22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Jasper Kent’ten ‘Oniki’ Fantastik ile gerçek arasında Jasper Kent’in kaleme aldığı Oniki, tarihin önemli bir dönüm noktasına ve aynı zamanda savaş olgusuna eleştirel bir bakış. Bunun yanı sıra fantastik olarak da karşılaştığımız öbür fantastik romanlardan bambaşka bir teknikle kurgulanması ve Tolstoy’un klasikler arasındaki Savaş ve Barış adlı romanına yaptığı saygı duruşuyla, birçok alt metne sahip olan bu roman, okuyucuyu hem edebi hem de tarihsel olarak düşündürecek nitelikte. Ë Serap ÖZGÜR uramsal fizik dalında uzman olan 1968 doğumlu Kent’in yaptığı müzikal oyunlar bir yana, ilk romanı olan Oniki, onu edebiyat dünyasında önemli bir yere oturttu. Bilindiği gibi her fantastik roman, gerçek hayattan referans alır. Fantastik dünya şüphesiz bizim dünyamız değildir ama bizim yabancısı olduğumuz bir dünya da değildir. Ne o dur ne de diğeri; tam da bu yüzden dünyası aynı zamanda grotesk bir dünyaya açılır. Jasper Kent, birçok fantastik romandan farklı olarak, bu türün başat aracı olan “gerçeklikten referans alma” özelliğini açık etmiş ve fantastik olanı, tarihi bir ana yerleştirmiştir. Rusya 1812. Napoleon, güçlü bir orduyla Rusya’ya girmiş ve hiç beklenmedik bir biçimde Moskova’ya yerleşmiştir. Rus ordusu, Fransız ordusu karşısında zayıf düşmüş, geri çekilmeye başlamış ve tüm şehirde kıtlık, açlık ve yangınlar baş göstermiştir. İşte böyle bir ortamda Rus ordusu Napolyon’a karşı şehirlerde son kozunu oynamış ve oniki yenilmez savaşçıyı Fransız ordusuna karşı kullanmaya karar vermiştir. Bu on iki savaşçının adları İncil’den alınmıştır. Romana tarihi açıdan bakılacak olunursa da, bu on iki savaşçıya Opriçnik denir. Opriçnikler, Çar IV. İvan’ın halkı baskı altında tutmak için tuttuğu muhafızlardır. Acımasız ve eğitimli askerlerdir. Yazar Kent’in altmetni tam da bu noktada ortaya çıkar. Eflak’tan gelen bu on iki savaşçı, dört Rus süvari subayıyla birlikte çalışacaktır. Romanda dört subay ise Mahşer’in Dört Atlısı’nı simgeler. Oniki Opriçnik’in savaş yöntemi diğer askerlerden farklıdır. Fransız ordugâhlarına sinsice girer ve iki ya da üç kişi olsa da yüz kişilik bir bölüğü sabaha kadar yok eder. Önceleri bu durum büyük bir başarı olarak kabul edilir, çünkü yüz kişiyi iki kişinin öldürmesi muazzam bir savaş yetenekleri olduğunu gelir, çünkü onlar Vurdalak’tır ya da bilinen adlarıyla Vampir. Kahramanımız Andrey, on iki savaşçının vampir olduğunu ve aç oldukları sürece önlerine çıkan her insanı vahşice katlettiklerini öğrendiği andan itibaren, artık Fransız ordusuna karşı değil, oniki savaşçıya karşı cephe açar. Çünkü savaşların bir nedeni, amacı ve çıkarı vardır, oysa bu on iki adam hedef seçmeden sırf açlıklarını doyurabilmek için insanoğlunu katleder. Şüphesiz bu on iki savaşçının kan emmesi, savaş olgusuna da eleştirel bir bakış getirir. Ama yazarın dört subayı Mahşer’in Dört Atlısı yapmasının daha büyük bir göstergesi vardır. Yuhanna İncil’ine göre, Mahşerin dört atlısı kıyamet gününde ortaya çıkacaktır ve bu atlılardan biri şöyle der: “Korkma! İlk ve son Ben’im… Diri olan Ben’im…” Burada çoktan ölü olan vampirlere ya da savaşın kan emicilerine gönderme vardır. Luka 21. Bölüm’de ise İsa seslenir: “Ulus ulusa, devlet devlete savaş açacak. Şiddetli depremler, yer yer kıtlıklar ve salgın hastalıklar, korkunç olaylar ve gökte olağanüstü belirtiler olacak. Dünyanın üzerine gelecek olan felaketleri bekleyen insanlar korkudan bayılacak. Çünkü göksel güçler sarsılacak. O zaman insanoğlunun bulut içinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler.” Yazarın İsa’nın bu kehanetine gönderme yapması ve tarihi olarak romanın 1917 Ekim devrimiyle son bulması, yeni bir insanoğlu doğuşunun devrimle gerçekleşeceğini söylemesi gibidir. ? Oniki/ Jasper Kent/ Çeviren:Sibel Sakacı/ Can Yayınları/ 528 s. K gösterir. Fakat gittikçe durum tuhaf ve anlaşılmaz bir hal alır. Fransız askerleri sadece öldürülmez, insanlıkdışı bir biçimde katledilir. Romanın anlatıcısı, mahşerin dört atlısından biri olan Andrey, on iki savaşçının, düşmanla cesurca ve mertçe savaşmadıklarını düşünür. Çünkü onlar meydanlarda, düşmanlarının gözünün içine bakarak yüz yüze kılıç çeker. Oysa on iki savaşçı, karanlıkta sinsice bir ordugâha girer ve tek tek askerleri yakalayarak, arkadan kılıç çekerek öldürür. Fakat Andrey bir gün, savaş meydanlarında birbirini boğazlayan orduların dehşetinden daha büyük bir dehşetle karşılaşır. Napoleon’un ordusu Rus ordusuyla savaşmak için gelmiştir, fakat Opriçnikler, insanoğluyla savaşmak için ¥ ri’nin devamı niteliğinde olan Gurbet Hikâyeleri’ni kaleme almış. Yazarın bu ikinci sürgünlüğünü yaşadığı dönemin yapıtı olan Gurbet Hikâyeleri, okuyucuya Ortadoğu’yu resmediyor. Refik Halid Karay, hatıra tadı veren hikâyeleriyle gurbette hissedilen “vatan hasretini somutlaştırarak okura taşıyor. Yazar, “gurbet” ve “vatan hasreti” temini ele aldığı bir başka yapıtı olan Yeraltında Dünya Var adlı romanında ise memleketlerinin sınırları dışında yaşayan Nihan ve Nebil karakterleri üzerinden aşk, yalnızlık ve macera konuları ekseninde, İstanbul hasretini işliyor. Bu iki yapıt, bu baskıda tek ciltte toplanmış. Karay’ın, Üç Nesil Üç Hayat adlı yapıtı ise okuyucuya bambaşka bir dünyadan sesleniyor. Buna “dünyalar” demek daha doğru olur aslında; çünkü yazar, Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İstanbul’a götürüyor bizi Üç Nesil Üç Hayat’ta. Bu dönemlerin yemek sofralarından ramazanlarına, kadınerkek ilişkilerinden çarşı pazar manzaralarına kadar pek çok sosyal unsur kitabın içinde kendine yer buluyor. Yazar tüm bunları gözlemleyerek, gazeteci kimliğini öne çıkaran kalemiyle anlatıyor. Üç Nesil Üç Hayat’ta, yakın tarihin merak uyandıran gündelik olayları, dönemler arası kültürel değişimleri, renkli tasvirler, kendine has mizahi bir anlatım ve son derece keyifli bir üslupla gözler önüne seriliyor Karay tarafından. Siyasi yazılarının yanında romanlarıyla da dikkat çekmiş bir isim Refik Halid Karay. Türk edebiyatına kazandırdığı yirmiye yakın romanla bunun hakkını da vermiş bir isim aynı zamanda. Karay’ın bu yirmi romanı arasında dikkati çekenlerin başında ise NilCUMHURİYET KİTAP SAYI 1066 ise, anlatılan üç ayrı hikâye tek bir ciltte toplanmış. Karay, Türkçenin olanaklarını güzel bir biçimde kullanarak yazdığı Nilgün’de, romana adını da veren Nilgün baş kahramanı çevresinde, yedi yıl boyunca inişli çıkışlı devam eden bir aşkı, Afrika ve Hindistan limanlarının, Uzakdoğu adalarının egzotik güzellikleriyle harmanlayarak anlatıyor okuyucuya. Yazarın dikkat çeken romanları arasında Yüzen Bahçe de yer alıyor. Yüzen Bahçe ise, gemiyle Orta ve Kuzey Avrupa seyahati yapan yakışıklı, bekâr ve zevk sahibi olan Rıdvan’ın, her ikisi de ayrı anlamlarda güzel ve cazibeli kadınlar olan Gülrevan ile Lalegül arasındaki gelgitlerini konu ediniyor. Tüm bu kitapların yapılan yeni baskısında dikkati çeken bir diğer unsur ise, Refik Halid Karay’ın dilinin bozulmadan okuyucuya sunuluyor olması. Yapıtlarda, günümüze yabancı olan kelimeler, anlamlarıyla veriliyor okuyucuya. Böylelikle, yazarın sürekli anılan Türkçeyi kullanma gücüne de el değmemiş olarak tanıklık etmiş oluyoruz. ? Memleket Hikâyleri/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 276 s. Gurbet Hikâyeleri, Yeraltında Dünya Var/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 360 s. Kirpinin Dedikleri/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 192 s. Üç Nesil Üç Hayat/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 232 s. Yüzen Bahçe/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 312 s. Nilgün/ Refik Halid Karay/ İnkılâp Kitabevi/ 1032 s. SAYFA 19 Refik Halid Karay gün geliyor. Karay bu romanında sürükleyici bir kurgu içinde “tasvir yeteneğiyle yaratıcılığını birleştirerek”, bireysel ilişkileri ve kadınerkek ilişkilerini mekânzaman paralelinde ele alıyor. İlk basımı 195052 yıllarında tamamlanan Nilgün, “Türk Prensesi Nilgün”, “Mapa Melikesi Nilgün” ve “Nilgün’ün Sonu” adıyla yayımlanan bir üçleme. Kitabın bu baskısında Jasper Kent
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear