29 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) BİLİM TARİHİ İnsanoğlu dijital ahlaklı olmanın kurallarını global bir uzlaşma ile sağlayabilir mi? Dijital yerliler bunu başarabilir, eğer dijital göçmenler yakalarından düşerse. CBT 1396 12 /20 Aralık 2013 10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü’nde, tüm dünyadan 562 yazar şirket ve devletlerin insan haklarına aykırı (dijital) gözetleme yapmakta olduklarına istinaden bir manifesto yayımladılar. Bu bildiri tüm dünyada otuz ayrı gazetede aynı gün haber oldu. Aralarında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Murathan Mungan ve Buket Uzuner’in de olduğu yazarlar, Birleşmiş Milletler’den bir “Dijital Haklar Beyannamesi” hazırlamasını da talep ediyorlar. Gözetleme faaliyetleri, özellikle dijital teknolojilerin yaygınlaşıp ucuzlamasıyla kontrolden çıkmış bir seviyeye ulaştı. Bir yandan dünyadaki kamu yönetimleri bu imkânları siyasi çıkarlarını dikkate alarak kullanırken diğer yandan Google gibi firmaların “cadde görüntüsü” vb. gibi iyi niyetli amaçlarla yaptıkları dijital çekimler, bireyin özel hayat mahremiyetini zedelemeye başladı. Bu faaliyetler bildiride de belirtildiği üzere kişisel düşünce ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı bir hal almış durumda. Dijitalleşme konusundaki kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş olan Jos de Mul’un şu tespitini anımsamakta fayda var : “Stalin ya da Hitler’in buyrukları altındaki denetleme derecesi, böylesi bir denetimin internet gibi bilgisayar ağlarıyla mümkün hale geldiği durumla kıyaslandığında bir çocuk oyuncağından öte değildir”. Bir başka deyişle Stalin dönemi Sovyetleri ya da Hitler dönemi Almanyası bugünün dünyası yanında denetim imkânları açısından bakıldığında solda sıfır kalır. Teknolojinin bu denli gelişmişliği yönetimi elinde tutan kamu ya da özel sektör liderlerini etik olmayan kararlar alma konusunda güdülemekte. Bireyin değeri her geçen gün daha da düşmekte. Bireyin değerini kim koruyacak? Elbette ki önce bireyin kendisi. Eğer bireyler bu temel haklarını savunma konusunda zaafiyet gösterirse, başka hiçbir merci bu hakları onun kadar güçlü bir şekilde savunamaz. Belki de yüzyıllardır yeryüzünün çeşitli yörelerinde insanlar haklı olduklarını bile bile haksızlığa uğrayarak yaşadılar, yönetildiler, yok olup gittiler. Kişinin haklı olması kendi başına hiçbir anlam ifade etmemektedir. Önemli olan bu kuralların toplum yaşamına entegre edilebilmesi, tüm toplumun bu kurallara göre yönetilmesinin sağlanmasıdır. Belki de entelektüel açıdan değerlendirildiğinde tartışmanın sapma göstermesinin bir nedeni de budur. Haklıyı haksızı tespit etmek pratik sorunların çözümü olamaz. Teorik çözümler ise bireyin gündelik yaşamına olumlu bir etkide bulunmaz. Bireyin mahremiyet hakkı dijital çağın en önemli olgularından bir tanesi. Ancak yetişmekte olan kuşakların konuya bakışında da bir değişiklik olduğu ortada. Bugün milyarlarca kişinin bu tür gözetlenme olgularından çekinmeden, özel yaşamıyla ilgili her türlü bilgiyi, gönüllü olarak sosyal medya siteleri aracılığıyla tüm dünya ile paylaşıyor olması bunun bir göstergesi. Teknolojik imkânlar kötü niyetle, etik dışı amaçlar için kullanılmadığı sürece dijital dünya vatandaşının şeffaf bir yaşam sürme konusunda bir sıkıntısı yok. Görüldüğü üzere kimse tarafından zorlanmadan yaşamının neredeyse tamamını internet üzerinde paylaşıyor. Bu iyi niyetin suistimal edilmemesi sağlanabilir mi? Elinin altında devasa büyüklükle özel hayat verisi olan kamu kurumları, etik sınırların dışına çıkmamayı başarabilir mi? İnsanoğlu bu defa dijital ahlaklı olmanın kurallarını global bir uzlaşma ile sağlayabilir mi? Dijital yerlilerin bunu başarabilir, eğer dijital göçmenler yakalarından düşerse. Dijital Ahlak Ülkemizde kuantum kuramı üzerine ilk kapsamlı bilgileri, Yeni Kuanta Fiziği ve Felsefi Ehemmiyeti başlıklı kitabıyla 1940 yılında Mehmet Refik Fenmen vermişti. Kuantum kuramı üzerine ilk kitap E Osman Bahadır [email protected] instein’ın özel ve genel görelilik kuramları, ülkemize 1920’li yılların başlarında girmişti. 1920’li yıllar boyunca Kerim Erim, Mehmet Refik, Hüsnü Hamit (Sayman), Dr. Akil Muhtar, Reşid Süreyya beyler, bu kuramı gerek üniversitedeki derslerinde, gerekse popüler yayınlarda anlatmaya çalışmışlardı. Kuantum kuramı ise popüler yayınlarda görelilik kuramına göre biraz daha geç göründü. Ülkemizde kuantum kuramı üzerine ilk yayın, büyük fizikçimiz Feza Gürsey’in babası Reşid Süreyya Bey’in 1927’de Hayat dergisinde yayımlanmış olan “Kuantum Nazariyesi” başlıklı makaledir. (Sayı 51, 17 Teşrinisani KasımAnkara, s.493494). Bu kuramı bir kitap konusu olarak kapsamlı bir biçimde ilk kez anlatan ise, Mithat Paşa’nın torunu, Mühendis Mektebi’nin ilk sivil müdürü, elektrik mühendisi Mehmet Refik Fenmen’dir (18821957). Mehmet Refik Fenmen 1939’da hazırladığı ve 1940’da da yayımladığı kitabında “İlk Söz” başlığı altında şunları söylüyor: “Yirminci asır ilminde husule gelen hayret verici terakkiler, 19. asır alimlerinin bina ettikleri klasik bilgileri esasından sarsan ve büyük inkılap yapan iki büyük esasa dayanır: Biri, Profesör Max Planck’ın kuanta nazariyesi, diğeri Profesör Albert Einstein’ın izafiyet nazariyesi. Bu iki teori yalnız fenni bilgilerimizde değil aynı zamanda felsefi düşüncelerimizde de esaslı değişmeler meydana getirmiştir. Efkâarı âlemin bu kadar ehemmiyet verdiği kuanta nazariyesini açık bir lisanla izah etmek üzere Max Planck, Louis ve Maurice de Broglie, Einstein, Reichenbach, Bohr, Heisenberg, Langevin, Eddington gibi Garb ulemasının eserlerini esas ittihaz ederek şu kitabı neşrediyorum. Bu vesile ile vatandaşlarıma, tabiat aleminin bu yeni levhasını temaşa ettirmek, benim için büyük bir manevi zevktir. Ankara, İlkkanun (Aralık) 1939.” 13 fasıl halinde düzenlenmiş 65 sayfalık kitabın diğer başlıkları şunlardır: 1 Mütemadilik (süreklilik), gayri mütemadilik, 2 Madde ve Elektrik Kuantaları, 3İnşia (ışınım) nedir?, 4Kara cismin inşiaı, 5 Kuanta Nazariyesi Nasıl Doğdu?, 6 Ziya (ışık) Kuantaları, 7 Kuanta Nazariyesinin Diğer Tekidleri (kuvvetlendirici kanıtları), 8 Atom Modelinin Kuantalaştırılması. Bohr Modeli, 9 İltisak(korespondans) Prensibi, 10 Kuanta Fiziğinin Tetkik Usulü, 11 Dalga Mihanikisi (mekaniği) Nazariyesi, 12 Heisenberg’in Mübhemiyet (belirsizlik) Prensibi, 13 Determinizm Meselesi. Mehmet Refik Fenmen, kitabını şu sözlerle bitiriyor: “Bütün bu yazılarımızdan çıkarılacak netice şudur ki, tabiat hakkındaki bilgimizde büyük bir inkılab hasıl olmuştur. Kainatın küçük ve büyük mikyaslardaki hadiseleri, doğrudan doğruya hislerimize tesir yapan orta büyüklükteki hadiselerden büsbütün başka mahiyettedir. Büyük hadiselerde izafiyet teorisi, kainat mekanının gayri öklidi hendeseye (öklitçi olmayan geometriye) uygun olduğunu ve arz üzerinde kullandığımız mekan ve zaman ölçülerinin, fezanın sonsuz derinliklerine ait mekanzaman münasebetlerine aykırı düştüğünü gösterir. Diğer taraftan, kuanta teorisi göstermiştir ki, büyük mikyasta görülen mütemadilik ve determinizm, atoma ait pek küçük hadiselerde hiç de cari (geçerli) değildir. Buna karşı şöyle bir itiraz yapılabilir: ‘Eğer tabiatın küçük ve büyük mikyastaki (ölçekteki) hadiselerinin mahiyeti bu kadar farklı ise, bu hadiselerdeki muayyeniyeti (belirliliği) nasıl izah edebilirsiniz?’. L. de Broglie’nin şu cevabı teemmüle şayandır (düşünmeye değerdir). ‘Büyük mikyastaki hadiselerde de mevcut olan gayri muayyeniyet (belirsizlik) yeni teorilerle hesap edilecek olursa, bu gayri muayyeniyeti ölçülerimizdeki gayri muayyeniyetten daima daha küçük buluruz. Demek ki araştırılan gayri muayyeniyet, tecrübe hataları ile tamamen örtülü kalıyor ve güya mevcut değilmiş gibi bir zan uyandırıyor. Büyük mikyastaki hadiselerin zahiri (görünürdeki) muayyeniyeti yeni teorilerle asla tezat teşkil etmez. Halbuki, atom mikyasındaki hadiselerde, gayri muayyeniyet o kadar ehemmiyet kesbediyor ki, hareket hallerinin mekân ve zaman içinde tafsili muhal (açıklanması imkânsız) oluyor.’ Yukarıda verilen izahatın, Enstein’ın izafiyet teorisi bakımından başka hadiselerde de tecellisini görüyoruz: Hayatımızla alâkadar küçük süratlerle, ziya (ışık) sürati mertebesinde büyük süratlere ait tabiat kanununun bir olmadığı anlaşılmıştır. Bu iddia türlü tecrübelerle de ispat edilmiş bulunuyor. Az süratli hadiselerde, klasik bilgilere nazaran izafiyet teorisinin gösterdiği fark o kadar küçük oluyor ki, bu farkı ölçü aletlerimizle takdir etmek mümkün olamıyor. Ameli hayatımızda kullandığımız süratlerde bu sebeple klasik bilgilerimiz kâfi bir takribiyet (yaklaşıklılık) temin ediyor. Yirminci asrın doğurduğu kuanta ve izafiyet nazariyeleri, bizi bu suretle fikri itiyadlarımızdan (alışkanlıklarımızdan) sarfınazar ettirmeye (vazgeçmeye) mecbur etmiş olması sebebiyledir ki, tecrübenin tekid ettiği (gösterdiği) hakikatlere rağmen determinizmin sukutuna (geçersizliğine) inanmak istemeyenler bulunuyor. Bu kimseler, öteden beri ülfet etmiş (alışmış) oldukları orta mikyastaki hadiselerle, atom küçüklüğündeki hadiseleri birbirinden tefrik etmeye (ayırmaya) kendilerini bir türlü alıştırmak istemedikleri içindir ki, gayri muayyeniyeti, âlemi tabiata daha derin nüfuz ettiğimizin bir neticesi olduğunu anlamıyorlar. Hülasa, yeni ilim, fikrimizi köhne düşünme tarzının dar itiyadlarından bizi kurtardığı gibi, ona daha büyük bir kavrayış kabiliyeti vermiştir. Bu sayede, pek büyük ve pek küçük âlemlerin gizli kalmış olan girizgâhlarını açığa vurmak ve yabancı dünyaları incelemek üzere bizi mütekamil (gelişmiş) silahlarla techiz etmiştir. İşte yeni teorilerin fikir teşekkül ve terbiyesine yaptığı kudretli tesir budur.”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear