05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Naciye Makal'dan 'Bindim Tütün Küfesine' Naciye Makal'ın romanında söz konusu edilen olaylar 1940'lı yılların başlarında Muğla'nın Yerkesik köyünde başlayıp Antalya Aksu Köy Enstitüsü’nden yansıtılan birkaç yaşantının ardından Aksaray'ın Demirci köyünde son bulmaktadır. Bir yaşamın belli bir dilimini sergileyen bu kesit, bir köylü kızının yaşam yolculuğunun çocukluk, yeniyetmelik ve gençlik yıllarının gerçekçi izlerini sunmaktadır. Öğrencileri ve Naciye Makal... ? Ertuğrul EFEOĞLU indim Tütün Küfesine” Naciye Makal'ın romanıdır. Kitabın içindeki tanıtım bilgilerinde 'Öykü' denmesine karşın, bu yapıt bir romandır. Yapıtın küçük oylumlu olması, onun roman türüne girmeyeceği anlamına gelmez. Bu konuya, aşağıda, 'Sonuç' içinde yeniden değineceğim. Kitapta on öykü, daha doğrusu on bölüm var. İlk bölümün başlığı “Bindim Tütün Küfesine”, son bölümün başlığı ise “Bindim Külüstür Kamyona”. İlk ve son başlıklar bile kitabın bir roman bütünlüğünde olduğunu göstermektedir. Bu romanda söz konusu edilen olaylar 1940'lı yılların başlarında Muğla'nın Yerkesik köyünde başlayıp Antalya Aksu Köy Enstitüsü’nden yansıtılan birkaç yaşantının ardından Aksaray'ın Demirci köyünde son bulmaktadır. Bir yaşamın belli bir dilimini sergileyen bu kesit, bir köylü kızının yaşam yolculuğunun çocukluk, yeniyetmelik ve gençlik yıllarının gerçekçi izlerini sunmaktadır. GERÇEKÇİLİK Gerçekçilik, günümüzde ardından koşulan bir ülkü değil artık. Kan denizine dönüştürülen ve işgallerle boğazlanan dünyamızda somut gerçekliğin bir bütün olarak herkesçe görülmesi istenmiyor. Görüntüyü bulanıklaştırmak için çeşitli yapay yollar yaratılıyor; gizemcilik yeniden gözde oluyor, soyut görüntüler birbirlerine parçalı biçimde eklemleniyor, basında ya da gündelik yaşamda sık yinelenen sözcelerden sözbilim betileri yaratılıyor, bu yaratılar büyük birer 'zekâ' parıltısı olarak sunuluyor… Bütün bunların birer sabun köpüğü etkisi yaratmaktan öteye geçemediği apaçık ortadadır. Naciye Makal'ın yapıtını sabun köpüğü olmaktan kurtaran, gerçekçi bir yapıt olmasıdır. Bu gerçekçilik, her şeyden önce, somut yaşamın gerekli gereksiz her ayrıntısının verilmemesiyle sağlanıyor. Naciye Makal, ustalaşmamış yazarların ayrıntılarda yitme yanlışlığına düşmüyor; işlevsiz ayrıntıları vermekten uzak duruyor. Bu da okurda uyandırdığı gerçeklik duygusunu pekiştiriyor. Okurda gerçeklik duygusunu uyandıran öğe, daha çok dilsel öğelerdir. Bir kez, kullanılan sözcüklerin içinde, öz Türkçe sözcükler büyük bir oran oluşturuyor. Bu sözcüklerin önemlice bir bölümü Anadolu'da, köy ortamında gündelik yaşamın doğallığı içinde kullanılmaktadır. Türkçe olmayan sözcüklerin 1983'ten bu yana bilinçli olarak ortalığa salınmasıyla SAYFA 6 “B Söylenceden Somut Yaşama da köreltilmeye çalışılan gerçeklik algımızı dirilten bir işlev görmektedir bu arı Türkçe sözcükler. Bu bağlamda ikinci olarak anılması gerekense, tümce yapılarıdır. Kurulan tümcelerden Anadolu köylerinde sürdürülen olağan yaşamın yerli sesleri yankılanmaktadır. [Örn.: “Hasırı çırpmışlar, yerleri de sulayıp süpürmüşlerdi” (s.52), “Kibriti çaldı ve tutuşturdu” (s.58), “Altına bir minder koyup buyur ettiler” (s. 30).] Üçüncü öğe, terim olarak kümelendirilebilecek sözcüklerdir. Bu sözcükler tütüncülüğe ilişkin sözcüklerdir daha çok. Örn. keletir, tütün pusatı, tütün kırmak, tütün tavlama, tütün tutması, tütün akması, iğnelerin kırnaplanması, kırmandal, iğne doldurmak, dizgiyi bitirmek vb. Dördüncü öğe, tütüncülüğü gerçekten yaşamış olanların ya da yaşamış olanlara yakından tanıklık etmiş olanların bilebilecekleri kimi bilgilere ilişkindir. Örn.: “Tütün kokusu, aç karnına mide bulandırıyordu. (…) Ağızlarına acı sular doluyordu. (…) Toprağa diz çöküp bir süre kustular. Sarı sudan başka bir şey çıkmıyordu içlerinden” (s.13). Gene bir yakın tanıklık göstergesi olan gerçek yaşam betimlemeleri: “Sıtma Zehra'ya göz açtırmıyordu. Karnı şiş, yüzü sapsarıydı” (s.10). Söyleme sinen bu tanıklıkların dışında kitaba eklenmiş kimi fotoğraflar, yazarın "irfan ordusu" içinde geçirdiği yıllara görsel düzlemde tanık etmektedir. Bu görüntüleri yazılı söylemde bütünleyen Hamit Özmenek, Gürer Aykal ve öbür gerçek kişilerin adları da okuru “yanılsama” tuzağına düşmekten, masalsı büyülere kapılmaktan korumaktadır. MASALSI ÖĞELER Gerçek yaşamın bu tür somut görüntüleri, somut öğeleri, anlatı kişilerinin masallara özgü gerçekdışılıklarıyla, karşıt ama bütünleyici bir izdüşüm oluşturuyor. Çünkü yazar, bir tür “düş yaşam” anlatıyor; ama yineleyelim, yaratılan gerçeklik duygusu gene de hiç yitirilmiyor. Roman şu tümceyle başlıyor: “Zamanı, gündüz gölgeye, gece yıldızlara bakarak ölçtükleri yıllardı” (s.9). Bu giriş tümcesi ister istemez bir masal evreni çağrıştırmaktadır. Kaldı ki, romanın adı olan “Bindim Tütün Küfesine” de bir masal tekerlemesi çağrışımı uyandırmaktadır. Masal evreni yalnızca doğaüstü varlıkların insan yaşamına eşlik etmesiyle yaratılmaz. Kimi olgular vardır, tümüyle gerçek olmalarına karşın ancak masallara özgülenebilir bir inanılmazlık duygusu uyandırırlar. İşte, Bindim Tütün Küfesine, inanılması güç bu tür oluntularla da masallaşan bir anlatı. İnanılması güç oluntuların başında, halkbilim kapsamında değerlendirilebilecek kimi törenler, görgüler gelmektedir. Örneğin sıtmalı kişiye uygulanan “dalak kesme” gösterisi [“Kestim de öte yanına bile geçtim. Baltayla korkuttum. Sıtma bundan sonra bu çocuğu tutma dedim” (s.50)], çocuğun kurbağacığını (dilaltı) kesme işlemi vb. günümüzde, özellikle gerçek kent ortamının dışındaki yaşama yabancı olan kişilere inanılması olanaksız gelen işlemlerdir. Pek çok kişiye inanılmaz görünen bu halkbilim örgeleri, az çok herkesçe bilinen halk öykülerindeki kişilerle de iç içedir. Çeşitli masallar ve o masallardaki adlar [Örn. Keloğlan], dilek tutmalar, doğaüstü güçlerden yardım dilemeler [“Eren dedeyi gözledim (…) nurdan bir sandık göründü” (s.50), “Belki hacet kapıları burada açılmıştır. Hacı efendinin (gömütünün) başında bir oğlak kestik. Taşları kaldırıp altında bulduğumuz karıncaları şu çaputa düğümledik. İncirin içine koyup geline yedireceğiz” (s.53).], masal evrenine özgü betimlemeler [“Tüm canlı yaratıkların uykuda olduğu gecenin geç saatlerinde dilekler düşlere karışıyor, kendini dallarında yıldızlar oynaşan ceviz ağacının altındaki masal köşkünde buluyordu” (s.52)] vb sözceler, peri kızlarının “Dile benden ne dilersen” demeleri, “nazarın keskinliği”, ataların betimlemiş olduğu “bir dudağı yerde bir dudağı gökte Arap” imgeleri (s.54), çeşitli bilmeceler.. okuru Türk halkbiliminin söylenceler katmanına çekmektedir. Anlatının geçtiği yıllardaki Türk köylüsünün içinde bulunduğu somut gerçeklik öyle gerçekdışı görünmektedir ki, onların ancak söylencelerde yer alabileceklerine inanılabilir. Bu bakımdan, anlatı boyunca söylence ile somut gerçeklik birbirleriyle almaşıklaşırken okurda herhangi bir dağınıklık duygusu değil, tersine, bütünlük duygusu oluşmaktadır. Şu tümce almaşık olguların gerçekte tek bir bütünün parçaları olduğunu güzel imliyor: “16 sene kederimden ağladım oğul bırak da sevincimden doya doya ağlayayım” (s.65). Öte yandan, bu bütün, durağan, saltık bir bütün değildir. Anlatının, kendi üzerine kapanan değil, belli bir ereğe [çıkışa, umuda] yönelen ilerleyişi, bu anlatıyı gerçekçi, usçu yazın içine koymak için sağlam gerekçe oluşturmaktır. Romanın son tümcesi, acı dolu bir serüveni şöyle bitirmektedir: "Olsun, kazasız belasız gelmiştik ya!.." Güçlüklerle dolu bu serüvenin içinde bile, çekirdek duygunun iyimserlik duygusu olduğunu çeşitli oluntularda görmek olanaksız değildir. Örneğin büyük bir yoksulluk içinde yaşayan kişilerin bilmece sorma oyunlarında birbirlerine İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentleri vermeleri ya da vermek istememeleri bir gülmece etkisi [tersini söyleme, alaysılama] yaratmaktadır. SONUÇ “Bindim Tütün Küfesine” hangi yazınsal türe ya da yazınsal türlere girebilir? Bu sorunun yanıtını Boris Eyhenbaum (18861959) adlı Rus yazın tarihçisinin tanımlamalarına dayanarak vermeye çalışalım. Bilgin, “Düzyazı Kuramı” adlı yazısında (ss.186198) roman ile öykü arasında bir türdeşlik olmadığını, bunların birbirinden ayrı yapılar olduğunu belirttikten sonra “Roman tarihten, gezi anlatılarından gelir, öyküyse masaldan, fıkradan (anekdottan) (s.191) biçiminde bir kesinlemede bulunur [Yazın Kuramı (Derleyen T. Todorov; Türkçesi M. Rifat, S. Rifat), YKY, 2005]. Bindim Tütün Küfesine, bu tanımın iki kanadına da uygun özellikler göstermektedir. Yukarıda ana çizgilerini ortaya koymaya çalıştığımız gibi, yapıtta, ileriye yönelmiş gerçek ve tarihsel bir yaşam yolculuğu yanında, masallara özgü bir evren betimlemesi vardır. Ama gene de, bu iki türden birinin öbüründen üstün olması, daha doğrusu öbürüne baskın olması gerektiği ileri sürülürse, “Bindim Tütün Küfesine” için verilebilecek yanıt, roman olmalıdır. Çünkü anlatının başkişisi ve onun ağabeyi, ileriyi gösteren bir eksen üzerinde ilerlemektedirler. Başkişi, kurtuluşu “irfan ordusu” içinde aramış ve kendine orada yer edinmiştir. Bunu göstergebilimsel bir yaklaşımla belirtirsek, anlatı kişisi, tütün küfesinden külüstür de olsa kamyonun “şoför mahalline binerek” toplumsal tabakasını yükseltmiştir. Onun ağabeyi de, geleneksel tarım işlerini bırakıp toplumsal katmanlaşmada bir üst aşamayı simgeleyen “celeplik” [tecimenlik, aracılık, alıp satma] işine girmeyi tasarlamıştır. Başka bir deyişle, o da masaldan çıkıp kentin gerçeklikler dünyasına girmek istemektedir. Bu bir ilerleme tasarımıdır. Azra Erhat “İşte İnsan” adlı yapıtında, “İnsanın savaşı, yalanı gerçeğe çevirmek içindir” der (Remzi Kitabevi, 1975, s. 81). Naciye Makal da yapıtında, masalların yalanından çıkıp gerçeğin aydınlığına ulaşmak için savaşım veren bir köylü kızının büyük serüvenini anlattığına göre, buna roman demek aşırı kaçabilir mi? ? Bindim Tütün Küfesine/ Naciye Makal/, Umay Yay., Şubat 2007/ 81 s. Naciye Makal, eşi ve kızıyla... CUMHURİYET KİTAP SAYI 925
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear