26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER henüz bu reseptöre sahip değildi. Araştırmacılar bu yüzden Neandertal insanının bu gen sekansına sahip olup olmadığını kontrol etmişler ve ilginç bir şekilde aranan gen sekansının günümüzdeki insanlarda bulunanla neredeyse aynı olduğunu görmüşler. Neandertal insanı yüz binlerce yıl Avrupa’da yaşayarak birçok hastalık etkenine karşı bağışıklık kazandıran HLA reseptörünü geliştirmiş. Avrupa’ya göç eden bazı atalarımız Neandertallerle melezleşince bu reseptöre ait gen Avrupalıların kalıtımına da işlemiş. Bu nedenle de Avrupalıların büyük çoğunlu kalıtımlarında soyu tükenmiş kuzenlerinin mirasını taşıyorlar diyor biim insanları. Tahminlere göre kalıntıların altında başka depolar da bulunuyor. A. M. Celal Şengör Y kromozomu olmadan da üremek mümkün Arkeologlar İsrail’in kuzeyinde Yakındoğu’nun en eski ve en büyük şarap mahzenini buldu. Yeraltındaki bir mekânda Yakındoğu’nun en büyük şarap mahzeni yaklaşık 3700 yıllık 40 küp (amfora) korunagelmiş. Küplerın toplamı 2000 litre kapasiteli ki bu üç bin şişe şarap demek. Antik şarap mahzeni Amerikalı ve İsrailli arkeologlar tarafından Tel Kabri’deki kazılarda gün ışığına çıkarılan, M.Ö. 1700 yılına ait Kenan kentinde bulundu. Kentin hükümdarları büyük bir sarayda yaşıyorlardı. Arkeologlar bu sarayın kalıntılarını ortaya çıkarırken doksan santim yüksekliğinde ağzı kapalı bir küpe rastlamışlar ve kazmaya devam edince de 4,5m x 7,5m büyüklüğünde bir mekânda kırk kübün saklandığını görmüşler. Bu çok önemli bir bulgu çünkü bildiğimiz en eski en büyük şarap mahzeni, diyor George Washington Üniversitesi’nden Eric Cline. Araştırmacılar, küplerin içindeki kalıntıları analiz etmiş. İçinde şarap için tipik olan içerikler dışında, Mısır’da da şaraba eklenen baharatlara ait izler saptamışlar. Bunların arasında tarçın, nane, kuru üzüm, bal ve ardıç üzümü de yer alıyor. Analizler ayrıca her küp içindeki bileşimin, miktarın ve içeriklerin aynı olduğunu da göstermiş. Arkeologlara göre bu durum, şarabın daha o zamanlar bile sistematik bir şekilde ve büyük miktarlarda depolandığının bir kanıtı. Mahzende depolanan şarap tahminlere göre zenginler ve güç sahibi insanlar tarafından içiliyordu. Şarap mahzeni saraya ait bir toplantı salonunun yakında bulunmuş çünkü. Burada Kabri’nin soyluları ve misafirleri bir araya gelerek keçi etiyle birlikte şarap içiyorlardı diye açıklıyor Haifa Üniversitesi’nden Assaf YasurLandau. Hawaii Üniversitesi bilim insanları DNA’daki erkeklik sembolünü sildi. Monika Ward ile çalışan ekip Y kromozomu olmadan da üremenin mümkün olduğunu söylüyor. Ykromozomu üzerindeki tüm genetik bilgiler iki gene sığdırılmış (Science). Araştırma, gerçi erkek hayvanların yapay döllenmeye ihtiyaç duyduklarını ama yine de yavruları olabileceğini söylüyor. Bu da bozuk kromozomlar nedeniyle kısır olan erkekler için umut verici bir haber. Birçok memelide olduğu gibi insanda da bir çift cinsellik kromozomu bulunur. Bir insan anne babasından bir X ve bir Y kromozomu alırsa, bebeği erkek olarak dünyaya gelir. Eğer iki X kromozumu varsa kız olur. Ykromozomu bu yüzden erkeklik sembolu olarak kabul edilir. Farelerdeki Ykromozomu normalde 14 belirgin gene sahiptir ve bunlardan bazılarının 100 kopyası vardır. Bilim insanları genetik değişimden geçirildikleri için tek Ykromozomu ve sadece iki gene sahip olan farelerin de yavruları olabileceğini kanıtladı. Wellcome Trust Sanger Enstitüsü’nden Chris Tyler Smith’e göre yeni araştırma sonuçlarını doğrudan doğruya insanlara aktarmak mümkün değil, çünkü söz konusu iki genin tam karşılığı insanda bulunmuyor. Kasım ayı başında MIT’deki arkadaşım Prof. Leigh (Wiki) H. Royden’i ziyaret ederken, onun evinde misafirdim. Wiki, kaldığım odadaki yatağımın baş ucuna teorik fizikçi Lee Smolin’in “The Trouble With Physics” (Houghton Mifflin, Boston, 2006) başlıklı kitabını koymuştu; belli ki okumamı istiyordu. Ben de okudum. Fizikteki Sorunlar ve Doğa Bilimlerinin Temeli Başlığı, “Fiziğin Derdi” diye tercüme edilebilecek olan bu eserin bir de alt başlığı var: “The rise of the string theory, the fall of a science and what comes next”. Bu da şöyle Türkçe’ye çevrilebilir: “Sicim kuramının yükselişi, bir bilimin düşüşü ve ardından gelecek olan”. Bu alt başlığa dikkatinizi çekerim: Düşüşünden bahsedilen bilim, en temel doğa bilimi sayılan fiziktir! Kitabı yazan da sıradan bir insan değil, çağımızın adı bilinen önemli kuramsal fizikçilerinden biridir: Profesör Lee Smolin (1955 ), doktorasını Harvard’dan almış, Princeton’da bir zamanlar Einstein’in de öğretim üyesi olduğu Institute of Advanced Study’de doktora sonrası çalışmalar (postdoctoral research) yapmış, üç değişik kurumda aynı anda kadrosu olan ve Türkçe kuantum çekim döngüsü (loop quantum gravity) denilen bir kuramın da babalarından biridir. Peki, Profesör Smolin, kendi biliminin çöktüğünü niçin düşünmektedir? Profesör Smolin, önce basit bir gözlemle işe başlıyor: Fizikteki “standart model” denilen temel parçacıklar kuramının ortaya atılıp, hızla deneysel destek bulmasından sonra (ki bu iş 70’li yıllarda hemen hemen tamamlanmıştır) hiçbir önemli gelişmenin olmadığı gerçeği. Fizik, diyor Smolin, ciddi bir şekilde tökezlemiştir. Bu tökezlemenin belirtisi olarak da, ortaya atılan ve string theory (sicim kuramı) denilen varsayımın, fizikçiler tarafından işlenme şeklini görüyor. Fiziğin çözmeyi amaçladığı en temel sorun, yerçekimi, manyetizma ve zayıf ve güçlü çekirdek kuvvetleri denen dört kuvvetin tek bir ifadede toplanmasıdır. Madde enerji olarak (Einstein’in meşhur denklemini hatırlayalım: E=mc2, yani enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi), enerji de kuvvet olarak (meselâ W=?f . ds, yani iş eşittir kuvvet çarpı alınan mesafenin entegrali) ifade edilebileceği için, bu dört kuvveti açıkladığınız zaman, tüm evrenin tam bir açıklamasını elde etmiş oluyorsunuz. Bunu başarmanın yolu, Einstein’in genel izafiyet kuramı ile Schrödinger’in Kuantum Kuramı’nı bir arada ifade edebilecek bir kuram bulmaktan geçiyor. Einstein’in kuramı, evrendeki büyük olayları, Schrödinger’in kuramı da atom içinde olan olayları açıklıyor. Birincisi, ilk kez Parmenides tarafından ortaya atılan Newton’un değişmez evren (blok evren) fikrini, ikincisi de ilk defa Tales ve Anaksimandros ile doğa bilimine girmiş olan nedensellik kuramının determinist (eski tabirle muayyenci) yorumunu ihtimalci bir yorumla değiştiriyor. Yani a nedeni kesinlikle b’yi doğurur yerine (ihtimal = 1), a nedeninden b’nin doğması ihtimali 0 ile 1 arasındadır diyebiliyorsunuz. Bu iki kuram, Einstein’in kuramının determinist olması nedeniyle birbiriyle çelişki içindedir. İşte sicim kuramı, bu iki kuramı, her temel parçacığın titreşen sicimciklerden oluştuğu varsayımını kullanarak birleştiriyor. Ancak sicim kuramının “küçük” bir kusuru var: Kendisini yanlışlayabilecek herhangi bir gözlem teklifinde bulunamıyor. Bu şu demektir: Sicim kuramı bilimsel değildir! Aralarında merhum Richard Feynman’ın da bulunduğu bir grup Nobel’li fizikçi bu fikirde. Smolin gibiler ise, sicim kuramını zamana bağlı gelişen bir evren içinde ele alıp, fiziği tarihsel bir bilim yaparak sorunun çözülebileceği kanaatindeler. Ama fizikçilerin yüzyıllardır inandıkları bir ilke, fizik kanunlarının zamandan bağımsız olmasıdır. Gerçi Einstein’in izafiyet kuramıyla gelen “uzayzaman” kavramı bu inancın boş olduğunu göstermiş olmalıydı, ama Einstein de dahil fizikçiler bunu böyle yorumlamadılar. Hatta, sicim kuramcıları, Einstein’in göreceli uzayzamanını terkederek, Newton’un değişmez uzay ve zamanına döndüler. Smolin diyor ki, bunun temel sorumlusu, fiziğin matematik dilini kullanması ve matematiğin sunduğu görünür güzelliğin, gözlemsel bilime kurban edilmemesi arzusudur! Halbuki, biliimde temel olan, hangi dili kullandığınız değil, kuramların doğa ile uyumlu olmasıdır, zira amaç doğayı açıklamaktır. Matematik ve fizik, ta Auguste Comte’un yaptığı bilimler sıralamasından beri en yüce bilimler sayılageldiler. Bu yanlıştır: Bilim tektir ve bir parçasını ötekinin üzerinde görmek abestir. Önümüzdeki hafta size Profesör Smolin’in Darwin’ci evren kuramını anlatacağım. Biyolojik ve jeolojik düşünce tarzının orada fiziğe temel olduğunu görerek hayretlere düşeceksiniz. Firavunların sadece kendileri değil, birlikte gömülen yiyecekleri de mumyalanı Ölü firavuna mumyalanmış biftek Nilgün Özbaşaran Dede [email protected] CBT 13947 / 6 Aralık 2013 yordu. Eski Mısır’ın soyluları öldüklerinde yiyeceklerle birlikte gömülürdü ki bu yiyeceklerin arasında et de bulunuyordu. Nil’in sıcak ikliminde etler ne şekilde korunabilirdi? Çünkü çöl sıcağında etler birkaç dakika içerisinde bile bozulabilir. Bristol Üniversitesi kimyacılarından Richard Evarshed, eski Mısırlıların etleri koruyabilmek için mezarın en yakınındaki maddelerden yararlandıklarını söylüyor (PNAS).
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear