Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Ceyhun AtufKansu Şiir Odülü Oya Uysal'ın. Uçurumda tiuran kadının nehri adını verdiğim şiire düşen (dosyadakien eski şiirdir o) geçmişin koyu renkli gölgeleri onlar. Ya da acının cisimleşmiş hali... Hiçbir şey yazmadığım sancılı sürece, yaklaşık sekiz yıla denk düşüyor. Şimdi uüşünüyorum da; aslında terk ettiğim şiir değil, yaşamdı o yıllarda. (Yeni Biçem, Mayıs 95, Sayı: 25) (Ben) şttrde çok baskın Neden böylebır seçım? Birinci tekil şahıstan yola çıkıyorum genelliklc. Birey önde duruyor, fonda hayattan fotoğraflar... Bu bağlamda bircysel gerçeklikten yola çıkıp toplumsal gerçeklikle örtüşüyor şiir. Fonda şehir oluyor, şehrin taşrası oluyor, şehirden uzak taşraya, kırlara baktığım da oluyor. Sonra kimsesiz çocuklar (ki her zaman acıtmışlardır beni onlar) ama daha çok kadınlar ve hayatın öteki yüzü. Karanlık sevgi boşluklanna bir fener miydim, neydim bakışlardan örülü dehlizlerden geçerdim. (Güz Gülümsemeleri/Milliyet Sanat, Sayı: 389) dediğim ben de var elbet. Boiltik, uzaklık, yalnızlık, korku, hüzün bunlara başkaldıran bir }iır yazma\ı dıqündünüz mü (umııt dolıı şıırden, ya da lyımser şıırden söz etmıyomm ) Zaten şair bir anlamda hayatın derinliklerinde yaşayan kişi değil midir? Hayatın derınliklerindeyseboşluk, uzaklık, yalnızlık, korku ve hüzün gizlidir. Balkaldırıysa şiirin ve şairin simyasında zaten vardır. Bu gidip gelmelerden doğar şiir. Ayrıca hüzün kokan şiirleri seviyorum. İçinden nehirler geçen, lirik şiirleri. Değişik imgelerle öne çıkan bir sızı var şiirimde, su sesinde. Ilk kez varılan şehirlerin scrinliğinde. Kimi zaman iç acıtan bir sızı. Ama kahreden bir acı değil bu. Sorgulayan, soluk alan, gündelik hayatın içine sızan, dinlendirilmiş bir eski acıdan arta kalan bir sız*. Daha çok hüzün Bu hüzünle akıp gıdışte kadın olmanın belirleytcilig't varmt? Kadın olmak bu akışa ve hüzne neden mı? Elbette var. Şimdilerde hayatla ve kendimle barışığım. Ama bu hep böyle değildi. Kadının kendini yaşayamadığı bir toplumda yaşıyorsan ve kendini yaşamak istiyorsan mutlaka bir şeyleri ve birilerini kırmak zorundasın. kırdın mı düzlüktesin de o zaman da yalnızsın işte, hüz Şair Oya Uysal, "Uçuruma Düşen Nehir" adlı yayınlanmamış dosyasıyla.Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülünü aldı. Bahar Gökler, Şükrü Erbaş, Gülten Akın, Emin Özdemir, Salih Bolat, Refik Durbaş, Müslüm Çelik'den olufcan seçici kurul Uysal'ın şiirlerini ödüle değer buldu. ECE TEMELKURAN Oya Uysal, şiirlerini şchrin kıyısından, artık alıştığı bir uçurumun ııcundan yazıyor. Şair, seçimini düşmekten değil, kıyıua "durmaktan" yana yapıyor hep. Şiirler, işte bu duran " b c n " i izliyor, yana yakıla. Denizi gören, bir tepeye dayanmış evinde, etrafında dönüp duranları izliyor. Belki şiirlcrin içinden bir nehir düşüyor uçuruma, ama uçurumdan düştüğünden itibarcn akışı dağılıyor, parçalanıyor. Uysal, o nehrin peşinden gitmiyor niç, izlemeyi seçiyor yeniden. Sorularımızı i/lediği yerdcn yanıtladı, kıyıdaki sessiz şiir cvinden: Bu şchrin kıyısında durmayı icçen bir şıır, dığer şıırlerınde geldıSı yeri anlattıg"ma göre ılk şıır, neden (kıyıdan) yazıyor\~unuz Olayın, eşyanın ve vahşetın neden dufinda îlk şiirdcn, "Uçuruma Düşen Nehir'den yola çıkarsak, bir anlamda şehrin kiyısında durduğum doğru. Şehrin ve nehrin kıyısında ama aynı zamanda da uçurumun kıyısında. Yokuşa yaslanmış cvimin konumundan kaynaklanıyor bu. şehir ve nehir aşağıda, uçurumda... Penceremden baktığımda günboyu gördüklerim bunlar, bir de gökyüzü velcuşlar... Ama o şiirdeki kıyı bir boşluğun kıyısı. Sende bu yükseklik korkusu, boşluğunun kıyısından geçmişe baktığın gün mü başladı (Varlık, Şubat 97, Sayı: 1073) diye başlıyor ve yaşanmışlığı bugüne taşırken zaten örtülü bir vanşeti de içinde barındırıyor. Olayın, eşyanın ve vahşetin dışında değil, sadece bir sis perdesinin gerisinde. (Şehır) sıze nasıl görünüyor nasıl bir şehir sıztnki Çocukluğumun geçtiği ahşap konağın balkonundan seyrettiğim şehir değil bugün içindc yaşadığım şehir. tnsanlarda o einsanlar değil. Artık herkes aşuresini kendi için yapıyor. Şimdi geriyc dönüp baktığımda siyah beyaz bir film seyreder gibi scyrediyorum o yılları ve (ucundan da yakalamış ulsam) o yıllardan bana kalan bir şeyler olduğu için de kendimi bir bakıma şanslı sayıyorum. Insanların giysilerindeki zerafeti anımsıyorum, gündelik dildeki inceliği. Haliç'in mavi sularına vuran ayın gümüşünü, şehrin ışıklarını. Galata Kulesi'ni ve Pera'yı uzaktan u/ağa seyreden o büyük evi. Arkada, bahçede uzayıp giden ağaçları, bahçedeki kuyuyu. Bazıları renklerini korumuş bazıları silikleşmiş ama hepsi kalmış bende. Sohdarda yakılın, sofalarda söndürülen bakır mangallar, kocaman lambalı radyomuzun cızırtılı sesi. Sonra aşağı yukarı açılıp k.ıpanan sıyah kâğıttan perdeler. Arada bir konuklar. Tango. Taş nlak. Tafta elbiseler. Pedcrin pırıl pırıl kırmızı sedcfli akordeonu. Az şey mi... CUMHURİYET KİTAP SAYI 382 nüm bundan. Bazı iiirlerde şaır kendini aynada izliyor, aynalarla kadınlararasındakı \aplantılı utşkıyle bir ılgnı var gıbı geldı bana Ne dersiniz? "Nehir Gemileri" adını taşıyan şiirimdeki ilk iki dizcden söz ediyorsun sanırım. Hüznün, gözlerime gizemli bir anlam kattığın aynalardan dinledim (Düşler, Nisan 96, Sayı: 11) "Aynalarla kadınlar arasındakı saplantılı ilişki" bana Orhan Veli'nin "Cımbızlı Şiir"indeki dizelerini çağrıştırdı. Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna; Umurunda mı dünya! O yıllarda çizilen kadın portresiyle bugün çizilen kadın portresi artık aynı değil. Kadın, tarihinin içinde oldukça uzun bir yol katetti. Kadının tarihini yazan erkek, onun erkeğe hizmet sunmak, ana olmak için yaratıldığına bugün bile hâlâ inansa da artık kadını inandıramıyor. Bııradan bir parantez açıp Arthur Rimbaud'dan şu alıntıyı yapmanın sanınm tam sırasıdır. "Kadının sonsuz kölelik zincirlcri kırıldığında, kadın kendi gücüyle ve kendi için yaşadığında, bugüne dek iğrenç olmuş erkek, ona hakkını geri veruiğinde, kadın da şair olacaktır. Kadın da bilinmezi bulacaktır. Onun düşünce evreleri bizimkilerden değişik mi olacaktır? Tuhaf şeyler bulacaktır kadın; sonsuz, derin, iğrendirici, nefis şeyler..." Metindeki, bugüne dek iğrenç olmuş erkek, ona hakkını geri verdiğinde, dediği satırlara dikkat çekmek istiyorum. Erkeğin elinde tuttuğu hakları geri vermek istemeyeceğini, bu hakları ancak kadının savaşarak, kendi gücüyle elde edebileceğine değinmek istiyorum ve iğrenç tanımıamasını da (her şeye karşın) bencille değiştirmek istiyorum. Bugünün kadını süs ve zevk aracı olmak istemiyor. Savaşını veriyor. Her alanda gerçek anlamda ilerlemenin kadının eğitiminden, üretime katılarak ekonomik özgürlüğünü kazanmasının yanı sıra, hakların paylaşımında da bir denge tutturacağının artık bilincinde. Bugün ulkemizde kara güçlerin sahnelemeye çalıştıkları oyunda kadın bir eski karanlığa sürüklenmeye çalışdıyor, yine kadına karşı kadın kullanılıyor. Elbet biliyorlar aydın kadınlardan doğan çocuklarla istedikleri yere ulaşamayacaklarını. Kültürel eğrimizin çizgisi ancak kadının kendini bulmasıyla yukarılara çekilecektir. Oya Uysal Şimdi artık olmayan onlarca şey, sevgi, saygı ve hoşgörü gibi. Sait Faik "Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unatamayanlardır. Hanzalarının bu bahtısz kuvveti karşısında hiçbir memleket, hıçbir vatan tutamadan ner yeri, her şeyi severek öleceklcrdir" diyor. Bugün beni en çok rahatsız eden, (çarpık yapılaşma, yeşil kıyımı, grileşmc, tratik karmaşası bir yana) kara kalabalıklarla birlikte gclen kültürel gerileme. Şehir büyüdükçe kimliğini yitiriyor, küçülüyor. her şeye rağmen bir türlü ben mi terk edemiyorum onu, o mu beni terk etmiyor, bilmiyorum. Âslında bu soruna en kısa ve yerinde yanıtı "Sessizlik" adını taşıyan şiirim veriyor. kendini saklıyorsun şehrin kalbindeki evinde, en çok da birörnek insanlardan. Gri şehir. Çocuk düşlerinde kalan şehre benzemeyen şehrin, sanki tedirgin olduğun yabaneı bir yer. Gideceğin hiçbir yer yok, sana sahip çıkan hiç kimse, bir bulutun kenarına oturmuş arp çalıyor annen de... (Düşler, Mayıs97,Sayı 13) diye sürüp gidiyor. Oysa taşralı kızların düşlerinde kendini seyreden şehrim, hhalha vazgeçilmezliğinin tadını çıkartıyor, adı "Uçurum" olan bir şürde. Içe dönük taşra kasabalarının esnediği vakitler şimdi başörtüleri saçlarından kaymış kızların düşlerinde kendini seyrediyordur şehrim bense açılıp saçılmış bir dizenin eteklerini çekiştirmekteyim. (Yeni biçem, Haziran 96, Sayı: 38) "karanlık, kanser ve kader dedıg'ımız şey, kayda geçırdiğım jiır " Bunları olıışturan ne? \ fayat bir başı sonu olan süreçler zincırinuen ibarct. Durağan değil. Sürekli bir değişim ıçinde bir nilinmcyene doğru akıyor. Bu akışta her şey kendi zıdclıııı daiçinde barındırıyor. "Ayak Scsleri" SAYFA 9