29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

bunlar. Buna karşılık Türkçede sadece erkeklik organının kadınınkine girmesiyle anlatılabiliyor. Oysa, pekâlâ, 'sevişme' dıye bir sözcüğümüz de var, ama o artık ulvileştirilmiş! Platonik... Fakat insan üstüne varırsa, erotizmi çeşitli göndermelerle eşitleyici biçimde dile getirebiliyor; metaforlar, simgeler ses uyumları, ses bozmaları (prangalar altındanPrangalar altındaaltın yumurtalar vb gibi...) yoluyla da... Diyelim, girmek, erimek, birleşmek... Buniar aynı zamanda şiirsel tınlamaları da olan sözcüklerimız. Ama bir de kavramlar sorunu var. Bunları aşmanın da birtakım yeni göndermeler yoluyla altedilebileceğini gördüm. Çağrışım yüklü sözcükleri kullanarak, bunlarla yeni söz dizimleri yaparak... Dil ucu, çene çukuru, kadife kutu, kılıç kalkan, süngü, kuşlar, kanat çırpışlar, dişsiz timsan başı, nemli kestane, ovalar, tepeler, koyaklar, çimli yamaçlar, kuytuluklar, mağara, mağaralar, uğultu, ballıbaba, kadeh boynu ve tabü dcniz kestaneleri... Daha sayısız olanak var. "Biz de şişe açtıralım", "Biz de her gün şişe açtırmıyoruz ya?" vb. ilk aklıma gelenler. Ancak, bir şey daha var galiba: Erkek olmaktan öte, şeddeli maço olan bir dille erotik metin yazmaya kalkıştığımda, yolumu asıl aydınlatan bir anlamda kadınla adamın konumları oldu. Sanırım tasarlanabildiğinde sevişme güzelleşiyor, sevişme güzelleşince de anlatımı güzel olabilir. Güzelliği tasavvur edilebilen bir sevişme dilinin çirkin olması mümkün değil galiba. Nitekim, özlenenle olan arasındaki anlatım farklan bunu oldukça açıklayıcıdır bence. Romanınızda erotizmi anlatırken yakın tarihimizden, haldeki toplumsal durumumuzdan, çeşitli K I T A P T A N B İ R B Ö L Ü M Yine de hâlâ şu, dilini kadının sol çenesindeki çukurlukta dolaştırma isteği. Oysa karşısındaki artık gülümsemiyor. Az önce "Ah evet' derken de gülümsemedi. Sadece parmaklarında engellemeye çalıştığı bir kıpırtı. Körmendi'ymiş de, piyano çalmayı anık reddediyormuş gibi... Ona fısıldamalı mı? Bir tanem, bütün sorun senin ne isteyip ne istemediğini tam olarak bilememem. Parmaklannı tenimin üstünde dolaştırmaktan hoşlanıyor musun, hoşlanmıyor musun, bilememem. Bir defasında, çıldırıyorum, diyorsun; bir başka sefer elimin üstündeki kıllara bile değmenin içini buz gibi ettiğini söylüyorsun. Açıkca da söylemiyorsun, gövdenin diliyle öyle demeye getiriyorsun. Artık oyunlara sığınmak, onların ıçine kaçmak da yok; çok ciddileştik. Siyah ve beyaz olduk; renkler tekler ve çiftlerden ibaret. Tekler ve çiftler; yorumlama ve çözümlemeyle, bir sonuca varma çabalarıyla geçıp giden geceler; hiç yaşamadan ölmeler, hiç sevişmeden yorulmalar; ne hakkımız var, diye sora sora, nasıl olur da o kadar duyarsız kalabiliriz ki, diye diye duyarhklarımızı törpüleyerek; acı çekiyorlar, acı çekiyorlar, acı çekiyoruz, onları unutabilecek edepsizlerden olsak neyse; değiliz işte, o anlamda cesur da değiliz zaten, diye diye... Fakat, biliyor musun, ağzım beni dinlemiyor, karnım zil çalıyor, dilim rahat durmuyor, uzun süredir uyuşup kalmış hücrelerime kan hücum ediyor, nasıl farkında olmazsın? Bizi nasıl unutursun? Yoksa farkında mısın? Farkındasın da, onları unutacak mıyız peki, diye, işkence çekenleri işkenceden kurtaramadan ikimize de işkence mi ediyorsun? İşkence ediyorsun, evet! Unuttun mu, bizi unutanları bizi yok sayanları, bugünü yok sayanları, hayatı unutturanları ve unutanları unuttun mu? Herkes herkesi unuttu sevgilim, anımsamıyor musun? En çok şimdi üşüyorum bir tanem, ısıt beni. Bu kaçıncı sonbahar, kimsenin kimseyi ısıtmadığı. Üstelik yatılıyor. Hep yatılıyor. Desen Tan Oral toplumsal tabakalara ait insanlardan, bedenlerine ve runlarına ait düşüncelerini yansıtarak bahsediyorsunuz. Ortaya çıkan şu: "Bedenlerimizden önce düşünecek çok şeyimiz var." "Hiç yaşamadan ölüyor, hiç sevişmeden yoruluyoruz." "Sürekli yatıyor, hep yatıyoruz." Asıhyorlar ama yüz vermiyoruz. Sonuç: Kaba bir yaşam tüketicisiyiz. Ara yolu yok mu? (Gerçi, romanda açıklanıyor ama okurlarımız için sizin düşüncelerinizi almak istedim.) Soluk alınacak bir aralık mı? Yaşanacak bir alan mı? Romandan çıkması gerekiyor. İşte, kadınla adamın sözde, yani kurgulanmış, resmedilmiş sevişme süreci. Ama bu süreci, bir çeşit kışkırtı olarak da yazdım ben. Kaba hayat tüketiciliğine karşı durabilecek bir, bir.. alternatif!! Peki, provakasyon. İnsan ne olsa bu çığlığı atmak ve attırmak da istiyor: Peki ama insan? O nerede, ne zaman yaşayacak? Bütün dünya sanki 'insanını' yok ediyor. Bize gelince, daha da yalnızlaştırıcı; daha acıklılaşıyor iş: Misyonerlikle sorumluluğu durmadan birbirine karıştırmış bir toplum bilinci; var etmekle var olmayı birbirinden nasılsa kılıç darbesiyle ayırmış toplum üyeleri. Sorumluluğu gerçekten bilseydik, diyorum, acaba ilk adımda kendimizden, kendi bedenimizle tanışıklıktan sorumlu kılmaz mıydık kendimizi? Sonınuza bir yanıt getirmediğimi biliyorum, ancak Ruh Üşümesi'nde de benim peşinde olduğum tek, kesin yanıtlar değildir. Belki kendimize bile sorulmamış soruları sormak, sordurmak... Ne bileyim, kendimizden kaçmamak, çirkinsek de aynaya, bu benim işte, diye bakabilmek... Yoksa artık ayna da mı bulunmuyor ortalıkta? Böyle ise yazmanın da anlamı kalmamış demektir, fakat öyle olmuyor. Yazmanın tadı da, anlamı da hâlâ sürüyor. Çünkü insan, denize doğru yuvarlanan o minik kum taneciği, bir kum tanecieinin bu dünyadan nasip aldığı kadar oir nasibi bulunduğunu hiç değilse kendi anlarında biliyor. Sahici bir sevme, sevişme de anlarda mümkün, insanın kendi varoluşu kadar bir zaman parçasında diye düşünüyorum. İşte burada bu ara yolu, bu an'ı körelmeden, körleşmeden, kabuk bağlamadan yaşayabilmenin önüne gerilen ne varsa, bütün olanakları kullanarak aşmalıyız. Kimbilir, belki salt bu nedenle Ruh Üşümesi sadece, orada bir canlı var, o kabuğun altında, diye mırıldanmak istiyor. "Biz"den "ben"e geçişin kanatlanıp uçmaya, uygarlıgın "bu düeti yazmaya" yetmediğini varsayarsak çözüm nerede? Doğru nerede? "Bu düeti kim besteleyecek, ilk adımı cesur ve soğukkanlı, hem atak ve ürkek olan düeti!" (S.22) Bu cümlenin bir öncesinde şu var Ruh Üşümesi'nde: "Ürpertinin kime ait olduğunu bilemediğimiz an, suyun yaşı sorgulanmaz, deniz kestanesinin de diye yazmalı bir ozan. Ama hangisi?" Sanırım bilebildiğim tek açık nokta şu, bu konuda: Ekonomiyse de, politikaysa, da, şu ise de, bu ise de bize düşen kendimize ozan (İnsan) duyarlığıyla yaklaşmaktır. Değmeyi, dokunmayı hissetmek. Bu konuda başka bir yanıtım yok doğrusu. Romanı yazdım, belki o kendisi bütün bunlara bir yanıt oluşturabilir. Yani, kendine birilerini daha katabilirse, bir yanıt oluşturmuş olabilir demek istiyorum. Yeter ki birkaç güzel şiir okuyalım ve deniz mağaralarının derin uğultularına kulak verelim. Kitabın adam ve kadını bunu yapmıyorlar mı dersiniz? D S A Y F A 7 CUMHURİYET K İ T A P SAYI 54
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear