05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Mehmet Faraç [ görebilir, hissedebilirdim o sokaklardd. 1998 yılının kavıırııcu yaz aylanndan birinde, Antakya'nın zemini taş döşeli, ortalarında yağmur sulannın akıp gitmesi için açılmış oluklar bulunan, daracık, dolambaçlı ve yaşamın tam da içınde yer alan eski mahallelcrinde dolaşırken, serinletici, şaşırtıcı ve de merak uyandırıcı bir tabela ile karşılaşmıstım. Devasa market zincirlerine razlasıyla gıcık olan benim gibi biri için, kendine has kokusunu hiç kaybetmeyen minicik bakkallar hâlâ cazibesini koruyor. Bu yüzden bakkalın camına iliştirilmiş "Eskimo var" yazan kâğıdın dikkatimden kaçması ınümkün dcğildi elbette. O eski Antakya sokaklarında rastladığım bu dondurma niyetine yenen meyveli bıızlardan da bahseden (kör bakkal Mengulo'dan çocukların aldı^ı eskimolar) ve de böylesi bir anıyı bana hatırlatan bir kitap hakkında yazmadan durmak yapabileceğım bir şey olamazdı elbette. Zaten yazarın bir önccki kitabı Töre Kıskacında Kadın'ı okuduktan sonra da böyle olmuştu bana. Bir dizi anının gözünde canlanmasının vesilesiyle kaleme kâğıda sarılıp bir yazı hazırlamıştım. Bıı iki deneyim sonrası, Mehmet Iaraç'ın benim yazarlık senıvenimde katalizör oldıığu kesın. Okura bir donemin izini sürdüren, sınırda yaşamanın, kaçakçılıkla geçinmek zoıunda kalmanın, kazancıyla ve ödenen bedelleriyle mayına endeksli bir yaşamın nasıl bir hayat sunduğunu gösteren Körüler Mahallesi, aslında kötülük kavramının bir sanrıdan farkı olmadığını da gösteriyor bize. Çünkü kaçakçilığın hayatlartna girmesiyle mahallelerinin adının bile "Kötiiler"e dönüştüğü, dışlandıkları, aşağılandıkları günleri de yaşıyor mahalle sakinleri. Diğer yandan ise kaçakçılığın modasının geçtiği, artık ırim yapmadığı bir dönemin gelmesiye, çoculdarın seyrettikleri Türk filmlerınde kendileriyle özdeşleştirdikleri oyuncuların tipolojisi bile değişiveriyor. Bir dönem kendi aralannda oynadıkları oyunlarda Erol Taş'ın rolünü reddedip Cüneyt Arkın, Yılmaz Güney olmak isteyen çoculdarın, hayatın oyunbazlığı yüzünden Hulusi Kentmen'in "zengin konakların güçlü işadamı" rolüne doğru nasıl sürüklendiklerini ancak kitabı okuyanların görebileceğini belirtmeliyim. Oysa, karınlarını doyurmaktan eayrı bir meseleleri yoktu Kötüler ahalisinin. Bu uğıırda mayına basıp ölmeyi ya da sakat kalmayı göze almışlardı. Hayyam'ın dediği gibi; bir geçim yolu bulayım, bir ekmek kapısı, kula kıılluk etmeden. Değil mı ki yıllar boyu yöre insanı nırı kulluga bile razı gelecek denli sefalet içinde olıışuna, çözüm yerine hep baskıyla karşılık verilmişti. Ve değil mi ki adlan da kritüye çıkmıştı bir kere. Hor görülmemek için okulda mahallelerinin adını Eyyübiye olarak telaffuz eden kaçakçı çocuklarının, yoksulluğun girdaSAYI 693 bında "mayasına endişe bulaşan ekmekler"e ulaşamayan elleri, kencii evlerinde kışa saldanmış bir cevizi çalan küçük ellere dönüşmemiş miydi? O çocuklar de ğil miydi, artist resimleriyle kanalizasyon akan sokaklarda kumar oynamayı öğrenen, yamalı pantolonlannın cebinde yabancı paralarla dolaşanr1 "Babala rının korkularmı gizleyerek nıayınlı arazilerden ekmek uğruna geçırdiği oyun cakların sefasını Istanbul'da başka çocııkların sürdiiğünü" bilen onlar değil miydi? Peki, Mehmet Faraç sık sık sormakta haklı değil miydi kitabında "kö tü kimdi" diye? "Yüzlerinde şark çıbanın açtığı yaralarla dolaşan çocuklar mı, onları geri kalmışiığın girdaoında bocalatanlar mı?" ya da "Ekmeğini mayınlı toprakların kızıl ateşinde gezdirenler mi, bir kilo kaçak çay için bir delikanlı yı dört yıl hapis yatırajılar mı?" Unlügazelhan MahmutlJsta'nın çırağı Kazancı Bedih'in de (şimdilerde foseptik çukuru olan) mağaralarında bir zamanlar feyz aldığı Ehber dağının eteklerinde, haksızlığa tahammülü olmayan, okumadığı halde yasaları iyi bilen, pervasız, cesıır ve belalı olan Hasano'nun, kaçakçıların jandarma ve polisten uzak durabilmesi ve çevredeki mağaralarda gizlenebilmesi için, 1940'larda yerleşime açtığı Kötiiler Mehlesi'nin, okumak tan herkesten zevk alacağı ilginç efsanelere ve tarihi bilgüere dayanan bir geçmişi var kitapta. Kral Abgar Ukkama'nın îsa'yla olan ilişkisine, yörenin kötiirüm hastaları iyileştiren kutsanmışlığına, 5. yüzyılda 90 bin keşişin yaşıyor olıışuna dek, pek çok ilgi çekici bılciyi Mehmet Faraç'ın akıcı üslubundan okumak mümkün. Antakya'dan Mardin'e uzanan 700 kilometrelik Surive sınırına (Kıbrıs Adası büyıikliığıinde 1.5 milyon dönümlük bir araziye) mayın döşemeyi çare olarak gören bir dönemin siyasi zinnıyetinin, giinümiize uzanan bu yanlışları nasıl yaptığını; ne gibi acılara sebep olıındıığıınıı; geceleri kaçakçıların sofrasında içki kadehi tokuşturan jandarmanın, gündiizleri kaçakçılara nasJ silah çektiğini; rüşvetin de kol gezdiği bu danışıklı dövüşün uzan yıllar nasıl devam ettiğini; Suriye sınırının mayınlı topraklarında gece karanlığında ilerlerken, öldürülme telaşıyla aklını yitiren Deli Hakko'nıın, Ingiliz kuma^ından yapılmış is tek astarlı, markası 'special to bııreaııcrats' (biirokratlara özel) olan paltosuyla kendisini bir mağaraya nasıl kapattı;ını; 1980 darbesinin ardından IstanMil'a göçen Kötiiler ahalisinin, jandarma namlusıınun korkusundan, lstaıı bul'da ekmeğe bulaşan kahpeliğin koynıına nasıl düştüğünü; eski kaçakçıların çocuklarının, üzal'ın yasalaştırdığı ve adına ithalat dediği kaçakçılık sayesin de, bellerinde ruhsatlı tabancalarla nasıl dolaştığını; "Yasallaşan kötülük bu muydu?" diye haklı olarak soran Mehmet Faraç ın kaleminden okumak mümkün. Kaya mezarlarının tuvalet foseptiği ne, antik Bizans mağaralarının ahıra dönüştüğü, kaçakçı pazarının konfeksiyo na yenildiği, Kötüler Mahallesi adının Şeyh Mesud Mahallesi olarak değiştirildiği, ihbarcılarıyla, çöl sıcağının getirdiği akrepleriyle, sefaletle zenginliğin durmadan el değiştirdiği, Kuti'ıerin ve karlıkların artık izinin bile kalmadığı bir diyardan üç yıl önce aldığım neçeklerin, kıpkırmızı boya salmasının hayra alamet olmadığını anlamıştım zaten. Kaçakçılığın ısıttığı bir coğrafyayı şimdiler de birlcez daha silah sesleri çınlatıyor, insanların ölümüneseyirci kalınıyor, or tahk neçeğin boya salması gibi kana bulanıyorsa, hayra alamet bir işaret bekle mek çok kolay olmasa gerek. Beıı bugünlerde en çok bunda zorlanıyorum. ŞERAFETTİN TURAN İSMET İNÖNÜ YAŞAMI, DÖNEMİ ve KİŞİLİĞ1 İsmet İnönü'nün yaşamını yazmak, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli bir dönemini de aydınlatmaktır. Şerafettin Turan uzun süren araştırmalar sonucu yazdığı "İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği"nde, bir ulusun geleceğine yön veren önemli bir kimliği tarutmakla kalmıyor; bir devletin kurulup gelişme evrelerini de aktarmış oluyor. Kitapta, Atatürk'üri silah arkadaşlığından cumhurbaşkanı oluşuna, inişçıkışlı ama onurlu ve seviyeli siyasi yaşamına değin İsmet İnönü ile ilgili pek çok ayrıntı belgelerle yer alıyor. Tarihe damgasını vurmuş bir devlet adamımn yaşamındaki özel anlar, sırlar, kavgalar, gözyaşları, kahkahalar... Dünyaya bakışı, politik görüşü, aile yaşantısı, sanata ilgisi... Yakın tarihimizi doğru kanaldan öğrenmek isteyenler için... f Kötüler Mahallesi / Mehmet Faraç / Günizi Yayınları / Bilgi YAYINEVİ Ankara JttA^ITIM istanbul BEVİ Ankara 0.312.4344999 / Faks: 0.312.4317758 0.212.5225201 /Faks:0.212.5274119 0.312.4344106 / Faks: 0.312.4331936 ••.bllgiyayinevi.com.tr SAYFA 17 3UMHURİYET KİTAP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear