05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

? lüne itilen Karl’ın daha sonraki Dava (Der Prozess, 1925) romanının başkahramanı Josef K. ile büyük benzerliği bununla sınırlı kalmaz, romanın devamında da buna benzer sahneler görülür. Okyanusu geçerek New York’a ayak bastığındaysa, Karl, gözü gibi baktığı bavulunu bile kaybetmiş, bir anlamda tüm bağlarından kopartılmış bir vatansız durumundadır. Onu memleketine ve ailesine bağlayan tek şey olan anne babasının fotoğrafının da kaybettiği bu bavulun içinde bulunması, onun trajik yalnızlığının bir başka anlatımıdır; bavuluna daha sonra yine kavuşup onu tekrar kaybetmesi ise bu kaybetme (ve kaybolma) duygusunu iki kez yaşatır ona. Bu soğuk dünyada kendine bir yer bulamayacağı, vatanında olduğu gibi, burada da tutunamayıp dışlanacağı, daha romanın başındaki New York Limanı’na giriş sahnesinde Özgürlük Anıtı’nı gördüğünde belli olur. Burada heykelin elinde tuttuğu şey bir meşale değil, Karl’ın başına geleceklere işaret eden kılıçtır... Romandaki betimlemelerde modern toplumun metaforu olarak ortaya konulan Amerika’da şehirler, binalar, yollar, iletişim sistemleri, oteller, tiyatrolar, kısacası her şey Avrupa’dakilerle karşılaştırılamayacak denli büyük boyutlardadır. Devasa bir makine gibi hızla işleyen bu yeni dünyada acımasız bir kapitalizm de egemendir ve insanlar arası ilişkiler de buna göre örgütlenmiştir. ‘ROBİNSON OLAYI’ Karl’ın, amcasının isteğine karşı gelerek Pollunderler’i ziyaret etmesinin ve onların evinde kendisini baştan çıkartmaya çalışan bir diğer kız olan Klara Pollunder’ın bu kovulma için ne ölçüde bir gerekçe oluşturulduğu (metinde bu yönde belli işaretler bulunsa da) belirsiz kalır. Kafka’nın kahramanlarının çoğu gibi Karl da suçunun ne olduğunu tam bilmeksizin, fakat bilmediği bir yasayı çiğnediğinden hiç kuşku duymayarak, verilen bu cezayı kabullenir ve edilgen bir tutumla, dışarıdan dayatılan bu kaderine boyun eğerek yine yola koyulur. Karl, rastlantı sonucu gittiği Occidental Otel’de asansörcü olur. Bu devasa otelin, arka planda kalan, görünmez, bilinmez güçler tarafından yönlendirilen, karmaşık ve anlaşılmaz, Karl’a kendi güçsüzlüğünü sürekli hissettiren yapısı da Şato (Das Schloss, 1926) romanındaki yönetsel yapının bir prototipi olarak görülebilir. Otelde geçen "Robinson Olayı" başlıklı bölümde Karl’ın (elinde olmayan bir nedenden dolayı görev yerinden kısa bir süreliğine ayrılmış ve bu nedenle CUMHURİYET KİTAP SAYI cezalandırılması kararlaştırılmıştır) yine sanık sandalyesine oturması ve duruşma daha başlamadan hakkında verilecek hükmün kesinleşmesi de, benzerleri Kafka’nın sonraki yapıtlarında da görülen, tipik bir motiftir. Otelden ayrılırken aşması gereken bir de başkapıcı engeli vardır. Kafka’ya özgü tipik bir baba figürü olan bu "iriyarı" adamı "zengin süslemelerle bezenmiş gösterişli üniforması –omuzlarının üstünde ve kollarından aşağı altın rengi zincirler ve şeritler kıvrım kıvrım sıralanmıştı– [...] olduğundan daha da geniş omuzlu yapıyordu. Tıpkı Macarların bıraktığı gibi, uçları sivri, parlak siyah bir bıyık, en hızlı baş hareketlerinde bile kıpırdamıyordu." (s. 140) Dava romanının bir bölümünü oluşturan ünlü Yasanın Önünde (Vor dem Gesetz) öyküsündeki kapıcıyla büyük benzerlikler gösteren, Karl için aşılması neredeyse olanaksız bir engel olan ve bir baba figürü olarak yorumlanabilecek bu adam, Kafka’nın figürlerinin başa çıkamadıkları büyük gücün bir sembolü durumunda. Otelden çıktıktan sonra, eski yol arkadaşları olan iki serseri, yani Delamarche ve Robinson aracılığıyla kendini bir şekilde şarkıcı Brunelda’nın evinde bulur. Brunelda da romandaki neredeyse tüm kadın figürler gibi –annesi, onu baştan çıkartan hizmetçi kız ve Klara Pollunder– Karl’a karşı baskıcı bir kişiliktir. Karl, zorla tutulduğu ve köleleştirildiği bu evde ona kendi güçsüzlüğünü sürekli hissettiren bağımlılık ilişkisine karşı koyamaz, uğradığı haksızlıklara, kendine patolojik derecede acı çektirircesine, katlanarak boyun eğer. Sonunda bu evden de tam anlaşılamayan bir şekilde kurtulur. Son parasını harcayarak, yakındaki bir şehirde eleman arayan gezici bir "açık hava tiyatrosu"nda iş başvurusunda bulunmaya gider. Oraya varıp trenden indiğinde karşılaştığı manzara ise bir mahşer günü sahnesini çağrıştırır: "melek kılığına girmiş, beyazlara bürünüp sırtlarına büyük kanatlar takmış yüzlerce kadın bu podyumda uzun, altın gibi parlayan borazanları üflüyordu." (s. 223) Tiyatroda işe başvuranlar için kurulan ziyafet sofrası ise Eski Ahit’te (Yeşeya, 25, 68) mahşer günü kurulacağı söylenen ve "ezilmişlerin gözyaşının ve utancının" silineceğinin vaat edildiği ziyafet sofrasını açıkça andırır niteliktedir ve bu anlamda Karl’ın, yaşadığı sosyal düşüşüne paralel olarak, yaklaşan sonuna da işaret eder. İş başvurusunda gerçek adını değil de "Negro" (zenci) takma adını kullanması ise –1900’lerin başı Amerika’sında zencilerin toplumsal konumu düşünüldüğünde– Karl’ın artık düşüşünün son noktasına geldiğini ve yazgısının hiçbir yerde, öbür dünyada bile (tiyatronun kalkmaya hazır bekleyen treni de bu son yolculuk imgesinin altını çizer), değişmeyeceğini gösterir. Herkes için bir şölen olan o ilahi kurtuluş gününde, herkesin bir sığınak bulduğu bu ‘cennet gibi’ yerde bile Karl bir "kayıp", bir "ezilmiş ve utanan" olarak kalmaya devam edecektir. Romanın bundan sonrası ise tamamlanamamıştır. ? Kaynakça: Franz Kafka, Amerika. Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, 2006. Franz Kafka, Dava. Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 1999. Franz Kafka, Dönüşüm. Çeviren: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 1986. Franz Kafka, Şato. Çeviren: Şükrü Çorlu, İthaki Yayınları, 2006 Arthur Holitscher, Amerika heute und morgen. Reiseerlebnisse von Arthur Holitscher. Berlin: S. Fischer Verlag, 1911. Eski Ahit, Yeşeya Kitabı, 25, 68. 890 SAYFA 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear