. Atanmış Erkek’ten yola çıkarak soruyorum: Kadının sizin için tarihteki ve günümüzdeki önemi ne? Kadınlar yaratıcı. Ben Tanrı’nın da, yüce yaratan, dişil olduğunu ileri sürebilirim. Kadınların insanlığa erkeklerden daha büyük sevgi beslediklerini düşünürüm. Kendileri yaratıcı olduğu için yaşamın kutsiyetini takdir eder. Bu özellikleriyle insan soyunun bugüne dek var olmasından, erkeklerin kavgacılığını da dengeleyerek, onlar sorumlu. İnsanlığın barış içinde var olabilmesini de kadınlar sağlayacak. Nihayet kadınların, onların ikinci sınıf olduğuna dair o erkek telkinlerinden silkinip özgürlüklerine kavuşacağı ve anaerkil topluluklar kurmaya başlayacağı güne dua ettiğimi söylemeliyim. Moris Bey, son olarak neler söylemek istersiniz? Birinci sorunuza eklemek istediğim bir nokta var. Kendimi bir Türk yazarı sayarım ve öyle bilinmek isterim. Hatta Türkiye’de yaşayan ve yazan bazı yazar dostlardan, belki de daha fazla Türk olduğumu düşünürüm. Gurbette olmanın sürgün de denebilir kalıcı bir hüznü var. Hüzün detayı eler ve yitirilmişin özüne ulaşır. O öz, çok katmanlı kültürüyle varsıllaşan anavatanım. Tüm ürünlerimi de besler. ? Atanmış Erkek/ Moris Farhi/ Çev: Püren Özgören/Everest Yayınları/ 368 s. M ğümden gelecekti. O andan itibaren, insanlık denen geniş aile için yazmaya çalışan bir Türk yazarı olmanın gururunu yaşadım. “BU KİTAP BİR PROTESTO” Genç Türk adlı da bir romanınız var. Romanınızın amaçladığı mesajı kültürlerin bir arada ve kendi özgünlüğünde yaşaması olarak özetliyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir miyiz? Sanırım bu soruyu en iyi, Genç Türk’ün son bölümünden bir alıntıyla yanıtlayabilirim: “Gerçek Türklük, nasıl Tabiattaki sonsuz çeşitliliğin keyfini çıkarıyorsak, halkların da ucu açık çeşitliliğinden sevinç duymaktır. Gerçek Türklük tek kültür, tek bayrak, tek ülke, tek din yerine tüm kültürler, tüm ırklar, tüm inançlar, tüm bayraklar, tüm ülkeler ve tüm dinleri özellikleri ve genellikleriyle benimsemektir. O olgu, hem Türk hem de dünya vatandaşı; hem birey ve herkes olmak demektir!” Kültürlerin ikiliği hakkındaki görüşlerim bu pasajda özetleniyor. “Gerçek Türklük”ü ana madde olarak kullana geldim, çünkü Türkiye sayısız kültürün saygın mirasıyla donanmış durumda. Biraz da yeni romanı konuşalım… Atanmış Erkek bir adada geçiyor. Hikâyedeki bu adayı nasıl kurdunuz? Hayali bir ada mı bu? Atanmış Erkek bir mesele. Zorba rejimlerde güç elde etmek için yapılan manevralara odaklanmış. İdeolojilerinin rengi bir yana bu rejimler, amaçları doğrultusunda; din, yurtseverlik, ırk, aşiret gibi hassas konularda inançlarımızı bastırmaya veya çarpıtmaya uğraşır. Atanmış Erkek aslında zorbalığa boyun eğdirilmiş milyonlarca masum insanın çektiği ve sonu gelmez savaşlarda yaşamını yitirenler için bir protesto. Bu sömürüler demokratik geçinenlerde bile var olduğu için bir örnek ülke seçemezdim. O zaman, tüm insanlığın sıkıntısını sembolize edecek küçük bir evren (Skender Adası) yaratmalıydım. Yerel dokusunu inandırıcı bir şekilde yansıtabilmek için onu kendi yörem olan Akdeniz’de konuşlandırdım. Böylelikle, okura Skender’in kendi çevrelerinde de var olabileceğini hissettirmek istedim. Romanda kan davaları ve töre davaları var. Halen günümüzde de yaşanılan bu kan ve töre davalarını siz başka bir açıdan ele almışsınız. Romanın genel olarak çıkış noktasını ve bu hikâyeyi size yazdıran tetikleyici unsurları sormak istiyorum. Bir önceki yanıtımda kısmen değindiğim gibi Atanmış Erkek’te, hükümetlerin; diktatörlük, oligarşi, teokrasi veya demokrasi de olsalar sorunların etkin çözümünde hep savaşı yeğlediği açık. Bu ülkeler, askeri darboğazları varsa intihar sayılacak girişimlerden kaçınsalar da, savaş seçeneğini ve fırsatını bulduklarında askeri güçlerini takviye olasılıklarını asla göz ardı etmez. Trajiktir ki, güç âşığı liderler asırlar boyu, beyin yıkama yöntemiyle bu yaklaşıma sahip çıktı. İnsanlık, bir amaç, fikir veya din uğruna ölmenin ulaşılacak en şerefli paye olduğuna inandırıldı. Sonuçta milyarlarca insan, bilinçli veya bilinçsiz, yaşam yerine ölüme tapar oldu. Yaşama tutunmaya sahip çıkmak, tüm romanlarımın öz noktası. Romanın geçtiği adada kan davaları öyle önemli ki kan davalı ailenin tüm erkekleri öldüğünde en büyük kadına erkek olmak düşüyor, yani atanmış erkek oluyor. Bıyık takıyor ve çişini bile ayakta yapıyor. Kadın olmaktan çıkıyor. Bu gerçekten yaşanan bir şey mi? Evet. Bu münferit örnek Arnavutluk’ta asırlar boyu uygulandı ve komünist rejim döneminde, Enver Hoca tarafından yetmiş yıl kadar önce yasaklandı. Ülkenin dağlık yöresinin kuytularında törenin devam ettirildiği söyleniyor. Gerçek olan bir şey var ki, bu töre ol CUMHURİYET KİTAP SAYI 1090