Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Kapak konusunun devamı. • * kimse yükün altına girmek iste• mediği için, biraz da Nevzat Erkmen'in dileğine ııyarak, "Ulysses"in redaksiyonunu üstlenmek, onu yayına hazırlamak durumunda kaldım: Çevirmenini saymazsak, romanın Türkçe "versiyon"unu en iyi tanıyan okur, "şimdilik" bcnim. Sonra, "had" sorununa bağlı biçimde ortaya çıkan "hudud" sorunu geliyor: "Ulysses"i tanımak için kırk rırın gerektiği bilinen gerçek. Anglosakson kültürüyle içiçe yetişmiş olmak, îngiüz dilinin uçlarına yolculuk ctmiş olmak yetmiyor bu romanı yerliyerine koymak için: Modcrn edebiyat ve sanatın güzergâhını yakından izlemis, Antik kültürün girdisini çıktısını bifen, Joyce'la kurduğum ilişkinin boyutlarına bakarak, kendimde, bir kez daha vurgulamak isterim, bu türdcn bir nitclik görmedim elbette. "Ulysses"i, onu yalnız bırakmayacak bir yayınevinin günışığına çıkardığını bilmem beni bu bağfamda rahatlattı: Yapı Kredi Yayınları, hem romana, hem yazarının dünyasına ışık tutacak yan yayımların hazırlığı içinde nicedir: "Ülysses"i ve Joyce'u kuşatmak, onlara ışık tutmak bir önsözün sınırlanndan zaten taşıyor: Kalıyor son, ola ki daha özel, kişisel yanları ağır basan, "Ulysses"e önsöz yazmaya kalkan kalemsörün optiğini bağlayan sorun: Bunca didiklenmiş bir yapıta özgün sayılabilecek bir perspektihen bakma olasıhğı var mıdır? En uygun çözümün, cklektik bir bakışaçısına dayanan, "Ulysses" konusunda yctkc sayılmış kişilerin görüşlerinin karmasına dayanacak bir önsöz kaleme almaktan gcctiği hemen akla gelebilir. Başkalannı bilemem ama, bir okur olarak Joyce'la ilişkim, baştan bu yana yan okumalara bağlı olarak gefişti. Ellman'ın dcv biyografisi, Stuart Gilbert'ın anahtarokuması, Frank Budgen ya da Harry Levine'ın başvuru niteliği ağır basan kitapları ve Michael Groden'ın "Ulysses in Progress" gibi temel çalışmaları herkesi bu labirentte nasıl beslcmişse beni de beslemiştir. Şüphesiz Joyce'un şu anda bile önümde duran üç ciltlik mektubatı, Sylvia Beach'ın ya da Beckett'in tanıklıkları, Pound'un ya da Jung'un roman hakkında söyledikleri de ayrı bir depo oluşturmuştur "Ulysses" severlerde. Yılların içinde tortu belirginleşir, ya da tam tersine, sallandıkça bulanır. Bu tür kitaplarla, aslında, her yeniden ilişkiye girişinizde, sıfırdan başlarsınız. Bu uygun çöziim yerine uygunsuz bir çözümü yeğleyişimin öyküsü, 1996 yılının Bloomsday'inden bir iki hafta sonrasında, Paris'te bir akşamüstü yürüyüşünde başladı: Odeon'da, "Ulysses, 1922'de bu evde baskıya verildi" yazılı mermer levhanın altında fotofirara durduğumda bir ampul yandı kafamda: Haddini bilmenin en sağlam yolu onu zorlamaktan geçiyordu. Montaigne'in kulesinc yeni gitmiş, zihnim kuienin "Denemeler"iyle dolu, imgenin etrafında fırdönüyordum. Birden iki kulc birbirine geçti. Onları başka kulelere bağladım ve gecenin sonunda Babil Kulcsi'ne vardım. Yol nedir ki: Başladığınız noktaya ergeç dönersiniz. Hem herşey, Dublin'deki kulede başlamamış mıydı? Mimarî bir yapı ya içinde yer aldıgı çevreyle biitün bütüne uyumlu olacaktır, ya da büsbütün onunla çelişkiye düşecektir diye bir kural koymak ne denli doğru bir yaklaşım doğurur bilemiyorum; bana kalırsa, bu iki ucun arasında sayısız araduruş biçimiyle karşılaşınz, yapılar sözkonusu olduunda; ne ki burada, uçlardan birine önmek üzere öbür uçtan hareket et James Joyce ve... S meyi seçmek zorundayım, değil mi ki sonunda, en sonunda, dönüp dolaşıp gene iki uç arası iz siirdüğümü göreceğimi simdiden öngörebiliyorum, böylesi en doğrusu olacak, sanıyorum: Aslına bakılırsa, çevresiyle hepten çelişkili yapılar üzerine yıllardır, neredeyse yirmi yıldır başka bir metin kurma çabası içinde olduğumdan bundan önce sık sık, söz ettim, farkındayım: "Mimarın Düşü"nün bütünlenmesinin bunca uzun süren bir sürece yayılması bir bakıma iyi de oldu yılların içinden geçerken, pek çok karşıtlamsal vapı (edifice paradoxale) ile yüzyüze geldim ya, bu karşılâşmalar düşüncelerimi, umuyorum, biraz daha sağlam bir temele oturtmamı sağladı. Çevresiyle hepten çelişkili yapı, en eski çağlardan bu yana insanoğlunda tanımlanması güç bir "cezbe hali" yaratıyor: Ya havranhk, ya büyük bir itki, kimsenin onlara kayıtsız kalamadığı apaçık gerçek. "Ûünyanın Yedi Harikası"ndan Postacı Cheval'in "îdeal Saray"ında ya da Gaudi'yc, Steiner'in Goetne için diktiği "tapınakyapı"lardan Piano'nun, Bofill'in yapılarına uzanan "Mimarın Düşü"nün öncesine ya da sonrasına halka olsun bu deneme. Bu denemenin konusu mu "kule"? Sorunun yanıtını, bir iki temel figürün içinden geçmeye çalışarak arayacağım, aramak istiyorum. Hızla, üzerinden hızla geçmek üzere, ilk ucun üzerine gidiyorum önce, öyleyse. Tekvin'in 11. babı söylüyor: "Ve bütün dünyanın dili bir, ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göç ettikleri zaman, Şinar diyarında bir ova buldular; ve orada oturdular. Vc biribirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım, ve onları iyice pişirelim. Ve onların taş yerine kerpiçleri, ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şenir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim, ve kendimize bir nam yapalım. Ve âdem ofiullarının yapmakta oldukları şehri ve lculeyi görmek için RAB indi. Ve RAB dedi: lste, bir kavmdırlar, ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmaya başladıkları şey budur; ve şimdi yapmaya niyet cttikierinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin, inelim, ve biribirinin dılini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştırahm. Ve RAB onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü RAB bütün dünyanın dilini orada ka rıştırdı; ve RAB onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı". Babil'in kelime anlamı: Gökyüzünün kapısı. Ama bbl kökünden geliyor: Karış(tır)mak fiiliyle soy birliği taşıdığını biliyoruz. Karışıklığın kaynağı Yahve'nin bir kararına dayanıyor demek: Madem benimle boy ölçüşmeye kalkıştılar, bundan böyle anlaşamasınlar. Cıva gibi bölünüyor dillcr. Âdemoğlu'na indirilen ilk cezaları düşünürsek (Cennet'ten kovulma, Nuh tufanı, Ninova'nın ya da Lut'un yerlebir edilmesi, vb.), cn güçlü, etkisi en kalıcı cezanın bu olduğu tartışma gerektirmiyor: Biribirinizi doğru dürüst anlayamayacak, biribirinizie kcsin biçimJerde anlaşmaya varamayacaksınız. Yer'den Arş'a uzanma çabasını Tanrı'yla, tannlarla boy ölçüşme saymak, inanılır bir gerekçe mi, Babil cezası bağlamında? Bütün tektanrılı dinlerde, tapınaklar yükseklik esasına dayanır: Ibadet topos'u, sivil mimarînin öteki örneklerine göre daha güçlü, görkemli tutul muş, asıl Erk'in gökyüzüne ait olduğu gerçeği vurgulanmıştır. Şüphesiz, çan kulesi ya da minare, »ir yandan da çağrı sesinin olabildiğince uzaklara, en kuytu noktalara dek olaşabilmesini sağlamak amacıyla yüksek tutulmuştur; bir yandan da, ama, ilâhî güce yakışır bir boyut tutturulmak istenmiştir. Başfangıçta, tektanrılı dinlerle çokCUMHURİYET KİTAP SAYI 380 SAYFA 4