26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

DÜ N Y A G ÖS T E R GE L E R İ ELDEKİ PARA Uluslararası Ödemeler Bankası’na (BIS) göre Avro, son yıllardaki sancılarına karşın, dünyada dolaşımda en fazla bulunan paradır. 2010 yılının sonlarına doğru dolaşımda yaklaşık 1.2 trilyon dolar değerindeki Avro bulunuyordu. Japonya’nın yeni ve Amerika’nın doları her biri 1 trilyon dolar olmak üzere Avro’yu izlediler. BIS’in incelemelerini sürdürdüğü 19 ülkede dolaşımdaki nakit miktarı ortalama olarak GSMH’nın %9’unu oluşturuyordu. Japonya’da merkez bankası yaklaşık 350 milyar doların evlerde saklanmış olduğunu tahmin ediyor. Bu da GSMH’nın %18’ine denk geliyor. Oysa bu rakam İsveç’te %3 dolayındadır. İsveçliler elektronik ödemeye en yatkın ulus olarak biliniyor. HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] http://okcesizhayrettin.blogspot.com Meclis’teki “bölünme anayasası girişimi”ne karşı oluştuğunu söyleyen “Milli Anayasa Forumu”, destek vereceği ulusal ve demokratik bir anayasanın koşullarını ve ilkelerini belirleyerek, ülke kamuoyuna bir “Sonuç Bildirgesi”yle duyurmuş (www.ip.org.tr). Ülke Toprağını Satmayacaksın, İşçiyi Sömürtmeyeceksin, Hakikati Karartmayacaksın! Tüm ülkede ardı ardına düzenlediği panellerde konuyu tartışmaya açıyor, istemlerine kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyor. Yarın Antalya’dalar. Ben de konuşmacı olarak katılacağım. Değineceğim noktalardan biri, yasama politikası ve yöntemidir. TBMM’nin yasama süreci, tekniği ve kuralları ciddiye alınacak gibi değildir. Anayasa değişikliği koşulları bu çerçevede ciddi sıkıntılar yaratıyor. Orada olup bitenler göz boyamaktan başka bir şeye benzemiyor. Şu üç noktaya özellikle değineceğim: İlki, ülke topraklarının yabancı sermayeye her türlü dalavereyle peşkeş çekilmesidir. Neredeyse sınırsız derecede toprak edinme hakkı verilen yabancı sermayenin ulusal çıkarlarımızla çatışan bir niyetinin bir biçimde kesinlikle oluşacağını Ankara’daki her hükümet üyesinin, her milletvekilinin, her anayasa mahkemesi yargıcının görebilmesi gerekir. Sınırını aşınca, borç almak gibi, toprak satmanın da çok ciddi siyasal sonuçlar doğurduğunu bilmeliyiz. Bu sürecin çoktan başladığını görebilmeliyiz. Bu küresel, vatansız sözde Müslümanların, efendilerine uyarak bizi bir gün vatansız bırakacakları gerçeğine gözlerimizi yummamalıyız. sendikasız işçi çalıştırmama” yükümünün getirilmesidir. İşçilerin İkincisi, “s sendikalara özgürce üye olması, üyelikten ayrılması, özgürce sendikalar kurabilmesi koşullarında işverene yüklenecek bu yükümlülüğün; işçinin iş güvencesi, özgüveni, üretim sorumluluğu ve yüksek verimi üzerinden demokrasiye, sosyal adalete ve sosyal hukuk devletine, ülke halkının birliğine ve dirliğine, ülkenin bağımsızlığına, yurtta, dünyada barış ilkesine katacağı gücü ve işlerliği düşünememek olanaksızdır. Üreten ahlâkının, üretim ahlâkının ülke siyasetinde sesinin duyulur, dinlenir olması gerekiyor. Siyasetçiler bize siyasal partilerin(in) demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurları olduğunu söylerken, biz de onlara yegane unsurları olamayacaklarını söylemeliyiz. Üçüncüsü, koşulsuz üniversite’nin (Humboldt, Derrida) özerkliğinin ve özgürlüğünün güvenceye alınması konusudur. Demokratik hukuk devletlerinde “hakikat” sorumluluğundan ötürü üniversite, basınla birlikte dördüncü güçtür. Bu gücü tanımak, etkin ve etkili kılmak zorunludur. Üniversitenin kamusal alandaki bu özel konumu anayasada özyönetimli, özerk ve özgür olarak nitelenmesini gerektirmektedir. YÖK ve hükümet güdümü onu bu konumundan ve hakikat sorumluluğundan koparmaktadır. Üniversite YÖK’ün ve yürütmenin sultasından kurtarılmalıdır. Ülke toprağını satmayacaksın; işçiyi, üreteni köleleştirip, sömürtmeyeceksin; hakikati karartmayacaksın! Bu üç ilkeyi, ne pahasına olursa olsun, anayasasına layıkıyla yazamayan bir ülke, başka ne yazarsa yazsın, bugün olduğu gibi, yarın da sömürgenlerin talan yeri olmaktan öteye geçemeyecektir. ÖNEMLİ NOT Örgütleyenlerin dediğince, bugün üniversitelerin öğretim elemanları dernekleri ve “akademik inisiyatifleri” ODTÜ’de toplanacak. Bu çalıştayda, “üniversite yöneticilerinin belirlenmesiyle ilgili mevcut sistemin ve alternatiflerinin tartışıldığı bir ortam yaratılmasına ve üzerinde uzlaşılmış ortak görüş ve önerileri içeren bir deklarasyon oluşturulması”na çalışacaklar. Umarım ki, sevgili meslektaşlarım ülke ve üniversite için uygar direnmenin yolunu açacak cesur eylem türleri üretirler; en azından Direnen Üniversite adayının “çoğunluk oyunu almak ve YÖK’e mülakata gitmemek” koşulunu benimseyerek direnişin ilk toplu adımını atar ve seçim üniversitelerinden direnen üniversite adaylarının çıkmasına ön ayak olur. Kaygıya gerek yok. Hiçbir üniversitemiz rektörsüz kalmayacaktır. Adaylar “mülakat”a ya birer imam gibi gidecekler, ya da en çok oyu alan ve mülakata giden farklı aday, atandığında, en azından zaman içerisinde bu başkalaşıma kesinlikle uğratılacaktır. Bu yüzden en çok oyu değil, çoğunluk oyunu almakla bir rektör YÖK’ün ve hükümetin dayattığı bu devşirmeleşmeye karşı (üniversitesince) korunmuş olacaktır. “En çok oyu almış olmak” tuzağına düşmemelidir. Bugünün koşullarında salt rektör olmayı istemek, devşirilmeyi istemek; birini birtakım gerekçelerle, bir takım hesaplarla rektör yapmaya çalışmak züldür. Her birimiz Direnen Üniversitenin rektör adayı olmalıyız ve birlikte kesintisiz direnmeye bakmalıyız. Karanlığa karşı bir oy yakmalıyız! Göreceksiniz ki, oyunuz hiç sönmeyecektir. Ama aydınlatacaktır, tüm ülkeyi aydınlatacaktır! İ Ne kadar daha Yeryüzü’nde kalacağız? Baştarafı orta sayfada tirimlerden ya da varsayımlardan oluşuyor. Toprağa gömülen bedenlerimiz birkaç yüzyılda toza dönüşeceğinden geleceğin fosil avcıları gömütlüklerde izimizi sürmeyecekler. Tam tersine, en zengin insan kemiği yataklarına bir olasılıkla volkanik kül ya da Asya’da meydana gelen son tsunami felaketlerinden arda kalan tortularda tanık olunacak. Kimi insan bedenleri turbalıklarda ya da yüksek çöllerde mumyalaşmış olsa bile, bunlar da koşulların değişmesi durumunda muhtemelen çürüyecek. Söz konusu değişimler uygarlığımıza ışık tutan evlerimiz gibi birtakım başka önemli ipuçlarını da yok edecek. İklimdeki değişimler ve yükselen deniz düzeyleri bir olasılıkla kıyı kentlerinin suya gömülmelerine neden olacak. Bu gibi durumlarda dalgalar muhtemelen yapıların toprağın üzerinde kalan bölümlerine zarar verecek, zeminler ve temel direkleri çökeltilerin altında kalacak. Beton, binlerce yılda ayrışsa da, kazıbilimciler belli bir amaca yönelik tasarımın göstergesi olan kum ve çakılın kusursuz dikdörtgenel dizilimini tanıyacaklar. Bu dizilim en çok da büyük yapılarda kendini belli edecek. İnsanoğlu geleceğin kazıbilimcileri için son derece verimli bir kaynak sayılabilecek başka bir ciddi kalıt da bırakacak: çöpler. Eşyalarımızın eninde sonunda boyladıkları yer olan çöplükler uzun erimli koruma açısından ideal sayılabilecek alanlardır. Günümüzün çöplükleri dolduğunda doğal olarak su geçirmez bir kil katmanıyla örtülürler. Öyle ki, içerikleri hızla oksijenden yoksun kalır. Oksijen korunmanın en büyük düşmanıdır. Bu koşullar altında doğal lifler ve ahşap gibi birtakım organik malzemeler bile, binlerce yıllık bir süre içinde giderek turba ya da yumuşak kömürü andıran bir maddeye dönüşseler de, ayrışma sürecinden uzak kalabilirler. Çok az sayıda malzeme olduğu gibi kalabilecek. Artık taştan pek bir şey üretmesek bile, geriye birkaç yontu kalabilir. Seramik tabak ve fincanlar da sonsuza dek kalabilirler. Demir gibi birtakım madenler hızla paslanırlar, ama titanyum, paslanmaz çelik, altın ve benzeri metaller çok daha uzun süre dayanırlar. İçleri çürümüş titanyum dizüstü bilgisayar kasaları uygarlığımızın en kalıcı eşyaları olarak kalabilirler. Kimbilir belki de geleceğin ilim insanları bu oyuk tabletler ve yüzeylerine kazınmış elma biçimindeki figürden yola çıkarak dinsel yaşamlarımız konusunda incelikli kuramlar bile geliştirebilirler. Gerçek şu ki, gelecek kuşaklar için sağlam bir kalıt bırakmaya ne denli çabalarsak çabalayalım, torunlarımızı uygarlığımızın hangi yönlerinin ilgilendireceğini asla bilemeyiz. Örneğin, günümüzde ilk insanlarla ilgili araştırmalarımıza yüz yıl önce kavranılması olanaksız bir bakış açısı olan Darwin’in kuramları ışık tutuyor. Müzelerimizdeki eşyalar sağlam kalsalar da, bunlar gelecek kuşaklara olsa olsa kendimizle ilgili düşüncelerimizi yansıtacaklar. Onların bizler konusunda neler düşünecekleri ise, hiç birimizin bilemeyeceği bir konu. Rita Urgan, Kaynak: New Scientist, 3 Mart 2012 Derin gelecek bize ne söylüyor? CBT 1308/ 19 13 Nisan 2012
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear