Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ş zgün bir şair, yazar, edebiyatçı, eleştirmen ve çevirmen olarak tanınan Anna Andreyevna Ahmatova, 11 Haziran 1889 tarihinde Odesa’da doğdu. Daha çocukken, Tsarsko Selo’ya götürüldü ve 16 yaşına kadar orada kaldı. 1910’da ilk şiirlerini Russkuyu mıysl (Rus Düşüncesi) dergisine gönderdi, sonra da Gaudeamus, Vseobşçiy jurnal (Herkesin Dergisi) ve Apollan dergilerine göndermeye başladı. 1914’te, onu tüm ülkede ünlü yapan Açık Seçik başlıklı ikinci şiir kitabı yayımlandı. 1939’da bazı yayın kuruluşları onun Altıncı Kitaptan adlı derlemesini basmayı önerdi (1940). 1965’te yayımlanan Zamanın Koşusu kitabı onun büyük yeteneğinin en güçlü kanıtı oldu. Ölümüne kısa bir zaman kala ünlü şair, İtalya edebiyat ödülü EtnaTaormina’ya (1964), ardından da Oxford Üniversitesi’nin Onursal Doktor unvanına (1965) değer görüldü. Anna Ahmatova 5 Mart 1966 tarihinde Moskova iline bağlı Domodedovo’da yaşama veda etti. GÖK GÖZLÜ KRAL Hele şükür sana, ey bitmez melal! Dün gitti dünyadan o gök gözlü kral. Yansırken dışardan akşamın rengi Kocam bana dedi, sır verir gibi: “Avdan getirilmiş cesedi, elde, Düşüp ölmüş bir meşenin dibinde. Yakmış kraliçeyi bu acı haber Saçı bir gecede ağarmış meğer.” Sonra yaktı piposunu, yürüdü Gece boyu uğraşını sürdürdü. Uyanan genç kızım yanıma çöktü Onun gözleri de katıksız göktü. Camlarda yankısı, gelen seslerin: “Gök gözlü bir kralın yok artık senin…” AŞK O, kâh hin bir dişi yılan, Kalbi sokup büyüleyen, Kâh bir kumru, hiç bıkmadan Pencerede konser veren. Sızar kar beyazlığına Şebboyun da düşündedir Ve unutturur insana Nedir sevinç, huzur nedir. Bil ki o, ağlayan hüzün Ve duadır bir yürekte; Sen ondan kork, gördüğün gün Yabancı bir gülücükte. AKŞAM Gizemli bir hüzün vardı sesinde Bahçeyi çınlatan yorgun müziğin Ve deniz kokusu – taze ve serin – İstiridyelerin buz nefesinde. O dedi ki: “Bir kölen var karşında!” Sonra eli birden giysime değdi Dokunuşu tutmaktan da güzeldi Beni kollarının kuşatmasında. Kedi, kuş okşanır böyle belki de, Şık bir binici kız böyle sevilir… Gözlerinde yanan o parlak sihir Yansıdı altın kirpiklerine. iir Atlası CEVAT ÇAPAN Anna AHMATOVA/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin ATASOY ‘Ve bir dilek yankılandı tellerden’ Ve bir dilek yankılandı tellerden Yayılan dumana çarparak yer yer: “N’olur, bu akşamı kutsayın, gökler, Ki onunla ilk kez baş başayım ben.” KONUK İncecikten bir kar yağdı bu kez de Pencereme, tıpkı önceki gibi. Ben değişmez kalsam bile evimde Yanıma değişik birisi girdi. Dedim: “Söyler misin, istediğin ne?” Dedi: “Senle cehenneme yürümek.” “Bela riskini de yoldaş yerine Alır mıyız?” dedim, gülümseyerek. Sonra çiçekleri gördü, elini Onlara uzattı yavaş ve rahat: “Söyle, dedi, nasıl öperler seni Ve sen nasıl öpüşürsün, bir anlat.” Ne parmağımdaki yüzüğe baktı Ne de ilgilendi üzüntüm ile. Kötü yüzü inadına rahattı Ki titremedi tek bir kası bile. Kesin sevinç vardı bu gariplikte Hırsını zaptetme hissinden gelen: O benden hiçbir şey istemese de, Benim her şeyimi ona vermemden. *** Ne güç bıraktılar bende, ne de aşk. Kent kurbanı vücudumun her yanı Güneşte öylesine salınmış… Ancak Diriltmek ne mümkün buzlaşan kanı. Mutlu Esin Perisi de, ne garip, Yabancı gözüyle bakıyor bana, Başındaki taçla, sessizce gelip, Yaslanıyor benim güçsüz bağrıma. Hakkını arayan vicdan şu anda Biricik uykusuz – büsbütün hışım. Yanıt için ağız açmış olsam da… Ne mazeretim var ne de gözyaşım. *** Yirmi bir gecesi. Gün – pazartesi. Başkent sis içinde çırpınan bir kuş. Aklı sıra serserinin birisi Yeryüzünde aşk var diye tutturmuş. İnsanlar da, belki sırf sıkıntıdan, Bu yalana tapıp düş kuruyorlar: Özlüyorlar, ürküyorlar ve candan Sevda şarkıları uyduruyorlar. Ama onun tansık gibi gerçekten Bazen göründüğü kanısındayım… Bir defa bana da göründü ve ben O gün bugün iflah olmaz hastayım. GECELEYİN Yoğun bulutlarla kaplanan gökler Solgun aydedeye yüz vermemekte Saray önündeki nöbetçi asker Kule saatini gözlemlemekte. Çapkın kadın eve dönüyor şu an Yüzü gayet ciddi ve gayet dalgın, Vefalı kadınsa uykuda çoktan Yangınıyla sönmeyen bir kaygının. Bundan bana ne? Bir hafta önce Bıraktım her şeyi kendi halinde, Sonra bir bahçeye girdim sessizce Gözüm yıldızlarda, elimse lirde. *** Güçlüsün, özgürsün, şensin Sıcak kadın dizlerinde; Keşke düşünebilseydin Günahkâr sonunu bir de. Niye eğlenceye verdin Tüm tanrısal günlerini – O kadın ki, bilmez misin, Severken silecek seni. Onda ne his, ne itibar Ne ödül, ne huzur ara. Böylesini ya yakarlar, Ya kaparlar manastıra. SON KEZ ŞEREFE Suskun içilişi bu kadehimin Uğursuz yolumun şerefinedir, O bizim yıkılmış evimiz için Ve senin yokluğun şerefinedir, Senin cennetine, cehennemine, Ruhumun bakışı şerefinedir Atıp bizi dünya işkencesine Tanrının kaçışı şerefinedir. İĞDE O zaman karanlığın Rembrant köşelerinden Bir şey peydah oluyor kâh görünen, kâh giden, Ne ki ondan korkmuyor, kaçmıyorum bu kez ben… Yalnızlık ağlarına öyle sarmış ki beni Kader gibi bakıyor yüzüme kara kedi Aynadaki benzeş de onaylıyor sessizce. Uyumalıyım. İyi geceler sana, ey gece! *** Asya, senin vaşak gözlerin sanki Bana öyle şeyler söylüyorlar ki Hep karanlık şeyler, günahkâr şeyler Ve hepsi sükutun peydahladığı Tümü ağır şeyler, isyankâr şeyler – Her biri yakıcı Termez sıcağı. O yüzden coşuyor ilkel bilincim Lav gibi en derin yerden fışkıran Ve ben sanki öz kahrımı içmişim Yabancı ellerin avuçlarından. *** Ö Bir demet zavallı ağaç. Puşkin İlkgençlik çağında bu yüzyılla ben Onun çocuk odasında yetiştim Ve yelin sesiyle tanıştım ilkin Henüz insan sesini pek bilmezken. Labadayla ısırganı severdim, Ama ak iğdeyi en çok yeğlerdim. O, şahlanıp minnet duygularından Camdan içeriye bakardı mutlu, Hışırdayıp çağırırdı uykuyu… Ne ki ben daha çok yaşadım ondan. O bir kütük şimdi, etrafında da Genç iğdeler… ve yabancı her biri. Ben suskunum soğuk göğün altında Ölmüş kardeşimin başında gibi. AĞUSTOS 1940 Bu şehir, senin şehrin, Julianus! Vyaçeslav İvanov Ölmüş bir çağ gömülürken Mezmur bile okunmaz ki; Mezarını ot ve diken Kaplayacak yarın belki. Ne ki mezarcılar hırsla Kazıyorlar hiç durmadan Tanrım sessiz bir çığlıkla Zar zor ilerliyor zaman. Çağ dönüp gelse de yine Çaydan çıkan ceset gibi Tanımaz oğlunu anne Torun dışlar dedesini. Üzgün, başlarımız önde, Gökte ay da yalnız, yetim… Yıkık Paris üzerinde Şimdi zor bir sükut hâkim. SAVAŞIN RÜZGÂRI 4. Gökte ölüm kuşlarının feryadı. Kurtaracak olan kim Leningrad’ı? Kesin gürültüyü – o solumakta, Hâlâ yaşamakta, hâlâ duymakta: Pusarık Baltık kıyılarında Sönen çocukları uyku anında, Sayıklarken hepsi “Ekmek!” diyerek Ve bu sesler tırmanıyor arşa dek… Ama bir yanıt yok zalim göklerden. Ölüm bakıyor tüm pencerelerden. ERKEKLİK Biz ki, farkındayız terazide olanın, Yapılanları da biliyoruz biz. Çaldı işte saati ölüm kalım anının Sınava hazırdır erkekliğimiz. Bizim için vurularak ölmek felaket değil Hiç önemli değil kalmamız evsiz Yaşayacaksa eğer Rus’un konuştuğu yüce dil, Anne sütü kadar aziz ve temiz. Onu gelen nesillere borcumuzdur devretmek Kurtarılmış en kutsal bir kutsiyet bilerek Ta sonsuza dek! *** Ay Çarco karpuzu dilimi gibi doğup Camlara yansıyınca, ağır kasvet çöküyor Ve kapalı odada titriyor sanki mor mor Morsalkım maviliğinde aldatıcı bir gurup. Ve bir toprak bardakta uyumakta soğuk su Ve bir bez ağarmakta ve yanmakta bildik mum, Gürleyen sessizlikte sesimi duymuyorum. Bir ayin öncesi gibi. Bir yorgunluk duygusu – B. Pasternak’a Timurlenkçe saldırıyor sonbahar, Dar sokaklar ve kavşaklar hep sessiz Düz ovadan geçip ta köye kadar Uzayan yol üzerinde mavi sis. Sonbahar! Şiddetler bitiyor artık Huzur hüküm sürmektedir her yerde… İşte o İncil’e âşık yaşlılık Ve o acı feryat Getsemani’de. DÜŞ Gizemli rüyalarda bir tat var mıdır? A. Blok Bu düş bir keramet gizliyor belki… Çok yükseldiğini fark ettim Mars’ın Ve kıpkızıl oldu şavkının rengi – Oysa ben düşümde sen geldin sandım. Tomurcuk güllerde buldum seni ben, Bach’ın o büyülü bestelerinde, Çamurlu köy yollarında, inleyen, Hiddetle savrulan çan seslerinde. Buldum seni güzün dalgın yüzünde Girince sevdiğim tenha ormana. Ey ağustos, bu zor yıldönümünde, Ne güzel bir haber getirdin bana! Ne ödül verilir böyle habere? Sevincimi kimle paylaşsam ki ben? Bu yüzden: yakılmış eski deftere Şiir yazıyorum şimdi yeniden. ŞAİRİN ÖLÜMÜ Bir kuş gibi, yankı yanıt veriyor bana. B. P. O müthiş ses susuverdi dünkü gün, Ormanın yareni bizi terk etti. Yaşamın başağı oldu büsbütün, Ya da gökyüzünün şiir rahmeti. Bu ölümle tüm çiçekler hep birden Açınca, güzellik aldı yürüdü. ‘Dünya’ diye andığımız gezegen İnanılmaz bir sükuta gömüldü. YANKI Yollarım kapalı geçmişe benim, Geri dönmek de ne, hem bu yaşımda? Ne var ki orada, kanlı izlerim Ve örülü kapıların dışında? Ya da hapsedilmiş uzak bir yankı, Orda unutulan benim son varım… Onunla birlikte sönüyor sanki Kalbimde bir ömür sakladıklarım. SON GÜL Bizim için çaprazlama yazın siz. J. B. Rodski Hatırımda şanı Morozova’nın, Dans ettim Herod’un üvey kızıyla Didon dumanıyla göklere yakın Uçtum Jeanne d’Arc’ın kor acısıyla. Tanrım, çok yorgunum, halime bir bak, Pes etmişim ölüm kalım derdine. Her şeyimi al da, şu gülü bırak, Onun kokusunu duyayım yine. ? SAYFA 29 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1090