22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ sap çarşıya uymadı. Çünkü Türkiye’de bütün Kürtler kolektif azınlık hakkı istemiyor. İzmir’de, Bursa’da, İstanbul’da oturan işini gücü yolunda olan ki bunların sayıları hiç azımsanacak kadar az değil Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit onurlu birer vatandaşıyken, azınlık kabul edilmeye sıcak bakmıyor. Bu nedendendir ki, üç beş münferit olay dışında Batıda etnik açıdan gerginlik yaşanmadı. Ancak şöyle bir sıkıntı ortaya çıktı: “Öteki” kavramı güçlendi, açılımın konuşulmaya başlandığı tarihten sonra Türkiye’de herkes birbirini etnik ve dinsel kimliği ile sorgulamaya başladı. Bunda, 2003’teki işgalden sonra sürekli şımartılan ve her istediği yapılan Iraklı Kürtlerin, Türkiye’deki Kürtler üzerindeki propagandası da etkili oldu. Alt kimlikler öne çıkmaya başladı. Onlarca yıldır terör acısı çekmiş bir ülke olarak, bu görüntüleri halkınıza anlatamazsınız. Oysa AKP’nin planı basitti. Kürtlerin kolektif azınlık haklarının tanınmasına giden yumuşak bir geçiş süreci olacaktı. Önce yönetmelikler sonra yasalar sonra da anayasa değiştirilip, bir ya da iki yıl içinde Irak’takine benzer bir model oluşturulacaktı. Başbakan bizzat açıkladı bunu, üç aşamalı bir süreç öngörüyoruz diye… Her ne kadar ılımlı İslam anlayışıyla toplumun ulusal reflekslerini büyük ölçüde kaldırmış olsalar da, demokratik haklar ile terör arasındaki ayrımı yapmadıkları için, geniş kitlelerde büyük tepki oluştu. AKP, bu tepkiyi yok sayıp açılıma devam edemedi. Diğer taraftan baktığınızda siyasal ve stratejik vaziyet, terör örgütü PKK’nin bu açılımda istediğini almadan rol üstlenmesini de çok mümkün kılmıyor. PKK, Türkiye’deki Kürtlerin kolektif azınlık hakları tanınmadan silah bırakıp dağdan inse, Washington’ın elinde hangi Kürt kartı kalacak, Türkiye’yi nasıl baskı altında tutacak? Yanıtını verdiğinizde, terör örgütünün zaten istediği kazanımları elde etmeden dağdan inmeyeceği, silah bırakmayacağı görülüyor. Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt hükümeti ile ilişkilere ilişkin cartı cartu eksik etmeyen Erdoğan’ın, Gül’ün ABD ziyareti sonrası telkinleri ve Holbrooke ayarının ardından ağız değiştirmesi ve “ilişkilere varız” cümlesini sarf etmesi de önemliydi... Bu, Türkiye’nin Kürt politikasında önemli bir açılıma işaret etmekteydi. Gerçi AKPBarzani yakınlaşmaları kısa süre sonra verilen ve kamuoylarını tepe sersemi eden notalarla sonlanıyor... Kerkük tartışmalarının alevlendiği sırada Barzani, Türkiye’nin Kerkük’e müdahale etmesi halinde kendilerinin de Diyarbakır’a ve Türkiye’nin güneydoğusundaki diğer kentlere müdahale edeceklerini söyleyiveriyor mesela.. Açar mısın bu durumu? İşler hep böyle mi yürüyor, taktik bu mu? Evet, bu Iraklı Kürtlerin uygulamakta olduğu önemli bir taktik... Önce ipleri gerip, diplomatik alanda ne kadar manevra yapabileceklerine bakıyorlar. Terör örgütü PKK’yi de bir gözdağı unsuru olarak ellerinde tutuyorlar. Asıl amaçları, Türkiye nezdinde meşruiyet kazanmak olduğu için, Türkiye’nin attığı her geri adım da onlar için bir kazanç. Adım adım, diplomatik mevzi kazanıyorlar. 2003’ten bugüne bir bakın. Türkiye muhatap alma ambargosu uygulamaktan başlamış, sonra adım adım en üst düzeyde görüşme yapmaya kadar uzun bir geri adım atmıştır Iraklı Kürtler karşısında. Hem de karşılığında hemen hiçbir kazanım elde etmeden. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu çekincesiz Erbil’de temaslarda bulunmuş, Barzani ile ortak basın toplantısı bile düzenleyebilmiştir. Bunu bir İngiliz, bir Alman ya da bir Fransız yetkili yaparsa, anlayabilirsiniz ancak, yıllardan buyana PKK’yi bir terör örgütü olarak kabul etmemiş olan Barzani’nin ayağına giden bir Türk Bakanın hangi yaklaşımla bunu yaptığını anlamakta güçlük çekiyorum. Elbette ki temas kurulmalı, Iraklı Kürtler Türkiye’nin diplomatik yörüngesi içine alınmalı ama bunun AKP hükümetinin yaklaşımlarıyla olamayacağı da açıkça ortada. Diğer yandan da Barzani’nin ve “Eğer Türkler sadece birkaç bin Türkmen için Kerkük’e karışırsa, o zaman biz de Türkiye’deki 30 milyon Kürt için harekete geçeriz…” demesi, Ortadoğu’daki bütün Kürtlere bir mesajdır. Yani aslında Türkiye’nin gözünün içine baka baka “Bütün Kürtlerim hamisiyim. İstersem, senin ülkeni çok rahat karıştırabilirim” mesajı veriyor. Unutmamalı ki, Irak’ın kuzeyindeki resmen ilan edilmemiş bu devlet Türkiye için stratejik bir sorundur. PKK ise bu stratejik sorunun her an uygulamaya konulabilecek taktik bir unsurudur. İlişkiler bugün güllük gülistanlık gösterilmeye çalışılsa da, Barzani’nin Irak’ta elde ettiği siyasal kazanımlar, bir süre sonra Türkiye’ye de yansıyacaktır. O yüzdendir ki, PKK’nin siyasal kolu olduğunu saklamayan ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan DTP’nin yöneticileri sıkça Erbil’i ziyaret ederek, Barzani’nin talimatlarını almaktaydı. Yine o yüzdendir ki, DTP kapatıldığı zaman, Barzani Türkiye’nin içişlerine karışma cesaretini göstermiş ve yüksek mahkemenin aldığı kararı eleştirebilmiştir. Acı tarafı, Barzani’nin Türkiye’nin içişleri karışmasına ne AKP hükümetinden de Vekâleti Hariciye’den bir tepki gelmiştir. Hatta, Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetiminin “Başkanlık Türk Anayasa Mahkemesi’nin Demokratik Toplum Partisi’ni yasadışı ilan etmesine olan kızgınlığını ifade eder” yönündeki açıklamasından birkaç gün sonra İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Erbil’de hiçbir şey olmamış gibi Barzani ile görüşebilmiştir. Kimsenin aklına, “Kim oluyorsun da demokratik bir ülkenin bağımsız yargısının kararını eleştirebiliyorsun” ya da “Türkiye’de Kürt ayaklanması değil, terör var. Sözünü geri al” demek gelmemiştir! SITKI SIYRILAN ABD! ABD, Kürtleri Türkiye’ye tercih ediyor etmesine ama sonuna kadar değil... Kendince rövanşını ilerde almak üzere geri adım attığı da oldu... Anlatır mısın bu nadir anı? Ve Türkiye’nin Kürt açılımıyla eşzamanlı olarak Washington da kendi Kürt politikasında nasıl bir ince ayar yaptı? ABD yönetimi, Irak işgali ve sonrası süreçte Kürtlerin bu kadar şımaracağını hesap etmemişti. Barzani, işgalin en önemli gerekçesi gösterilen hidrokarbon yani petrol yasasının çıkmasını engelleyip, Washington’daki oyun kurucuların sinirlerini iyice germiştir mesela. Aslında Kürtlerin, bir yandan ABD’nin kendilerine olan gereksinimini kullanacağı diğer yandan da uzun vadeli gündemleri için uygun koşullar yaratacağını düşündükleri, işgalin hemen öncesinde belliydi. Özellikle Barzani, ABD askerlerine destek sağlamak için, Irak’ın federal sisteme dönüştürülmesini, otonomilerinin güvence altına alınmasını Bush’a önkoşul olarak sunmuştu. ABD işgali başlamadan önce de bu koşulun kabul edilmesini sağlamıştı. Bu da ABD’nin Türkiye ile sağlamaya çalıştığı dengeyi, Kürtler lehine bozmuş, Washington diplomasisinin Ankara ayağı sıkıntıya girmişti. Bu süreçte ikinci bir sıkıntıya daha neden oldu Kürtler. Birinci tezkere kazasından sonra kendini affettirmek isteyen AKP hükümeti, ikinci tezkere ile Irak’a asker göndermek istemiş ancak bu da merkezi hükümette etkin konuma gelmiş olan Kürtlerin engellemesiyle karşılaşmıştı. Doğal olarak bu da ABD’nin Irak iş yükünün hafiflemesinin önüne geçmişti. Bu örnekleri, Sünnilerin Irak’taki siyasal sisteme eklemleme çabalarından, egemenliği tartışmalı bölgeler konusuna, seçim yasalarının çıkmasından, üçüncü ülkelerle ilişkilere kadar birçok örnekle çoğaltmak olası. Bu başlıkların tamamında ABD Iraklı Kürtlerle ciddi anlaşmazlığa düşmüştür. Öyle ki, Washington’daki karar alıcılar, işin artık Barzani ile yürümeyeceği, yerine yeğeni Neçirvan’ın getirilmesini bile düşünmeye başlamışlardır.? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr AKP’nin Kürt Açmazı / Bahadır Selim Dilek/ Cumhuriyet Yayınları/ 435 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1041
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear