Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Nalân Mahsereci’den ‘Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği’ Bilim ve sözde bilim Ë Betül ÇOTUKSÖKEN* aha önceki yıllarda Bilim ve Ütopya dergisinin sonra da Bilim ve Gelecek dergisinin çeşitli sayılarında gündemine taşıdığı, bu bağlamda düşünenleri aydınlattığı yazıların büyük bir birikim oluşturduğu anlaşılıyor. Yazıların göz önüne serdiği durumdan anladığımız ise temelde şu: Bilime, bilimsel bilgiye karşı çıkanların bile “sözde bilim” kavrayışı içinde yine “kendilerince bilimsel” (!) olmaya çalışmalarıdır. Ancak en tehlikeli olan da budur; çünkü “bilimmiş”, “bilimselmiş” gibi görünüp, özellikle genç beyinleri hükmü altına almak, gelecek açısından son derece tehlikeli görünüyor. D Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği başlıklı kitap, günümüz dünyasında, bilimbilim olmayan ekseninde gittikçe keskinleşen tartışmaları ayrıntılı ve izleksel (: tematik) bir biçimde bir araya getiriyor. ğidir. Herhangi bir dilsel anlatımı ya da ifadeyi bilimsel bilgi olarak nitelememizi sağlayan, duyuluralgılanırsınanabilirdoğrulanabilir/yanlışlanabilir olanı içermesidir. Bilimsel bilginin hiçbir şekilde “büyük anlatılar”la duyulur olmayanlaalgılanır olmayanlasınanabilir olmayanladoğrulanamayanla/yanlışlanamayanla ilgisi yoktur. Nalân Mahsereci’nin “Sunuş” yazısında da dile getirdiği gibi: <<Bilim yapmak, maddenin, evrenin, doğanın, toplumun ve bireyin hareketinin yasalarını bulmak demek; bu nedenle evrimi savunmak, bizzat bilimi, bilimsel düşünceyi savunmak anlamına geliyor.>> (1) BİLİM OLANOLMAYAN Varolandaki değişimi ve devinimi; canlı ya da cansız her türlü varolanın davranışını kavramaya çalışmak, tümüyle bilimin görevidir. Bu kavrayışta esas olan değişimi ve etkileşimi ortaya koymaktır. Bilim dışı, bilim karşıtı görüşlerin bir bölümü ise varolanı hiçbir şekilde değişmediği, hep aynı kaldığı sanılan “özü”yle anlamaya çalışır ve her türlü varolana “yetkinlik” kavrayışıyla yaklaşır; oysa “yetkinlik diye bir adı daha sonra konulmuş olan “ontolojik Tanrı kanıtlaması”nın temeli tam da burada kendini göstermektedir. Burada akıldışı ya da usdışı olan boş bir retorikle her şey ussallaştırılmaktadır. Felsefe tarihindeki düşünme doğrultularıyla karşılaştırıldığında, bu yaklaşımın neredeyse kimi Ortaçağ düşünürlerinin yaptığı belirlemelerin bile gerisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Bir yanıyla Ortaçağın genel düşünme dünyasına yakın olan; ama bir yanıyla modern özne tasarımının kurucusu olan Descartes’ın görüşlerinin bile gerisinde kalındığı anlaşılmaktadır. Çünkü Descartes tüm yetkinliği Tanrı’ya yüklerken, insanın kuşkuya düşen bir varlık olarak yetkin olmadığını düşünebilmekteydi. 21. yüzyılın devasa (!) Yaratılış Atlası ise duyuluralgılanır dünyaya sırtını çevirerek, tam bir “romantizm” içinde varolanı kavramayı amaçlıyor. <<Canlıların milyonlarca yıldır değişmediği; yaşam biçimleri ve türler arasında geçiş canlıları ve fosillerinin bulunmadığı; biyolojik yapılar, canlılar ve biyolojik süreçlerdeki karmaşıklığın, değişimin milyonlarca yılda basamak basamak geliştiğini öngören evrim süreçlerine indirgenemeyecek kusursuzlukta olduğu ya da yaratılışçıların tercih ettiği söylemle, indirgenemez komplekslilik savı…>>(2) Sözde bilimin yandaşları, sözde kavramlarıyla bilim dışı hatta bilim karşıtı olanı bilim gibi yansıtmaya çalışmaktadırlar. Bilimsel olanı dinsel olanla aşamayacaklarını anlayınca, son dönemde böyle bir yola başvurdukları anlaşılmaktadır. <<Yaratılışçıların 20. yüzyılda karşılaştıkları iki büyük güçlükten biri laiklik, diğeri ise temel bilimlerde yaşanan büyük gelişmelerdi. Laik eğitim ve hukuk sistemini klasik dinsel kavram ve olgularla aşamayacaklarını anladıktan sonra taktik değiştirerek ‘yaratılış bilimi’ adını verdikleri sahte bir bilim yaratma çabasına girdiler. Aynı zamanda bu sahte bilimle birlikte kullanacakları uyduruk kavramları da yarattılar.>>(3) Haluk Ertan’ın konuya ilişkin şu saptamaları da son derece önemli: <<Sözün özüne gelinirse, yaratılışçılar artık insanları teolojik ve metafizik dogmalarla ikna etme olanakları kalmadığından çıkış yollarını bilime bağladılar. Bu nedenle ‘yaratılış bilimi’ diye, dinsel olguları örtülü bir biçimde içeren, sahte bir bilim yaratma çabasına girdiler.>>(4) BİLİM Mİ SAFSATA MI? Her şeyin kutsallaştırıldığı, belli, sabit, değişmez bir özle yaratıldığı kavrayışı hiçbir zaman bilimle, bilgiyle bir tutulamaz; bu türden belirlemelere kimi insanlar ancak inanabilirler. Bilgiyle, inanç; bilmeyle inanma arasındaki fark da tam bu noktada ortaya çıkar. Günümüzde her iki kavramın sınırlarını çizmek öylesine zor ki! Çünkü günümüzün teknolojisi her türlü savı destekleyebilecek “üstünlükte”; postmodern olanın taşıyıcı temeli bu olsa gerek (!); ilgili, ilgisiz her şey yan yana getirilebiliyor; yaratılışçılar sözde bilimsel savları için fosil bile üretebiliyorlar: <<Son teknolojiler, gerçeği ile sahtesini ayırt edemeyecek kadar başarılı fosil yapımına olanak sağlamaktadır. Hatta yepyeni bir canlının fosilini dahi yapmanız ve belli bir süre sonra bunu ender bulunan bir fosil olarak bilim dünyasına sunmanız günümüz teknolojisiyle mümkün olabilmektedir.>>(5) Bilimsel bilgi de içinde olmak üzere her türlü bilgi, insanlığın ortak üretimidir. Kültürün önemli bir boyutu bilginin toplumsal, tarihsel, ekonomik, siyasal yanı, ayrı ayrı incelenmesi gereken yanlardır. Özellikle bilgiekonomi ilişkisi, küreselleşmenin geldiği bu noktada özenle üzerinde durulması gerekendir. Yaratılışçılar öyle anlaşılıyor ki bunu da çok iyi kullanıyorlar. Elimizdeki yapıtta bu noktaya ilişkin ilginç saptamalar var. İnsanlık tarihi, hata ile hakikatin, yanlış ile doğrunun bir toplamı gibi görünüyor. Bilimin ve sözde bilimin üreticileri, doğrunun peşinde olanlarla, aldatmayı amaç edinenler her zaman olduğu gibi günümüzde de bir arada. Bilim adına ve sözde bilim adına yapılanların gelecek kuşakların yetişiminde büyük payı olan ders kitaplarına yansıması ayrı bir konu; bu bağlamda karar vericilerin tutumu, geleceğe ilişkin bir uzgörüş (: vizyon) oluşturmaya çabalayanların içtenlik düzeyi son derece önemli görünüyor. Duyuluralgılanırsınanabilirdoğrulanabilir/yanlışlanabilir olanın önüne safsatanınsözde biliminboş retoriğin geçmesi: Asıl tehlikeli olan da bu hepimiz için. ? Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği/ Yayına Hazırlayan: Nalân Mahsereci/ Bilim ve Gelecek Kitaplığı/ 431 s. *Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Maltepe Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü (1) Nalân Mahsereci, “Sunuş”, Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, Yayına Hazırlayan: Nalân Mahsereci, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul, 2008, s. 11. (2) Agy., s. 13. (3) Prof. Dr. Haluk Ertan, Agy., ss. 116117. (4) Prof. Dr. Haluk Ertan. Agy., s. 294. (5) Prof. Dr. Mehmet Sakınç, “Evrimin Kanıtları: Fosiller”, Agy., s. 68. CUMHURİYET KİTAP SAYI 988 TASARIM (!) “Bilimin Safsataya Yanıtı” (ss. 27282), “Yaratılışçı İddialara ‘Bilimsel’ Kılıf Çabası: Akıllı Tasarım” (ss. 283336), “Yaratılışçılığın Küresel Merkezi: ABD” (ss. 337374), “Sonsöz Bilim İnsanlarında: Evrim Kuramı Yok Sayılarak Bilim Yapılamaz” (ss. 375431) başlıklı dört büyük bölümden oluşan yapıtta sözde “yeni” kavramların, kavramsal ayrımların oluştuğuna da dikkati çekebiliriz. Bunların içinde en meydan okuyucu ya da çekici kavram “akıllı tasarım”, “bilinçli tasarım”, “akıllı tasarımcı” kavramlarıdır. Bu kavramları yaratanların, en masum yorumla, insansal özellikleri ya da varolduğu düşünülen insansal öznitelikleri doğaya, Tanrı’ya yüklemeyi amaç edindiklerini söyleyebiliriz. Yönelmişliği, her edimin ardında yer aldığı düşünülen insani amaçsallığı, insan olmayana da yüklemeyi, genel düşünme, açıklama, anlama ekseni olarak kurgulayan bu yaklaşım, bir süre sonra ne denli çözümsüz bir noktaya geldiğini fark edememektedir. Öte yandan, böyle bir yaklaşımın içine düştüğü en büyük yanılgı, “değişme” ve “karşılıklı etki” ya da “etkileşim” kategorisini reddetmesidir. Her türlü oluşumu yetkin olduğu düşünülen “akıllı tasarımcı”nın yetkin yaratısı olarak gören ve her şeyi bu çerçeveye yerleştiren bu sözde bilimsel yaklaşım ya da içi boş retorik, günümüz dünyasının iletişim ilişkileri bağlamında kendini gösteren “her şeyin ifade edilebilir”, “başkalarına aktarılabilir” olduğu sınır tanımazlığın bu türünü elbette para gücüyle gerçekten çok iyi (!) kullanmaktadır. Ders kitaplarına “din düşünmeyi öğretir”, “din özgürleştirir” sözlerini yerleştiren milli eğitim sistemimizde de aynı mantığın geçerli olduğunu ileri sürebiliriz. Gerçekten günümüz dünyası sözde bilimcilerce, inanç içeriklerine bilimsel kılıf bulma çabası içinde olanlarca büyük ölçüde kuşatılmış durumda; üstelik bunun adı “özgürlük” oluyor kimileri için! Bilim ya da bilimsel bilgi “olgu”nun (duyuluralgılanır nesne ve nesne ilişkileri) ve “mantıksal çerçeve”nin (kavram) dil ortamındaki (terim) birlikteliSAYFA 6 şey bir bakıma var mıdır?” sorusu böyle bir yaklaşımda hiç mi hiç sorulmaz. Çünkü bu yaklaşımda akıllı ya da bilinçli tasarımcı tam yetkin olandır ve o her şeyi yetkin bir biçimde, düşünmüştür, tasarlamıştır; tasarlamakla kalmamış ayrıca var etmiştir. Eğer her şeye gücü yeten tam varlık (aynı zamanda en yüce iyi: Summum bonum), böyle bir edimsellik içinde olmasaydı; düşündüğünü, tasarladığını yaratmasaydı, var kılmasaydı, varetmeseydi, mantıkça yetkinliği ortadan kalkardı. Ortaçağın