29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Yasam ve vazı ursun Akçam'la iki yıl aynı sırada oturduk. Onu daha kompozisyon ödevi yazdığı dönemlerden tanırım. İki yıl bir sırada oturduk. Cazi Eğitim Enstitüsü'nün geniş pencerelerinüen Ankara'nın ışıklı uzaklıklarına bakarkcn, gözlerinin ardındaki dünyada yetiştiği yerlerin, Doğu Anadolu insanının seriivenini yaşadığı her halinden anlaşdırdı. Başkentte yükseköğrenim görmenin mutlulu ğunda, Doğu'da çektiği acıların karmaşası sezilirdi. Akçam, bunu bir incc alayla yansıtmayı bilirdi. Yazarlığının anlatısal boyutunu bu ince alay (ironi) belirler. Toplum gerçeklerini bu ironiyle yansıttığı için, Akçam, yakınmanın yazarı olmaktan kendini kurtarmıştır. Çehov'a özgü bir yalınlıkla Doğu Anadolu'dan insan manzaraları çizmesi, gücünü buradan alır. Bunlar görüntüleri yansıyan varlıklar olmaktan öte, çilclerini yaşamla bütünleştirmiş "canlar "dı. D f özen gösteriyor. Ancak, dilsel tutumu, her zaman, lirik bir anlatıma dönüşüyor. Dcnebilir ki, yüreğine işlemiş insan acı sını hiç unutamıyor yazarken. Toplumsal ve tarihscl bilinci, sürekli insan acısıyla yönlendiriyor. Kişileri, yaşam biçimlcrindcn yakınıyorlar, ama dircnçlerinden bir şey yitirmiyorlar. Bir bakıma, bu tutumlan, umudun diri tutulması için gereklidir. Ne ki, Dursun'un tipleri ve karakterleri, toplumu değiştirmeK vc dönüştürmek için fazla çabalamıyorlar. Bu da, onun eleştirel gerçekliğe daha çok yanaştınyor. Dursun, yaşananları anlatırken, geçmişi, hiçbir zaman şiındiden ayırmıyor. Bunıı, yukarıda da belirtmiştik. O, romanını kurarken, geçmişin şimdiyi biçirnlendirmesini öne çıkanyor, ama şimdinin de, geçmişin kazanında kaynadığmı belirtiyor. Bu, bana çok anlamsız gelmiyor. Kişiler, ilişki kurduklan hcr şcyin bircr parçası gibı duyumsuyorlar kendilerini. Roman kurgusu, klasik olmasına karşın, bu tutumu, onu çağdaş rumancı gibigösteriyor. Akçam'ın hiçbir kişisi, Dursun'un ona verdiği kişiliktcn bağımsız bir kişilik göstermiyor. C)zellikle, Ucu Ucuna Yaşam'da, Dr. Bilgin, Dursun'un kişiliğiyle bütünleşiyor. Roman gereçleri, onun yapıtlarında dolaysız olarak kullanılır. Yani, okur, anlatıdaki olayları, olayların geçtiklcri uzam ve zaman içinde yaşarlar. Dursun'un romanlarında ve öykülerinde, ayrıntılar çok abartılmaz. Ana olayı desteklcdiği değin, yeterincc vardır ayrıntılar. Ancak, özerı gösterdiği bir duru mu önemlidir. Fizikscl, toplumsal vc ekinsel çevreler, olaylarla kişileri (tip ya da karakter) düzenli etkiler. Bu da, sannenin anlatısal bir işlevi yerine gctirmesine yol açıyor. Betimlemelere ve çözümlemelere, ağırlıklı olarak önem vermiyor. Ancak, betimlemeleri vc çözümlemeleri, bütünün birer parçasıdır. Romanın kurgusuyla yakından ilişkili bu öğeleri çok olumlu kullanır. Dursun Akçam, toplumsalcı anlatımızın önde gelcn, özgiin yazarlarındandır. Özgünlüğü, roman kurgusundan, tiplemesinden, uzam ve zaman kullanımından, betimlemelerinden ya da çözümlemelcrindcn, sorunsalı cle alış biçiminden kaynaklanmıyor. Dursun'un özgünlüğü, uilscl tutumundan kaynaklanıyor. Yazınımızın geleneksel anlatı dilini çağ daşlaştırıyor.B CUMHURİYET KİTAP SAYI 475 yiide baban sana/ Baskılar işkenceler alacak/ Kelepçeler gözaltılar zındaniar alacak/ Biiyii de/ Büyüyüp on yedisine jeldiğinde/ Biiyii de baban sana/ Idamar alacak... Anadolu insanının yüzyıllardır sabırla katlandığı yoksulluklar, çarcsizlikler, dertler, acılar öykülerinin de beslendiği kaynak oldu. Gözlemlerinde de öykülerinde de Akçam'ın amacı, salt gerçeği ortaya koymaktır. Akçam, olayları abattmaz, kimscyi de doğrudan suçlamaz. Ama, anlatımındaki ince alayla suçluları da, sorumluları da sergiler. ü n u haksız bulan yoktur; ne var ki, kimse düzeni değiştirmeye koyulmaz. Sorunların odağmda neler yatarp Din dogmaları, töresel bağnazlık, toplumsal halcsızlık... Bu arada, oeğişcn toplum, kentköy çeliskisi, insanın yeni koşullara uyma çabaları da Akçam'ın vurgulamak istediöi önemli konularıdır. Bunu yaparken geleneksel bırıkimlerden beslenir, ama değişmekte olan insanın yaşadığı gülmeceli çelişkileri vurgulamadan da edemez. Maral (1964), Ölü Ekmeöi (1969), Ta$ Çorbası (1970), Köyden Indim Şebire (1973), Kafkas Kızı (1978) adlı kitaplarında bu yolda yazdığı öykülerini bir araya getirmiştir. Bu öykülerde yaşamından çizgilerin, izlenimlerin, gözlemlerin de etkisi sezi lir. Röportajları ile öyküleri arasına kalın bir çizgi çizilemez. Dogunun Çilen (1966), Kcıtı Çiçeklcri (1977), Altta Kalanlar (1979), yazarın gözlemciliğinin gerçekçi örneklcridir. Türk yazınında öyküden romana geçiş yazarın Kendini kanıtlaması gibi bir anlam taşımaktadır. Kimileri, sınırlı oylumundan dolayı bu öyküniin küçümsenmesine bağlıyorlar. Akçam'ın böyle bir kanıyla romana yönelcfiğine inanmıyorum. Birikimlerinin yoğunluğundan dolayı, belki öykünün kalıbını dar bulmuş olabilir. Şu bir gerçck ki, Akçam, hiç roman yazmamış olsaydı da, yalnızca öyküleriyle Türk yazınındaki yerini alabilirdi. Ben, Akçam'ın, üyküleriyle daha çok anılacağına inanıyorum. dışında gelişen Türk ynzını da bir devingenlik kazanmıştır. Bunu çokkültürlü bir toplumda yaşamanın kazandırdığı deneyimlere bağlayabiliriz. l'ethi Savaşçı, Yüksel I'azarkaya, Aras Oren, Cıüney Dal, Habib Bektaş ilk de nemelcri bir yana bırakılırsa, Almana'da yazmaya başladılar ve Almanya'da ıir yazın ortamı yaıattılar. Bu yazın, 1980'lerden sonra Almanya'da, Türkiye'den oraya ünlerini de götüren Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Aysel Ozakın, Giiltekin Emre ile ycni boyutlar kazandı. Fakir Baykurt, çalışmalarını daha da yoğunlaştırarak sürdürerek, Almanya'da varlık savaşımı veren insanımızın deneyimlerine yöneldi. Burada yazdığı 15'i a§kın roman ve öykü kitabına 8 ciltlik ÖzyaşanivM da kattı. Dursun Akçam ise, daha ayağının tozuyla, Türkiye'deki çelişkilerin yurtdışında da söz lconusu olduğunu belirten Alanıan Ocagım 1985 Almanca Türkçe yayımladı. Güçlü göz^ lemleri bu yapıtta da etkisini gösterdi, Almanya'daki insanımızın sorunları değişik bir kalemde de yorum buldu. I lalkımızın bilgece söylcdiği "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur" atasözü burada da doğrulanmış. Bu tür çalışmalar bir yana, Almanya'da yazanlarla biılikte, Akçam'ın Sevdam Ürktuâe (1992) topladığı öyküleri, Dağların Sultanı (1988) adlı romanı gereken ilgiyi görmemiştir. Oysa bu yapıtlarda, yalnızca insanımızın yurtdışında yaşadığı çelişkiler yansıtılmıyor, toplumsal değişmenin bireyin iç dünyasında yaptığı çöküntünün temeline de iniliyor. l "Yurtgerçeklerlröportajr Akçam, Mıllıyet gazetesinin 1964'te açtığı "Yurt gerçckleri röportajı" yarışmasına toplumun en ezilen kesiminin çilelerini anlatan "Analarımız" yazısıyla katıldı, bu yarışmada birinci oldu. Bu röportajda, ağıdını içinc gömen analarımız, Anadolu insanının haksızlığa uğramış, yaşam damarları kesilip atılmış kurbanları olarak anlaülnuştır. Doğanın de ğişmez kuralıdır; toplumda en büyük haksızlığa en zayıtlar uğrar, çile zincirleri onların boyunlanna geçirilir. "Analarımız"da, anamız, avradımız, yârimiz çile bulurganının(girdabının) solukaldırmaz derinliklerinde ayakta kalmaya çalışıyor; bunu başaramayanlar daha çocuk yaşında can veriyordu. Dursun Akçam, "Analarımız" röportajında, onun diliyle, onun ağıdıyla, onun gerçeğiyle bu "can"asahipçıkıyordu.Türkçe, Dursun Akçam'ın ağzından bir çağlayan gibi akıyordu. "Analarımız" yazısı, şimdikilerin yapmacık deyimiyle, moda olmuş aldatıcı bir "olay patlaması" değildi, bir anlatım patlamasıydı. Akçam kendi ozünü arayan Anadolu insanının anlatımını çağdaş yazın dünyasına taşıyordu. Dursun Akçam evirip çevirmeden, eli tezek yapan anaların, tarlada doğum yapıp, çocuğun göbeğini iki taş arasında ezcrek kesen genç gelinlerin diliyle konuşuyor du. "Analarımız" karşısında, frenkağızlı nice "entclektücl" sus pusolmuştu. Bu gerçekçi öykücükler, o zamanların özgürlük havasındaTürkiye'nin kurtuluşunun hüzün dolu türküleriydi. Sen misin kurtuluş türküsü söyleyen! Ardından sürgünler, hapisler, yurt kırgınlıkları... Hem de çoluk çocuğuyla... Âlperler, Tanerler, Tümerler, hep başlan üç numara tıraşlı dolaştılar. Anadolu anası, onların tümünün acısını yüreğinin onuru eyledi. Yalnızca onun saçları üç numara tıraşlı değildi! Cülten Akın, acının tarihini onlar için de düşürdü: Biiyii de baban sana/ Biiyii de/Acılar alacak/ Biiyii de baban sana/ Yokluklar alacak/ Biiyii de baban sana biiyii de/ Bitmez işsizlikler açlıklar alacak/ Biiyii de/ Bü Dursun'un özgünlüğü Akçam, sorunlara gerçekçi bir anlatımla parmak basar. Toplumun çok yönlü sorunlarını irdclcmeK, romanın soluk aldırır kalıplarına daha eİverişlidir. Nitekim, yazdığı üç romanda da toplumsal çelişkileri vurgulamaya özen göstermiştir. ük romanı Kanhderc'mn Kurtlan'naa (1975) her dönemde belirli bir kesimin çıkarına işleyen bir düzenin eleştirisi yapılmıştır. Bu romana göre, demokrasi, özgürlük, eşitlik kavramları görecedir. Bunların hepsi vardır; ama gene de insan demokrasiden yoksundur, özgür değildir, eşit işlem görmez. Buna karşın insanın direnmesi gerekir. Ezilenler, ezenlerin ezme kaynaklarını kurutmalıdırlar. Kanlıdcre'nin kurtlarını yok edecek karşı silahlar bulunmadan, köylüde direnç duygusu oluşmadan sömürü sürüp gidecektir. Romanda hemen hemen Türkiye'nin yaşadığı bütün sorunlara değinilir: Kent, köy, kasaba bütünlüğü içinde Doğu'daki kuraklık, ağabürokrasi ilişkisi, çok partili dönem, Köy Enstitüleri, Amerikan yardımı, ilkel toplumilkel üretim araçları, dinsel bağnazlık, aldatıcı törenler... Türkiye'de ilk yazdıklarındaki ortak konulara karşın, 15 yıl kadarkaldığı Avrupa, Akçam aözeleştiriselbirbakışaçısı kazandırmıştır. Özellikle Ucu Ucuna Yaşam adlı son romanında bu belirgin olarak görülüyor. Bu yönden öykülerindede, romanlarında da, insanımızın toplumsal ve bireysel sorunlarını ele alırken, değişikalanlaraışıktutmayıbilmiştir. Fakir Baykurt ve Dursun Akçam'la, yurt Topnımun sorunları Dağların Sulttim, içcrığiyle, diyaloğuyla, kurgusuyla, başka ülkelerde yurt edinmiş insanımızdaki yozlaşmayı ve çöküntüyü vurgulamasıyla, yurtdışında yazılmış romanların en önemlilerinden biridir. "Dursun Akçam Dağların Sultanı'nı yayımladığında, biraz da yurtdışı romanlarının aceleye getirilmiş havasının etkisiyle, romanı yalnızca ilginç bulduğumıı söylemiştim. Ne ki, günler geçtikçc, romanın başkişisi "Sjito", yürcğime bir ezgi gibi işliyordu. / Neden etkilemiş ti Şito benir1/ Avrtıpalarda yurt tutmuş insanımız, Türkiye dekinden başka bir hava estirir. Yerinde yurdunda kimse elinc su dökemezken, buralarda namerdin namertliğini bile dile getirmez. Ciğeri beş para etmezler ormanlar kralı kesilir. Yozlaşma denen bir şey varsa yeryüzünde, bunun gökkuşağı renkleri, yurtdışı insanının yırtık yüzünün perdesidir. Ro manı ilk okuduğumda, Şito, her nasılsa buralara düşüp kendi rengiyle kendini boyamış, çağ yozu bir yaratık izlenimi bırakmıştı bende. / Şito bu muydu? / Görünüşte, dil bilmez ağız vermez, kendini Avrupalara sığdırma savaşımı veren bir yurt kaçağı! Benzeri kıyamet gibi buralarda. Dursun Akçam'ın, 'tipik olanı yakalamadan kalem oynatmayacağını bilirim. Oyleyse, köşeleri belli, derinliksiz gibi görünen, gurbet vurgunu bir Şitocuğa niye yıllarını versindi? / Korkusuz ol, gözünü budaktan sakınma; yüksek yüksek dağlarda 'sultan' ilan etsinler seni; dağlann koyaklarından doruklarına dek, yarattığın sevginin uzun havaları söylensin; Almanya yurdunda kadından kadın beğen, yüreğinde yine de o ilk güzelliği yaratanın ezgisini unutma!.. Sonra, Anadolu'dan kopup gelmiş garibanların buralarda yurt tutmasını sağlayac«k yolların yasadışılığını yasal kılacak 'usufevlilikler'in virtüozu ol!/Biryanın Avrupa. Töre'nin mörenin kaç yüzyıl gerilerde kaldığı bir makine adamlar ülkesi. Bir yanın Ağn dağları. \ lerodağı, Siiphanlar, Cilolar, uzayıp giden bozkır Anadolusu... Dursun Akçam'ın o ironi yüklü diliyle anlattığı Şito'nun dramı burada başlıyor işte, dağlann sultanı olup türküsünü ünlediğinde, Alaman toprağının duy" SAYFA 5 DajHarm Sultanı Bozkır Anadolusu
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear