Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Miyase İlknur’dan bir İran kitabı... İran ve Şah mat! İmam Mehdi’den Humeyni’ye İran... Araştırmacı gazeteci Miyase İlknur imzalı... Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı... Fıkhi, kelami, itikadi ve psikososyal refleksleriyle İran’a gerçekçi bir bakış niteliğinde… Miyase İlknur ile yeni kitabı İmam Mehdi’den Humeyni’ye İran’ı konuştuk. rışma noktaları. Nedir farkları... Ehli Sünnet’te yöneticiye itaat farzdır, adaletsiz de olsa farzdır. Hatta İslamın belli ilkelerini çiğnese de farzdır. Emevi dönemi bunun en bariz örneğidir. Ama Şia’da Allah’ın egemenliğine karşı kulun egemenliği gayri meşrudur. Gelecek kişiyi de Allah tayin ediyor… Evet, o da imamet anlayışından kaynaklanıyor. Çünkü imamlar günahtan ve hatadan münezzehtir. Şia’ya göre, Peygamber bilinen anlamda siyasal bir lider değildi; dolayısıyla onun vekili de hem siyasi erk olarak toplumda düzeni sağlayacak hem de Peygamberden teslim aldığı dini koruyup geliştirecek ve dünyaya hâkim kılacak ilahi ilme sahip ve ilahi tayinle gelen imam olabilirdi. Bu anlamda Şia’ya göre toplam on iki İmam var. İlk İmam Hz. Ali’dir, son imam ise Muhammed Mehdi’dir. Mehdi, hani bir gün yeniden geleceğine inanılan… Bu, Şia düşüncesinin dogmatik temel taşıdır. Şii âlimleri, yine imamlardan nakledilen hadislere dayanarak Mehdi’nin ne zaman geleceğini ancak Allah’ın bilebileceğini, bir zaman belirten kimselerin yalancı olduğunu açıklamışlardır. Siyasi erki ele geçiren ulema da başı sıkıştıkça İmam Mehdi’yi getiriyor sözüm ona… Tabi, “İmamın vekilleri”, İmam Mehdi nasılsa bir gün çıkacak, dünya başıboş mu kalacak diye bir kaygı körüklemişler daha doğrusu uydurmuşlar diyelim. Her fırsatta da kullanmışlar. Bu arada bu vekil muhakkak o aileden biri olmak zorunda yani ilk İmam Hz. Ali’nin soyundan gelecek ama Fatma’dan doğan olacak. Yani Ali’nin Fatma’dan olmayan diğer çocukları da İmam olamıyor. Şia İmam Mehdi zuhur edinceye kadar dünyayı vekâletle yönetiyor. Bu vekâlet de Ayetullahlardadır. İran’ın ruhani lideri Ayetullah Hamaney, Ahmedinejad’ı açıktan destekleyip cumhurbaşkanlığına seçtirdikten sonra ülke içinde “seçimlere hile karıştırıldı” iddiasıyla başlayan sokak gösterilerinden bunalınca da önce klasik “dış düşman” argümanına sarıldı, ardından da “Mehdi’nin zuhuru yakın” yalanına başvurdu. Görüldüğü gibi din siyasallaşınca, dini kuralların yerini siyasetin kuralları alıyor. O yüzden günün siyasi erkini gayri meşru ilan ediyorlar. Bunda da yine stratejik davranıyorlar, eğer yönetim çok güçlüyse yönetimi tanımak yerine görmezlikten geliyorlar, köşelerine çekiliyorlar. Safevi dönemi bunun örneği, mollalar daha ikinci planda, daha dinle sınırlılar. Yönetim zayıflayınca ise siyasetin içine sızıyorlar. Öte yandan halka önderlik de yapıyorlar hani görece olumlu anlamda... Tabii, kitlelerin yanında yer almış, bunun için bedeller de ödemişler, bunu göz ardı edemeyiz. Bir kere her dönemde tartışmasız bir antiemperyalist duruşu var mollaların ki bu da takdire şayandır. Sivil toplum örgütü gibi çalışıyorlar hayli süredir... Aynen öyle. Özellikle sadık finansörleri olan müritlerinin hele ki esnafın sorunlarına hep duyarlı olmuş, uğruna sokağa dökülmüşlerdir. Tütün boykotunda mesela, esnaf ve halkın yanında sokaklardadır mollalar. Tütün boykotu olayı İran’ın yakın tarihinde yeni bir dönemin habercisi gibi… Kitabında da geniş yer veriyorsun… Çok önemlidir. 1890’da İran’da tahtta bulunan Nasrettin Şah, İngiltere ziyareti sırasında İngiliz yönetiminin isteği üzerine tütün üretimi, işlenmesi, satışı ve ihracat hakkını 50 yıllığına G. F. Talboot firmasına devredince kopuyor kıyamet. İşte, izinsiz tütün üretimi ve satışı yasaklanır, tüccar ayaklanır, birçok ilde protesto gösterileri yapılır, esnaf tütün depolarını ateşe verir. Boykota ülke çapında uyulunca, Şah, İngiliz firmasına 5 bin sterlin tazminat ödeme pahasına tütün tekelini veren anlaşmayı feshetmek zorunda kalır. Tütün boykotu, ulemanın siyasi erk üzerinde en etkili baskı unsuru olduğunu fark ettiği ilk eylemdir diye yazıyorsun... Daha önce bilmiyor muydu? Daha önce halkı peşine takacağından şüpheliydi, sahaya çıkmamıştı, gücünü ölçmemişti. Tütün boykotu bu olanağı sağladı. Dolayısıyla ulemaesnaf ortak eylemleri sürdü. Anayasa devrimine giden süreci başlatan üç büyük eyleme giriştiler. İlki İran Gümrük Müdürü Mösyö Noz’un görevden alınması için yapılandı. İkincisi, bir Rus bankasının yıkılması olayıydı. Üçüncüsü de, önceki eylemlere karışan tüccarların fahiş fiyatla mal sattıkları gerekçesiyle sopalanmasına karşı gelişti. Ama yirminci yüzyılın başlarında yaptıkları üç eylem daha var ki ilki “Küçük hicret”, ikincisi “Büyük hicret” diye anılır. Şah’a öldürücü darbe niteliğindeki son eylem ise İngiltere Büyükelçiliği’nin kuşatılmasıydı. İran solcuları nerede bu arada? Solcuların hatası halktan kopuk olması, mollalar ise halkın içinde. O yüzden sayıca baktığında solculara göre bir dönem az olmakla beraber etkinler. 1905’te ise Meşrutiyetin ilanı ve anayasanın hazırlanma gayretleri çerçevesinde, ulema, aydın sınıfıyla da güç birliği yapıyor ki bir ilktir. “BÖLGE İNSANI DUYGUSAL, BİR DE YOKSULSA KULLANILMAYA ÇOK UYGUN” Rıza Şah Dönemine gelirsek… Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1919’da, İngiltere’nin bütünüyle sömürgesi haline geliyor İran… Kazak Birliği’nin başkanı Rıza Han, İngiltere’nin örtülü darbesiyle işgal ediyor Tahran’ı. Her kesimin canına okuyor. Tam bir diktatör, asıyor, kesiyor, hatta buğday stoklayan bir fırıncıyı canlı canlı fırına attırıp yaktırmıştır. Rıza Şah, Hitler ve Mussolini hayranı. İkili oynuyor, Almanya ile flört ediyor. O zaman da İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ile Sovyetler ipini çekiyor ve İran’a 25 Ağustos 1941’de çıkarma yapıyor. İran’ı işgalin tek nedeni Almanya flörtü değil tabii. Asıl neden İngiltere’nin İran petrolünün denetimini elde tutmak istemesi ve Sovyetler’in de malzeme sevkıyatını garantiye alabilmek için İran’dan bir karayolu hattı açmak istemesi. Bunun için Şah’ın kukla oğlu Muhammed Rıza’yı tahta geçirdiler sonra da İran’ı üçe böldüler. Kuzeyi Rusya, güneyi İngiltere aldı, orta İran ise merkezi hükümete bırakıldı. Ve çarşı yine karıştı… Tepki¥ ler… Muhalifler… CUMHURİYET KİTAP SAYI 1036 Ë Gamze AKDEMİR ran deyince akla ilk gelenin ulema olması kaçınılmaz... Kapıları dışa görece kapalı toplumun kilidi ulemanın elinde bu da malum... İçte ise durum farklı, gereğinde İran solu ile hatta İran komünistleri ile bile ittifak yapmış ulema. Hep stratejik hareket etmiş, ediyor... Çok hem de. Aslında çift başlı gidiyor iş, hem o hem öbürü. Sanırım bu da pazarlıklar sonucu oluşmuş bir şey. Laik, milliyetçi ve solculuktan gelen bir damar var. O damara karşı bir de İslamcı, İslamcının da ötesinde bir Şii damar var. Bunlar devrimi yaparken ittifak yaptı. Bir taraftan sanki halkın egemenliği varmış gibi gösterilen bir yasama organı açık tutuluyor ama yasama organı üzerinde de son sözü Allah’ın egemenliğini temsil eden mollalar söylüyor. Doğrudan bir kandırmaca var. Tipik Fars kurnazlığı... “SOLCULARIN HATASI HALKTAN KOPUK OLMASI” Mollayı hiçbir dönemde göz ardı edemiyor İran... Baba ve oğul Şah Pehleviler döneminde kısmen denenmiş, sonuç ortada. O iki damarın uzlaşması zorunluydu, çünkü Şah’ı devirmeye, o monarşinin hakkından gelmeye tek başına hiçbirinin gücü yetmiyor. İran’ı diğer İslam devletlerinden ayıran ulemanın gücü değil mi? Şöyle, diğer Sünni toplumlar da şeriatla yönetiliyor ama mollalar ön planda değil. İran’ı bölgedeki diğer İslam toplumundan ayrı kılan farklılıklar, ülkenin ve İran halkının özelliklerinden değil, Şii İslamın kendine özgü fıkhi, kelami, itikadi ve psikososyal anlayışından kaynaklanıyor. Diğerlerinde İslami kuralların icrası ve denetimi devletin başındaki yönetici eliyle yapılırken İran’da bu görev ulemanın. Bu da Ehli Sünnet ile Şia’nın farkından kaynaklanıyor. Kitabımda da İran’ın bugün yaşadığı çalkantının nedeni olarak görülen yönetim anlayışının, bu yönetim anlayışının dayandığı siyasi düşüncenin ve bu siyasi düşüncenin merkezinde yer alan ulemanın mutlak otoritesinin tarihsel arka planını ele alıyorum. Asıl gözden geçirdiğim konu bu nedenle İran’ın tarihinden ziyade Ehli Sünnet ve Şia’nın aySAYFA 16 İ Şah Muhammed Rıza Pehlevi.