Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? Barışın Felsefesi zik profesörü olmuştur. 1797’de emekliliğini istemiştir. Hiç evlenmemiştir. Königsberg kent sınırları dışına çıkmamıştır. Kısa bir hastalıktan sonra 1804’te ölmüştür.” Nermi Uygur, Türkçe’nin yetkin bir biçimde nasıl kullanılabileceğini gördüğümüz ve yazın denemeleri için her zaman örnek olarak gösterilebilecek olan “Kant” denemesinde; genellikle bizlere yukarıdaki biçimiyle tanıtılan filozofların da yaşayan insanlar olduğu gerçeğinden hareketle, felsefe dünyasını derinden etkilemiş olan, “Kritik”lerin, “Prolegomena”nın, “Ahlak Metafiziği”nin yazarı Kant’ı, onun yaşamının içinden tanıtmaya girişir: “Kant’ın geceyi gündüzü düşünüp yazmayla geçirdiği sanılabilir. Oysa günde sekiz saatten fazla çalışmazdı. Bırakın ki bu sekiz saatın da büyük bir bölümü verdiği derslere giderdi. … Erkenden kalkardı. Saat tam 5’te, eski bir asker olan uşağı Lampe “artık tamam!” diye seslenirdi kapısında. Hemen derslerini hazırlamaya koyulurdu. … Seçtiği konuların içeriğinden, açık anlatışından, ilgi çekici örneklerinden, zaman zaman konudan ayrılır gibi görünen sapmalarından ötürü, hayranlıkla izlenirdi dersleri. Ortalama yüz dinleyicisi vardı. Çağına göre hiç de küçümsenecek bir topluluk değildi bu. … Geceleyin yatmadan önce iki saate yakın okur; “saat on, yatağa kon” kuralını da kolay kolay bozmazdı. … Bir kez bile yemek saatini unutmamıştır. “Acıkıyorum, elimde değil” derdi. Boğazına düşkündü doğrusu. Şarap eksilmezdi sofrasından. … Morina balığına düşkündü. … Meyvasız, peynirsiz kalkmazdı. … Yalnız gezmeyi severdi, yapayalnız. Öylesine şaşılacak bir düzenle olup biterdi ki bu gezintiler Kant’ın hangi saatte nerede olduğu kesinlikle bilindiğinden, çok kimse Kant’a göre ayarlardı saatini. Bir tek gün aksamış Kant’ın gezintisi. Königsberg’de yıllarca sözü edilmişti bu olağanüstü olayın. Sonradan öğrenmişler ki, Kant kendisi anlatmış, Rousseau’nun Emile’ini okuyormuş, bitirmeden bırakamamış elinden. … Kadınların paylaşamadığı bir insandı Kant. … Evlenmemişti. Evlilik düşmanı değildi ama. Hep aynı kadınla bir evde yaşamaktan hoşlanmıyordu; evlenip evlenip ayrılmaksa yakışıksız bir şeydi onca; ağız dalaşması başta, her çeşit gürültü patırtıdan tiksinirdi…” Sanatçılar, bilim adamları, filozoflar söz konusu olduğunda, onların “özel”yaşamlarını öğrenmek, insanlarda neredeyse bir tutkuya dönüşür. Çünkü böyle insanların kendi alanlarında yaptıkları işler sürekli olarak özel yaşamlarından önce okutulup öğretilir. Bu önce olanın, yani o kişiyi bize tanıtanın, hep arkada kalmış özel yaşamla ilgisi merak konusu olur. Çoğu zaman da bu kişilerin kendi alanlarında yaptıklarıyla özel yaşamları arasında bir bağlantı aranır ve çoğu zaman da olmadık bağlantılar kurulur. 2004 yılı Kant’ın 200. ölüm yıldönümüydü. Dünyada Kant’ı, yukarıda anlatıldığı biçimiyle günlük yaşamından çekip alarak, felsefeye getirdikleri ve etkileri ile tartışan bir çok toplantı düzenlendi. Ülkemizde de bu bağlamda Kant’la ilgili dört toplantı yapıldı. Bunlardan birisi Türkiye Felsefe Kurumu ile Ankara Alman Kültür Merkezinin işbirliğiyle gerçekleştirilen ve “Barışın Felsefesi” başlığını taşıyan seminerdi. Bu seminerde yapılan sekiz konuşmayı kapsayan ve Kant’ın etik ve politik görüşleriyle bağlantıların kurulabileceği yazıları içeren kitap, Türkiye Felsefe Kurumu tarafından aynı başlıkla yayımlandı. Kitapta sırasıyla İoanna Kuçuradi’nin “Altın kural”a Karşı “Kesin Buyruk”, Abdullah Kaygı’nın “Kesin Buyruğu Doğru Anlamak”, Betül Çotuksöken’in “Kant’ta Barış Kavramı”, Harun Tepe’nin “Kant Etiği ve Barış Düşüncesi: Etik Savaşları Önleyebilir mi?”, Nebil Reyhani’nin “Ebedî Barışın Olabilirliğine Kant’ın İnancı”, Wilfried Hinsch’in “Kant, İnsancıl Müdahale ve Ahlâksal İstisnacılık”, Kaan H.Ökten’in “Kant’ta Barışın Yazgısallığı” ve Hülya Yetişken’in “Kant’ın Metod Öğretisinden Özgün bir Etik Eğitimine” başlıklarını taşıyan yazıları yer alıyor. Kitaptaki yazılardan ikisi Kant etiğinin ana kavramlarından olan “kesin buyruk” kavramını açıklığa kavuşturmayı ve kesin buyruğun sık sık karıştırılan “altın kural”dan farkını ve kesin buyruğun, yaygın kanıların aksine katı bir özelliği olmadığını göstermeyi amaçlamaktadır. Üç yazı ise güncel sorunlarla ilgisinde Kant’ın “Ebedî Barış Üzerine” başlıklı yazısını temel alarak tartışmakta. Bir yazı da “Ebedî Barış”ın tarihsel bağlamını ve düşünsel çerçevesini çizmekte. Diğer bir yazı ise Kant’ın etik görüşünün eğitimde nasıl kullanılabileceği üzerinde durmaktadır. BARIŞ VE KANT Biliyoruz ki, barış kavramının anlam alanı insanlar arası ilişkiler alanıdır. Dolayısıyla barış kavramı insanların birbirleriyle ilişkilerinde birbirlerine nasıl davranmaları gerektiği konusuyla çok yakından ilgili olduğundan etiği doğrudan ilgilendirmektedir. Bu bağlamda Kant’ın getirmiş olduğu en önemli bilgi “… kendimizi ve başkalarını sırf araç olarak değil, aynı zamanda kendi başlarına amaç olarak görerek eylemde bulunmayı istemek” biçiminde dile getirilebilecek bilgidir. Kuçuradi’nin deyişiyle Kant, “bir başkasına yapılan bir eylemin onda “bitmesi”, bana bir şeyin “dönmesi” için yapılmaması”(s.5) gerektiğini söylemektedir. Yani bu, bizdeki deyişle, kazın geleceği yerden tavuğu “esirgemek”, ama aynı zamanda da kaz gönderdiğimizde tavuk beklememek anlamına gelir ve Kant’ın kesin buyruğunun (“ancak aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun”) öz düşüncesini oluşturur. İşte “barış” durumunun, başkalarıyla ilişkisinde ancak böyle eyleyen insanlar tarafından oluşturulabileceği söylenebilir. Kişinin bu biçimdeki tutumuna paralel olarak sonuçta, barışı (“sürekli barışı”) uluslararası düzeyde kurabilmek için devletlerin bir federasyon düzeni içinde bir araya gelmeleri gerektiğini savunan Kant; bu “federasyon”un uluslaşmaması ve bir “süpergücü” temsil etmemesi, “cumhuriyetçi” bir toplumsal düzeni öngeren akılcı bir güç oluşturması gerektiğini düşünür. Söz konusu akılcı güç, “…Aydınlanmış” insanların ve/veya ulusların (yasal düzeni benimseyen yurttaşların ve cumhuriyetçi düzeni kuran ulusların) eşitlik yasasına dayalı özgürlük ve bağımlılık ilkelerini içeren” bir anayasayı yaratabilir. İnsanın kendisine dönük bir bilinçlenme durumu olarak “Aydınlanma”nın, bu bağlamda, Kant’ın “sürekli barış” durumunun önkoşulu olduğu söylenebilir. “Barışın Felsefesi”ndeki yazılar, Kant’ın görüşlerinden kalkarak“Barış” kavramı üzerinde bir kez daha düşünmeyi teşvik edici nitelikte görünüyor.? Barışın Felsefesi/ İoanna Kuçuradi(Ed.)/ Türkiye Felsefe Kurumu Yay./ 154 s. KİTAP SAYI İoanna Kuçuradi ? İsmail H. DEMİRDÖVEN “I mmanuel Kant 1724’te Königsberg’de (bugün Polonya sınırları içinde bulunan) doğmuştur. Çok çocuklu bir işçi ailesindendir. Matematik, doğa bilimleri, felsefe okumuştur. Bir süre özel dersler vermiş, kitaplık memurluğu yapmıştır. Doçentliğinde felsefe ve coğrafya okutmuştur. 46 yaşında mantık ve metafi ? SAYFA 20 CUMHURİYET 917