Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? mı. Erendiz Atasü de, Behçet Aysan’ın bu yönünü vurguluyor: "O belki hekimliğinin, belki psikiyatri uzmanlığının katkısıyla ana asıl kendi kişilik yapısının doğrultusunda, o meşum günde bile katillerinden nefret edemedi" (s. 6364). Bir diğer deyişle, Ece Ayhan’ın, kitabın ikinci bölümündeki (Mektuplarda) öğüdünü tutuyor, her ne kadar yaşamda hüzün ağır basıyor olsa da. Ece Ayhan mektubunda şöyle sesleniyor: "Sana karamsarlık filan önerdiğimi sanma Behçet, hayır. (İkisi arasında bence bir ayrım yok). ‘Şiire’ ve ‘insana’ iyice bak diyeceğim sana (s. 129). Kitabın "Şiirinde" adlı üçüncü bölümünde, Vecihi Timuroğlu’nun deyişiyle "insani olan her şeyin şairi"dir Behçet Aysan (s. 144). Bütün yaşamları bilmek isterdim / ilginç geliyor bana bir gemicinin anlattıkları diyerek, o gemiciyi önemsemesi ya da Yalova Termal yolunda / çiçek satan çiçekçi kız’ı anlatması da bundandır. Her ozan gibi o da çağıyla ilgili sorumluluklarının bilincindedir ve bu nedenle bir "deniz feneri"dir. Mustafa Şerif Onaran’ın belirttiği gibi "yüzümüzü ağartan bir çağ değildir" yaşadığımız (s. 52). puslu bir gündü, yıldönümü nagazaki’nin / ve taşıyordum yanımda tıp kitaplarıyla Radyoaktivite’yi / genişletiyordum gülüşünü / güzelim bir kız çocuğunun / sarışın, gözleri çimen yeşili / bu çocuk da ölebilirdi / kalırdı sadece / yeşil bir çuhada kırmızı kan izleri. (Düello, s. 67) Aynı sorumluluk duygusu, Sesler ve Küller adlı yapıtını, yüz yıldır ülkemizde güzel bir gelecek için / seslere ve küllere, zincirlere ve ölümlere / bütün acılara ithaf etmesini sağlamıştır. "İnsani olan her şeyin şairi" olması, yaşamda ne varsa hepsinin şiirine yansıması gerçeğini beraberinde getirmiştir. Kimi zaman aşk da acı da her şey ama her şey geçer (…) tortusu kalır; kimi zaman güvercinler başka bir ülkeye göç etmişlerse diye bir korku sarar her yanı; kimi zaman da biliyorum bunu, gideceksin / yine yakında / seni artık hep uzak şehirler / anacak (…) giderken kazağını unutma sakın / ölüler de üşür diye bir yolculuk olur yaşam. Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum / yorulmuyor yaşamaktan dizeleri ise umudu imler. Hiçbir hüznün ve hiçbir acının aşındıramadığı umut, bir başka Behçet Aysan şiirinde karşılar bizi: biliyorum yarın diye bir şey var / çeliğin su katılmamış yanı / ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek / bir yanı var / ömrümüzün belki bir gün gülecek. (Düello, s. 155) kâyesinde gizli. Sanki çok uzak bir geçmişte saklı kalmış, hiç yaşanmamış bir aile hikâyesinde. Ya da sadece benim bildiğim ve her kapı çalınışında babamdır, yanına annemi almış gelmiştir diye beklediğim" şeklinde özetliyor yaşanan ve ona eklemlenen acıyı Eren Aysan (s. 119). KORKAKLIĞIN ÜRÜNÜ Sıvas’taki manzaranın sonrasında "geride kalanlar", Fethi Naci’nin şu sözlerini dillendirebilirler: "Hâlâ ölümden korkuyorsanız, bilin ki gerçek acıyı yaşamamışsınız." O gün Sıvas’ta, Behçet Aysan’la birlikte 35 insanı öldürenlerin bu eylemi, cesaretin değil korkaklığın ürünüdür. Tevfik Şenyuva’nın "Behçet ettendi içtendi yanabilirdi" dizeleri, o gün yakıp yıkılanın ne olabileceğine dair ipuçlarını veriyor sanki. Ferruh Tunç ise bir adım öteye gidiyor ve "kayan yıldızlarla aniden sönen uygarlığımız / karanlığın sadakatine saklanıyor şimdi" dizeleriyle anıyor Behçet Aysan ve öldürülenleri. bir yaz günü oldu bunlar / gri yağmurlar yağıyordu / çekildi bütün kılıçlar / ben bir yanda rakip hayat / denizse köpürüyordu / ve şarkılar söylüyordu / alabildiğine bir siren / ölmemi istemiyordu / ne parçalanmış bir ayna / ne mum ışığı kalacak / birazdan gün ağaracak / her gece yeni bir düello / her sabah yeni bir ölüm / hepsi bu şiire sığacak (Düello, s. 243) O gün yaşanan neyin kavgasıydı? Ve hangi kavgadaki hangi dürtü o güruhu, insanları katletmeye götürmüştü? Bugün, Madımak’ta öldürülenlerin isimlerini tek tek sayabiliriz; belki birkaç şiirini veya yazısını da hatırlayabiliriz: Ama tam olarak yapıp ettiklerini, ortaya koyduklarını ve ne yapmaya çalıştıklarını tüm berraklığıyla biliyor muyuz acaba? "Türkiye bugün Sıvas için ağlıyor mu? Yoksa kendini büyük bir unutuşa mı teslim etti?" diye sorunca Eren Aysan (s. 274), "düello" biraz daha farklı bir anlama bürünüyor. Yitmiş yaşam(lar)ın ardından bitmeyen, daha da dirençle sürdürülmesi gereken bir "düello"ya dönüşüyor. Hemen bir başka soru daha var yanı başımızda: Acaba onlar yaşıyor da biz mi öldük? O gün orada boğulan, zehirlenen ve yanan, tek tek insanların, aydınların, sanatçıların ötesinde neydi? Bu kitapta, bu sorulara net yanıtlar bulunuyor. Adı da bu yüzden Deniz Feneri. ? * Felsefeci Deniz Feneri Behçet Aysan Kitabı/ Eren Aysan Salih Bolat/ umag Yayınları/ 274 s. Behçet Aysan ailesi ile birlikte... Ölümü beyaz bir gemi’ye benzetebilecek kadar dingin; yaşamı düello’yla özdeşleştirecek kadar da gözü pek bir insanın ve diğerlerinin neden öldürüldüğünü anlamak zor değil Deniz Feneri’ni okuduktan sonra. BİR FOTOĞRAF " (…) Önemli olan kalıcı şiir söylemektir. Kendi toplumundan yola çıkarak, evrensel ölçekte, aynı sorunları olan insanlığın nabzını çağcıl değerler içinde elinde tutar şiir. (…) Bugünden geçmişi kavramak ve geleceği sezme vardır onun dokusunda" diyor, Nisan 1984’te, Cumhuriyet’te Işık Kansu’yla yaptığı röportajda Behçet Aysan (s. 183). Şiirinin, toplumsal gerçeklikle kopuk olmaması bir yana, bu bağ hiçbir zaman haykırışla ete kemiğe bürünmemiş, hep sakin ama aynı zamanda isyanı içinde barındıran bir biçemle bizi buluşturmuştur. Aynı söyleşide "İstiyorum ki, bağırmadan usul sesle söylensin şiir.Usul sesli bir çığlık olsun (…) Savaş tamtamlarının çaldığı, açlığın ve toplumsal dengesizliğin akıl almaz boyutlara vardığı bir dünyada, şair yüreği ve beyniyle tedirginliği, kederi de anlatmak zorundadır. Tıpkı umudu anlattığı gibi. Umutsuzluğa yenilmeden" diyerek, ilerlediği yolu özetliyordu (s. 184). Sevgi Özel, Behçet Aysan ile ilgili bir belirlemesinde, "Şairler toplumun geleceğini görürler" diyerek onun sezgilerine gönderme yapıyor (s. 89). Tıpkı Sıvas’ın "simgesi" haline gelen o fotoğrafta olduğu gibi. İnsanın bakarken yüreğini, anlatırken dilini ve yazarken elini acıtan o fotoğraf: Metin Altıok’un elinde yarım bir süpürge, bakışlarında bir dövüş hazırlığı; Uğur Kaynar hemen yanında, eli çenesinde; önlerinde Behçet Aysan, yangın söndürme tüpünün hortumu avuçlarında, bir "düello" arifesinde. Kim çekmiş bu fotoğrafı ve kime göstermek istemiş? Burada korkudan öte, yaşanabileceklere bir hazırlık söz konusu. "Umutsuzluğa yenilmeden"; aksine gelecek, saracak ve yakacak düşmana karşı bir meydan okuma. Korkanlar, karedekiler değil; karenin uzağında, aşağıda kibriti çakanlar. Behçet Aysan ve arkadaşları, aslında korkakların kendisiyle değil, silahlarıyla savaşmayı bekliyor: "dışarıdakiler de insandı / zafer çığlıklarıyla / yanan insanları seyredenler / içeridekiler de insandı / boğulan birini bırakıp gidemeyecek / onunla ölümü paylaşacak denli" (Turgay Fişekçi, Dumanın D’si Boğulmanın B’si Çarkıfelekte Size Ölüm Çıktı) İnsanlıktan bahsediyorlar çoğu kez, insanca davranmaktan. Sıvas’ta, 1993’te, aydınları ölüme gönderenler "insanlar" değil miydi? O halde eksik bir yanımız var; Behçet Aysan da şiirleriyle bu yönümüzü tamamlamak için bir kapı açmamış mıydı? Bu eksik yön değil miydi, yangından sonra "Aziz Nesin de halkı kışkırtmış ama…" veya "otel dışındaki halkımıza zarar gelmemiştir" diye insanları konuşturan. Behçet Aysan’a kulak verelim: "Ölü denizler gibi ölü toplumlar da vardır. Duyarlılıkları nesneleşmiş, kendi öz gerçeklikleri yitmiş. Burada bireyler yalnızca dış dünyalarına değil de kendilerine de yabancılaşmışlardır. Edilgendirler, insansal tepki göstermezler" (s. 185). Böyle diyor, Yarın dergisinin Ocak’84 tarihli sayısında. Karanlık günlerin aydınlık yüzlü dostu ve şairi Behçet Aysan, Beyaz Bir Gemidir Ölüm adlı şiiriyle seslenmişti, 2 Temmuz günü: yitik adreslere benzer / ölüm / yanık otlar gibi / sen bu şiiri okurken / ben belki başka bir şehirde ölürüm (Düello, s. 192) VE DÜELLO... "(…) Sıvas’ın anlamını soruyor kimileri. İşte diyorum Sıvas bir aile hi CUMHURİYET KİTAP SAYI 862 SAYFA 11