28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Witold Gombrowicz'in sürgünde iken yazdığı ilk romanı, 1952'de Paris'fce yayımlanan "Atlantik Ötesi" onun Ariantin'de geçirdiği ilk günleri ile ilgili özyaşamöyküsel bir fantezidir. Gerçek yolculuğu da aşağı yukarı romanda betimlediği kadar tuhaf geçmişti. JAROSLAVV ANDERS Duygusal olmayan bir yolculuk Atlantik Ötesi hükümetinin kafasında daha önemli şeylerin olması beklenirdi. Gerçekten de Chroby gemisinin Buenos Aires rıhtımına yanaşmasından birkaç gün sonra savaş patladı. Durumun saçmalığının ve yolculuk arkadaşlarının anlamsız yurtseverce konuşmalarının etkisinden kurtulan Gombrowicz, Avrupa'ya dönmek yerine Arjantin'de kalmaya karar verdi. Bu ülkenin pampası içinde yitmiş, kötü durumda bir göçmen rolü de ona aynı derecede saçma göründü ve köklü bir şey şey yapmasını gerektirdi. "Kendimi çağdışı, eski bir üslup içinde, neredeyse doku sertleşmesi gibi bir tür sertleşme içinde hissettim; bu moralimi öylesine düzeltti ki hemen o eski zamanı anımsatacak bir şey yazmaya başladım" diyor Gombrowicz yıllar sonra. "îçinde bulunduğum durumda, çabucak yabancı dillere çevrili yayımlanabilecek bir şey yazmak önemli idi. Ya da, keşke Polonyalılar için, onların ulusal gururlarına dokunmayacak bir şey yapmak isteseydim." Oysa o, bunun yerine başka bir diıe çevrilmesi olanaksız ve Polonyalı okuyucuları çok gücendiren bir roman yazdı. Yaşamının sonlarına doğru kendisi ile yapılan bir görüşmede söyle demiştir: O yoksul halimle kendimi nasıl da lükse kaptırmışım!" Atlantik Otesi'nin üslubu, Polonyalı unvansız soylular tarafından sözlü bir tür olarak geliştirilen Polonya onyedinci yüzyıl öykü tarzının bir parodisidir. Bu tür daha sonra romantik öykücülerce ele alındığı gibi, Polonya anlayışının en kötü ve en iyi özelliklerini çok iyi.belirten bir üslup durumuna da geldi. Övüngen ve abartılı, uydurulmuş tuhaf deyim ve sözcüklerle, gramer açısından büyük anormalliklerle dolu bu üslubun sert bir pastoral şövalyeliği, sözlerde aşırı milliyetçiliği ve Polonya taşra şövalyelerinin sarhoş fantezisini anlattığı söyleniyor. O zamanın özgün Polonya öyküleri, askeri başarılar ya da Gombrowicz'in romanında olduğu gibi yabancı ve fantastik ülkelere yapılan yolculuklara ilişkin, toplumdışına itilmişlerin öyküleriydi. Romanın ilk sayfalarında Gombrovvicz adını taşıyan kahraman Arjantin'den Polonya'ya geri dönmek üzere olan bir gemiden yavaşça ve gizlice kaçıyor ve açıkça bir rahatlama içinde, haksızlığa uğramış anavatanına çatıyor: O dengesiz, çılgın, vebalı ülkenize doğru yol alın; sizi tepine tepine ayaklarının altında ezsin; tedirgin ede ede canınıza okusun; çırpına çırpına sızi de çırpındırsın, kan içinde bıraksın; avazı çıktığı kadar bağırıp size sövüp saysın; son soIuğunu verinceye dek büyük acılar çektirip barsakla' ' rınızı bursun; kudurup ölürken sizi, çocuklarınızı, kanlarınızı da ısırıp öldiirsün, kudurmuş bir köpek gibi kudurtsun. Kısa bir süre sonra kahraman Arjantin'de yaşayan bir grup Polonyalı'nın tuzağına düşüyor: Bunlar kahramanın edebi ününü şişirip, onu, sözde ülkelerinin sanatsal dehasına saygı gösterilmesini sağlaması için, ünlü bir yerli edebiyatçı ile bir söz düellosunda karşı karşıya getiriyorlar: Pyckal ile baron ansızın kulağına eğilip "Haydi ısır onu" diyorlar. Müsteşar da öteki kulağtna eğilip "Hır, hır, haydi ısır onu" diyor. Ben de "Ben köpek değilim" diyorum. Ne ki müsteşar kulağıma fısıldıvor: "Isır onu! Rezil oluyoruz, çünkü adam en ünlü yazarları; üstelik kendisine büyük Polonyalı dehamızın yanında büyük saygı gösteriliyor; olacak şey değil bu. Isır onu, pis herif. Haydi, dahi, ısır onu, yoksa biz seni ısıracağız." Bu sahnede, afallamış kahramanın başına gelen bir sürü küçük düşürücü olaydan yalnızca birine tanık oluyoruz. Kedısine sanatsal açıdan işkence eden bu adamlardan kurtulmayı başarır başarmaz, Polonyalı soylu centilmen albay Tomasz ve gözü onun oğlu Ignace'da olan Ariantinli homoseksüel Gonzalo arasındaki şiddetli tuhaf bir rekabet vüzünden başı derde giriyor. Bir muhabbet tellalı, bir yabancı dost ve bir düello tanığı olmak zorunda kalıp, baba albayın tutucu, yurtsever ve otoriter dünyası "Patria" (Vatan) ile içinde Gonzalo'nun masum Ignace'ı tavlamaya çalıştığı "Filistria" (Oğulistan) arasında da hırpalanıyor. Gombrowicz'in birçok romanında ve tiyatro yapıtlarında görüldüğü gibi, roman kanramanının ruhu uğruna verilen savaş; daha genç bir kişinin, olgunlaşmamış ve "düşük" bir kişinin bedeni uğruna "vekaleten" verilen bir savaş oluyor. bir süre sonra r o ma n cı " Gom b r o wicz" albay Tomasz'ın, Polonyalı şerefine sürüfen lekeyi silmek için, oğlu Ignace'ı kendi elleriyle öldürmek istediğini keşfediyor; öte yandan Gonzalo'da Ignace'ı kendi babasını öldürmeye itmek niyetindedir. Kahraman, kaçırılıp Polonya elçisini öldürmek için büyük bir suikast planı arayışında olan Mahmuzlu Şövalyeler Örgütü adında bir gizli derneğe zorla sokulunca konu daha da fantastik bir hal alıyor. Bütün bunalr bir göçmenin; düse benzeyen, tenlikeli, güvensiz dünyası ve D oğu Avrupalı yazarların halklarının ahlak yasalarını koydukları yıllardır söylenir, bölgelerinin tarihinin dalgalı denizindeki kayalar gibi kımıldamaz, değişmez olduklan sanıhr. Oysa yakından bakıldığında görülür ki bunlar genellikle son derece değişken, oynak insanlardır. Salt gerçeklerin savunucusu aynı kişinin sofu bir Katolik iken, gayretli bir Stalinci, karşı göriişlü bir Marksist, libera] bir solcu, bir serbest piyasa yanlısı olduğu, ardından da ısrarla katı bir ahlaksal otorite kurulmasını isteyerek, yine sofu bir Katoliğe dönüştüğü az görülen bir şey değildir. 1920'Ii yılların sonıarına doğru ilk edebiyat denemeJerine başlamasından 1969 yılında ölümüne dek, Polonyalı yazar Witold Gombrowicz yalnızca bu garip entelektüel değişikliklerden uzak kalmamış, aynı zamanda durmadan değişen kişiliğinin köklü felsefesi içinde bu Doğu Avrupa olayının usa yatkın bir açıklamasını yapmıştır. Birçoklarınca en önemli yapıtı sayılan üç ciltlik Günce'sinde bir kuram ortaya attı; buna göre Polonyalı yazarlar yalnızca yüzeysel bir anlamda bireydirler. Gerçekten de bunlar toplumsal kurumlardır, diyordu Gombrowicz, "Polonyalı düşüncesi, Polonyalı mitolojisi, Polonyalı ruhsal olgusu gibi çevreden gelen, kişisel olmayan, üstün, insanlar arası ve kolektif bir şeyin engellediği topumsal kurumlardır. "Kendilerini önemli ve sorumlu sayıp, bunun etkisinde kalarak düşüncelerini geliştirmekte kendilerini neredeyse hiçbir zaman özgür hissetmezler ve imgelemlerinin efendisi durumuna gelirler. Gombrowıcz ununu birçok paradoks üstüne kurmuş. Kendisi Polonya edebiyatına çok önem vermeyen bir Polonyalı yazar, belli başlı yenilik akımları ile alay eden bir yenilikçi, ahlaksal eğilimleri açısından da şüpheci ve diyalektikçi. 1970 yılında kimi eleştirmenler onu postmodernizmin habercisi olarak göstermeye çalıştılar, ama o hiçbir kategoriye girmemiştir. Yaşamının en yaratıcı döneminin çoğunu bir Polonyalı yazar için elverişsiz olan Arjantin'de geçirmiş Dulunması, geçmişe dönük olarak mantıklı ve neredeyse Tanrının lütfuna bağlı bir şey gibi görünüyor. Gombrovvicz'in sürgünde iken yazdığı ilk romarjl, 1952'de Paris'te yayımlanan Atlantik Otesi onun Arjantin de geçirdiği ilk günleri ile ilgili özyaşamöyküsel bir Fantezidir. Gerçek yolculuğu da aşağı yukarı romanda betimlediği kadar tunaf geçmişti. Dünya savaşı arifesindeki, elinde dayanak olarak yalnızca bir romanı ve sinik, soytarı ünü Ue genç yazar Gombrovvicz, Polonya hükümeti tarafından, ilk seferine çıkacak Boleslev Chroby gemisi ile bir yolculuğa katdmaya davet edilmişti. Başka bir genç yazarla Arjantin'dekı Polonya topluluğu önünde "Polonya kültür elçisi olarak" gösteri yapacaktı. Polonya hükümetinin onu böyle bir yolculuğa katılmaya neden davet ettiği ve onun bu kuşkulu görevi neden kabul ettiği hâlâ bir gizdir. Ulusal ciddi değerlere karşı saygısızlığı; geleneksel olmayan, gerçeküstü ve kavramsal edebi üslubu.ile ünlü Gombrowicz'i Polonyalı tutucu estancieros'lara edcbiyat temsilcisi olarak aöndermekle tuhaf bir seçim yapılmıştır. Ustelik, savaş kaçınılmazdı ve Polonya özellikle yenilgi zamanında kendi kendini büyük gösterme eğilimi üstüne yazılacak bir fars için yeterince malzeme oluşturuyor. Akdeniz, romanın eski, stilize dili öyküye tuhaf bir biçimde soğuk ve tehdit edici bir yankı ekliyor. rollerinde acı çekerek rahatsız olan ve içlerindeki boşluğu en aeeneksel jest ve sözlerle doldurmaya çalışan kişileri, yanlış rol verilmiş tiyatro oyuncularına benziyorlar. Romanın baslıca teması boşluktur. Tomasz ile Gonzalo arasındaki düello boş tabancalarla yapılır. Gonzalo'nun görkemli malikanesi hazinelerle doludur, ama boş ve bayağıdır. "Boşluk, boşluk, boşluk...' Romanın kahramanı ne zaman anlaksal bir tutum içinde olsa, bu nakaratı yinelemektedir. Son sahnede boşluk ansızın patlak veren bir kahkaha ile ortaya çıkıyor. Bu kahkaha tufanı kişileri zararsız duruma getiriyor ve mutlu bir biçimde, ölümcül planlarını bozuyor. Üstelik sonucun kendisi de boş ve bir çözüme ulaşmamış gibi görünüyor, sanki yazar bir çeşit karara varmava çalışacak yerde, konusunu bırakmaya karar vermişe benziyor. Polonya söyleml Bir sürgün rommı Gombrovvicz kendisi ile yapılan bir görüşmede, romanın amaçlarından birinin Polonya söylemini çürütmek ve boş hayaller, kuruntular, boş ama parlak sözlerle yaşayan yurttaşlarını uyandırmak olduğunu söylemiştir. Yazar, aynı zamanda, yurttaşlarının ağlamaklı üslubu sürdürme isteklerinden ve Kopernik, Chopin ve Koscinszko adlannı dünyanın sempati ve desteğini sağlamak için durmadan ortaya atmalarından rahatsızdı. Polonya'nın gerçek kurtuluşu, Polonyalı'nın Polonya söyleminden kurtulması ile başIamalıydı, çünkü bu söylem tarihsel yıkım zamanlarında baskısını artırdığı için, böyle bir kurtuluş özellikle kaba ve kışkırtıcı bir davranışı gerektiriyordu, tıpkı "cenaze töreni sırasında patlayan bir kahkaha tufanı" gibi. Gombrowicz ayrıca "Polonyalılığı" ile çekişmeli, karışık ilişkisinin yazıları içinde çok daha evrensel bir sorunun göstergesi olduğunun söylen,rnesine sık sık karşı çıkmıştır. Atlantik Ötesi'nde ve ötekiyaprtlarında söz konusu olan şeyin, modern insan kimliği sorunundan ya da kendi sevdiği deyişiyle, biçim'den başka bir şey olmadığını belirtmiştir. Birçok yenilikçi gibi o da Tanrı'dan ve kendisinin açık bir tanımından yoksun modern insan kendisini hiçten yaratmalıdır. Birçok başka yenilikçiden farklı düşünerek, bu süreci ne yalnızca insanın özgür iradesinin ne de adı bilinmeyen toplumsal güçlerin işi olarak algılamıştır. Günce'sinde şöyle yazıyor: Bireyin çevresine bağlı olduğunu yadsımıyorum ama bana göre, insanın aynı zamanda bir insan, bir başka insan tarafından yaratılmıs olması çok daha önemli, sanatsal açıdan yaratıcı, psikoloiik açıdan daha derin ve felsefe açısından daha tedirgin edicidir. Rastlantılar içinde. Günün her dakikasında. Gombrovvicz insanın yalnı/ca öteki insanlara göre var olduğunu söylüyor. însan yalnız bırakıldıgında biçimini yitiriyor, çeliskiler içinde yüzüyor. Başkalarıyla birçok karşılaşmaıarı sonucu biçimleniyor "kendi biçimini alıyor, karakterini buluyor, insanlar içinde çeşitli imgeleri oluyor; kişiliği ile kendi kendini tanıyor ve kendini dünyaya tanıtıyor, ama bireysel alanda değil, insanlar arası alanda. Bi çim milyonlarca küçük parçadan oluşan ve her dakika özel bir değişik biçime giren bir dalga gibi ortaya çıkıyor. Böyle ortaya çıkan biçim çoğu kez gülünç ve kaba oluyor. Ama bu modern insanın "kimliğini" tanımlarken göz önünde tutması gereken tek şey. Biçimden kurtulabilecek "otantik" kişi yoktur. İnsan her zaman yapaydır ve başkaldırısı ister istemez yeni bir Biçime dönüşür. Biçim yasamın özü ile uyum içinde değildir, ama bu kusuru tanımamaya çalışan her düşünce aynı zamanda Biçim durumuna gelir ve yalnızca Biçim için çaba harcandığını doğrular. CUMHURİYET KİTAP SAYI 319 Otantlk klşl yoktur SAYFA 8
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear